|
ÜNİTE 8 – DİN FELSEFESİ (TEOSOFİ)
Bu Felsefe bölümünün konusu genelde Din, özel anlamda ise her hangi bir din’dir. Dinin amacını, özelliklerini ve sorunlarını felsefi bir çerçevede belirleyip açıklamaya çalışan bir alandır.
1-Felsefe’nin Din’e Bakışı:
a) Teoloji (İlahiyat-Tanrıbilim) ile Din Felsefesi (Teosofi) Arasındaki Fark:
Felsefe’nin din olgusunu inceleme tarzı, bir Din bilimi olan İlahiyat’tan(Teoloji) farklıdır. Teoloji; Tanrı’nın varlığın, özelliklerini hayatın amacını, varlığın öncesini ve sonrasını, Yaratana karşı görevlerini, hürriyet, irade gibi konuları açıklamaya çalışırken; Din’in Vahyedilmiş temel ölçütleri olan Dogma(Nass)’larının dışına çıkmaz. Bu nedenle, her din’in kendine özel bir teolojisi vardır. İslam Teolojisi, Musevi Teolojisi, Hrıstiyanlık Teolojisi, gibi. Din Felsefesi (Teosofi) ise bu konuları; tamamen kişisel bir imkân olan akıl ve muhakeme yardımıyla yorumlamaya ve açıklamaya çalışan bir felsefe bölümüdür. Burada eleştiri ve kişisel yargılama ön plandadır.
Din Olgusunun Felsefi Açıdan Temellendirilmesi: Din Felsefesi, dinsel konuları akılcı bir tarz içersinde objektif, kapsamlı ve tutarlı olarak anlayıp-açıklama çabasıdır. Akla dayanmak (rasyonalizasyon);Dogmaları (Nass-İnak)aklın tüm imkânlarını kullanarak açıklamaya çalışma işidir. Bir İslam bilgini ve düşünürü olan Farabi; Tanrı’nın varlığını ve ruhun ölmezliğini bu yolla açıklamaya çalışmıştır.
Dinsel açıklamalarda Nesnellik (objektiflik); her hangi bir konuda dinin yanında veya karşısında olmamaktır. Kapsamlılık; dinsel yorumlar yaparken bu konuda ortaya çıkan tüm düşünceleri ve kaynakları en geniş bir biçimde dikkate alıp değerlendirmeye çalışmaktır. Tutarlılık ise; her hangi bir konuda yargıda bulunurken, verilerin ve sonucun birbiriyle çelişmemesidir. Örneğin; dinsel açıdan birey davranışının bir kader bağlamı içersinde önceden belirlendiğini ve bunun mutlaka o şekilde gerçekleşeceğini söylemek ile davranışta bireysel iradenin söz konusu olduğunu söylemek bir arada uygun yaklaşım sayılamaz.
2- Din Felsefesi’nin Temel Kavramları:
Tanrı: Evren’i ve her türlü varlığı yoktan ve tek başına yaratan ve istediği anda yok edebilecek olan mutlak güç.
Peygamber: Emir ve yasakları diğer insanlara iletmek amacıyla görevlendirilmiş seçkin kişi.
Vahiy: Tanrı’nın emir ve yasaklarını insanlara ulaştırma amacı içeren özel iletim yolu.
İman: Dinsel doğruları soyut ve yüksek düzeyde bir kabul ile benimseme duygusu.
İbadet: Tanrıya kulluk görevi ve saygı ifadesi olarak belli zamanlarda tekrarlanan törensel davranış.
Kutsal: Din’in, bir varlığı dokunulmaz kabul etmesidir.
Yüce: Karşısında saygı-korku karışımı bir duygu ile eğilinen varlık ya da kavram.
Bunların anlamları inanç sistemlerine göre farklılık gösterebilmektedir. Din Felsefesi bu konuları incelerken, sistemler arasındaki anlam farklılıklarını dikkate almak zorundadır.
3- Din felsefesinin Temel Problemleri:
a) Tanrı’nın varlığı, (mevcut ve mümkün olup-olmadığı, öncesi-sonrası)
b) Evrenin yaratılışı, (kendiliğinden mi, yoksa bir güç tarafından mı yaratıldığı)
c) Vahyin imkânı, (dinsel mesajlar nasıl ulaşmıştır, böyle bir yöntem mümkün müdür?)
d) Ruhun ölmezliği, (ruhun özelliği, dünya hayatından sonraki geleceği)
e) Din dilinin özelliği, (din dili sadece tasvir edici midir, yoksa bilgi de verebilir mi?)
Tanrı’nın Varlığı Hakkındaki Felsefi Düşünce Sistemleri:
Tanrı’nın Varlığını Kabul Edenler:
1-Teizm: Bir tanrının var ve gerçek olduğuna inanan düşüncelerin ortak adıdır. Fakat bu gruptaki düşüncelerin ayrıldığı noktalar da vardır. Genellikle, varlığına inanılan Tanrı’nın özellikleri konusunda farklı düşünceler ortaya çıkmıştır. Bunların en yaygın ve ileri düzeyde olanı, Teizm’dir. Bu düşünceye göre; Tanrı ezeli ve ebedi, mutlak irade sahibi, kendi-kendinin varlık sebebi olarak kabul edilmiştir.
Teizm’in Kanıtları:
—Ontolojik Kanıt: Ortaçağ Hıristiyanlık düşüncesi filozoflarından St. Anselmus’a göre Tanrı, daha mükemmeli düşünülemeyen bir varlıktır. Bu, insanın doğasında hazır bulunan bir düşüncedir. Bu yönüyle Tanrı hem zihinde, hem de zihin dışında bir varlıktır. Günümüzde Leibnitz, Descartes, Spinoza gibi filozoflar bu kanıtı yeniden ele almışlardır. N.Malcolm’a göre Tanrı, Zorunlu Varlık kavramından çıkar. Müslüman filozof Gazali’ye göre de Tanrı, Vacibü’l-Vücud (Zorunlu Varlık)’tır.
—Kozmolojik Kanıt: Tanrı’nın Varlığını anlatabilmek için Evren(Kozmos)’İ örnek gösteren açıklamalardır. Bu kanıt, bazı açıklamalarla desteklenmiştir. Bunları şöyle sayabiliriz:
- Yoktan var olma (Hüdus)
- Mümkün olma (Var olmak için sebebe muhtaç olmama)
- Düzen ve amaç (Evrenin bir düzen ve amaç içinde yaratıldığı)
- Dini tecrübe (İzlenimler ve zihinsel muhakeme sonucu Tanrı’nın varlığına ulaşma)
- Ahlaki tavır (Bireyin kendi vicdanıyla bu düşünceye ulaşması)
2- Deizm: Bir Tanrı’nın Varlığını kabul etmekle birlikte, bu Tanrı’nın var etme ve yok etme değil, sadece başlangıçta hareketsiz ve düzensiz olan evreni düzenleyip hareketlendirme gücü olan bir Tanrı olduğu düşünülür. Bu anlayış, İlkçağ Yunan filozofu Aristo’ya aittir. Bu Tanrı ilk hareketi verdikten sonra, artık bunu durdurma ya da yok etme gücüne sahip değildir. Bu anlayış, özellikle 17. ve 18. yy.lardan sonra, Avrupa’da geleneksel Hıristiyanlığa tepki gösteren bazı filozoflarca desteklenmiştir. Böylece, bir Tabiat Dini oluşturulmaya çalışılmıştır. (Natürizm)
3-Panteizm: Bu felsefi akım çeşitli anlamlara sahiptir. Bunların birleşimiyle elde edilen ortak tanıma göre; Tanrı-Evren ikiliğini reddeden, Tanrı her şeyi içerdiği için, insanın ve evrenin bağımsız varlıklar olmadığını savunan bir anlayıştır. Felsefe Tarihinde bu anlayışı sistem haline getiren filozof Baruch Spinoza’dır. O’na göre Cevher, kendi başına var olandır. Bu anlamda sadece Tanrı cevherdir. Diğer varlıkların varlıkları Tanrı’ya bağlı olarak mümkündür. Bu cevhere Tanrı veya Tabiat denmesi, aynı şeydir. Bu varlıklarda yaratma, sebep olma gibi Tanrı’ya özgü nitelikler yoktur.
Çünkü bunların oluşmaları Tanrı’nın yaratıcılığından değil, Tanrı’dan zorunlu olarak çıkmalarından kaynaklanır. Bu yaklaşım, Tanrının nesnelere yansıdığına inanması düşüncesinden dolayı, her yerin Tanrı ile dolu olduğunu söylemektedir. Kelime ilk defa 18. yy.da J.Toland Tarafından kullanılmıştır.
Tanrı’nın Varlığını Reddedenler:
Felsefe Tarihinde, Tanrının var olabileceğini kesin olarak reddeden bu düşüncelere genel olarak Ateizm (Tanrıtanımazcılık) adı verilir. Geniş anlamda Ateizm, Tanrı’yı hayata dâhil etme gereği duymayan bir anlayıştır. Dar anlamda ise, Tanrı’yı düşünce ve tartışma yoluyla reddetmektir. Bunların birincisine Pozitif Ateizm, ikincisine ise Negatif Ateizm adı verilir. Günümüz felsefesinde Ateizm, Teizm’e bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Düşüncelerini ispata çalışırken genellikle Teizm’in kanıtlarını tersine yorumlamaktadırlar.
Ateizm’in Kanıtları:
1-Kötülük Kanıtı: Dünyada karşımıza pek çok kötülük çıkıyor. Eğer mutlak anlamda iyi olan bir Tanrı olsaydı, bu kötülükler olmamalıydı.
2-Maddenin öncesizliği Kanıtı: Her şeyi meydana getiren, öncesiz ve sonrasız olan Madde’dir. Tüm varlıklar onun eseridir. Bunların dışında bir var edici sebep olamaz.
3-Sosyolojik Kanıt: Tanrı kavramı, toplum içinde yöneticilerin, bireyleri daha rahat kontrol edebilmek için uydurduğu bir fikirdir. Emil Durkheim’a göre Tanrı, toplumun güç ve fonksiyonlarının sembolik ifadesidir.
4-Psikolojik Kanıt: Tanrı kavramı, İnsanın yaşadığı ruhsal sıkıntılardan kurtulup bir destek arama ihtiyacının sonucu olarak ortaya atılmıştır. İnsan; yalvarmak, dua etmek, ibadet etmek gibi yollarla rahatlamaya çalışır. Olgulaşıp geliştikçe bunların anlamsızlığını kavrar.
5-Ahlak Kanıtı: İnsanın özünü ortaya çıkararak kendini gerçekleştirmesi şarttır. Yaratıcı varsa insanın özü de vardır. Öz, varlıktan önce geldiği için kişi onu gerçekleştirmek zorunda kalır. İnsanın kendi özünü gerçekleştirebilmesi için, Tanrı’nın olmaması gerekir.
6-Anlamsızlık Kanıtı: Tanrının Varlığını açıklamaya çalışan önermelerin deney ve gözlemlerle kanıtlanma imkânı olmadığı için, anlamsızdır. Yokluğunu kanıtlamaya çalışan önermeler için de durum aynıdır. Bu nedenle, varlığını kanıtlama ya da reddetme konusu gereksiz bir tartışmadır.
Ateizm, aslını kaybetmiş Hıristiyan düşüncesine tepki olarak ortaya çıkmıştır.
Tanrı’nın Bilinemezliğini Savunanlar:
Teizm ile ateizm arasında bir düşüncedir. Tanrı’nın yokluğunun ya da mevcut olduğunun kanıtlanamayacağını iddia eden bu düşünceye Agnostisizm, savunucularına da agnostik denir. Kaynağı yunanca bir kavramdır. İlkçağ yunan felsefesinden sofist düşünce içinde yer alan Protagoras; tanrı’yı ne bildiğimi, ne de bilmediğimi anlatamam, demiştir. Yeniçağ’da İngiliz düşünür T. Huxley, bu kavramı ilk defa kullanan kişi olmuştur. Bu düşüncenin temeli, Bilgi Felsefesine dayanır.(Epistemoloji).
Düşünce daha sonraki dönemlerde, Pozitivizm(Olguculuk), Evolusyonizm(Evrimcilik), Rölativizm(Görececilik) gibi yaklaşımları da etkilemiştir.
FELSEFE; NE BU GÜNE KADAR SÖYLENMİŞ, NE DE YARIN SÖYLENECEK OLAN ANLAMSIZ VE AMAÇSIZ SÖZLERDİR.
BENCE EN ÖNEMLİ FONKSİYONU; İNSANIN DÜŞÜNSEL UFKUNU GENİŞLETEREK DAHA OBJEKTİF DÜŞÜNMESİNİ SAĞLAMAKTIR.
FELSEFE’Yİ, SÖYLENMİŞLERİN IŞIĞINDA SÖYLEYECEKLERİMİZE REHBER EDEBİLİRSEK, AMAÇ GERÇEKLEŞMİŞ SAYILACAKTIR.
FELSEFE IŞIĞINDA DAHA ANLAMLI GÜNLER DİLEĞİYLE; TÜM ÖĞRENCİLERİME HAYAT BOYU BAŞARI VE MUTLULUKLAR DİLİYORUM.
Yusuf Dal
Tekirdağ Anadolu Ticaret ve Ticaret Meslek Lisesi
Felsefe Öğretmeni
alıntıdır
|