Geri git   CurcunaForum.Org > Kültür - Sanat - Tarih - Eğitim ve Uzay > Biyografiler

Biyografiler Aradığınız kişinin Biyografileri bu bölümde.

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 09-17-2008   #121
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16813
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

UZUN HASAN



Uzun Hasan 1423 yılında Diyarbakır'da doğdu. Babası Akkoyunlu hükümdarı Celaleddin Ali Beydir.

Akkoyunlu hükümdarı Ali Bey'in oğlu Cihangir, babasının ölümü üzerine tahta geçmişti. Akkoyunlu Devleti’nin kurucusu Kara Yülük Osman’ın torunu olan Uzun Hasan’ın gençliği, hükümdar Cihangir ile Akkoyunlu Emiri Hamza Bey arasında yapılan taht savaşlarında geçti

Uzun Hasan, devlet yönetimindeki ilk tecrübesini Akkoyunlu hükümdarı olan abisi Cihangir tarafından kendisine ikta olarak verilen Ergani ve çevresinde edindi. 1452 yılında abisi Cihangir’in Karakoyunlu’larla yaptığı savaşta esir düşmesi üzerine Akkoyunlu tahtını ele geçirmeyi başardı.

Uzun Hasan, Trabzon Rum İmparatorunun kızı Katerina Despina ile evlendi. Trabzon'u Osmanlı saldırısına karşı koruyacağına dair Rum İmparatoruna söz verdi. Uzun Hasan, ayrıca İstanbul'a elçi göndererek, Trabzon Rum İmparatorluğunun her yıl verdiği verginin affedilmesini ve karısına çeyiz olarak verilmiş olan Kayseri yöresinin de teslimini istedi.

Fatih Sultan Mehmet bu istekleri reddetti ve 1461 yılının ilkbaharında Trabzon seferine çıktı. Osmanlı akıncıları karşısında başarısız olan, Uzun Hasan'ın kuvvetlerinden yardım alamayacağını anlayan, Trabzon Rum İmparatoru David Komnenos, 26 Ekim 1461'de Trabzon'u, Fatih Sultan Mehmet'e teslim etti.

Uzun Hasan bu gelişmelerden sonra ülkesini Gürcistan, Suriye ve Azerbaycan yönünde genişletmek için harekete geçti. Karakoyunlu Hükümdarı Cihan Şah'ı yenilgiye uğrattı.

Giderek güçlenen Akkoyunlu ülkesi, Horasan dışında bütün İran'ı, Ermenistan ve Mezapotamya’nın önemli bir kısmını kapsıyordu.

Uzun Hasan bundan sonra Osmanlılarla mücadeleye girişti. Karamanoğlu Pir Ahmet ve Kasım Beylere yardım ederek onları Osmanlılar aleyhine kışkırttı. Akkoyunlu kuvvetleri 1472'de Tokat'a baskın yaptılar. Ayrıca Akkoyunlu kumandanı Yusuf Mirza, Kayseri, Karaman ve Hamideli yörelerini ele geçirdi.

Bunun üzerine Fatih, doğuda kendisi için tehlikeli duruma gelen Uzun Hasan'ı ortadan kaldırmaya karar verdi. Osmanlı ve Akkoyunlu kuvvetleri 11 Ağustos 1473'de Otlukbeli'nde karşılaştılar. Osmanlı topçusu tarafından kuvvetleri bozguna uğratılan Uzun Hasan İran'a çekildi.

O zamana kadar Akkoyunlu Devleti’nin başşehri Diyarbakır iken, savaştan sonra Tebriz’e nakledildi.

Otlukbeli savaşı sonrasında ülkesindeki otoritesini yeniden sağlamak için, içeride çıkan isyanları bastırmaya çalışan Uzun Hasan, 1477 yılında Gürcistan’da yakalandığı hastalığa 7 Ocak 1478 günü yenik düştü.

Uzun Hasan’ın mezarı Tebriz’de kendi yaptırdığı Nasriyye Medresesi’ndedir.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #122
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16813
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

Uluğ Bey



Dünyaca ünlü Türk matematikçisi ve astronomi bilgini olan hükümdardır. 22 Mart 1395 tarihinde Semerkant'ta doğdu. Timurlenk'in torunlarından olup hükümdar Muînüddin Şah Ruh'un oğludur. Asıl adı Mehmet Torgay'dır.
13 yaşında iken Horasan ve Maveraünnehir eyaletlerine hakan naibi oldu. 1446 yılında babasının ölümü üzerine hükümdar oldu. Saltanat yılları sırasında matematik ve astronomi ile yakından ilgilendi. Astronomiye ait tablosu yıllar sonra İngiltere ve Fransa'da basıldı. 1449 yılında kendisine isyan eden oğlu Abdüllatif Mirza tarafından 54 yaşında iken öldürüldü.


Uluğ Bey, babası Şah Ruh ölünce, 1446’da hükümdar oldu. İlk işi olarak devletini güçlendirerek ülkesini parçalanmaktan kurtardı.
Uluğ Bey hakan olunca, Osmanlı Devleti ile münasebetlerini sıklaştırmaya ve geliştirmeye gayret etti. İki Türk ülkesi arasında elçiler, bilim adamları gidip gelmeye başladı. O, savaştan çok kendisini bilime adamış bir hükümdardı. Sarayına zamanın bilginlerini topladı ve onları korudu. İnceleme için Çin’e kadar heyetler gönderdi. Uluğ Bey Semerkant’ta bir medrese, bir de rasathane yaptırdı. Astronomi ilminin gelişmesine çalıştı. Bu rasathane orta çağdaki astronomi bilgisini en yüksek düzeye ulaştırdı.
Uluğ Bey, tarihe adını “Asya Fâtihi” diye yazdıran Büyük Cihangir Timurlenk'in öz torunuydu. Ama dedesinin askerlik ve savaşçılık açısından hiçbir huyu onda görülmüyordu. Dedesi, çolak eli ve topal bacağına rağmen, at üzerinde kılıç sallayıp, ülkeler fethetmişti. Fakat, Uluğ Bey'in yeryüzünde bir karış toprak bile fethetmek gibi bir ihtirası yoktu. Onun bütün merak ve hevesi, yeryüzünde değil, gökyüzündeydi. Ülkeler fethetmekten ziyade, gökyüzü âleminde araştırmalar yapmayı, gök kubbenin sırrını çözmeye çalışmayı tercih ediyordu.
Uluğ Bey'in ilim adamı oluşunda, yaradılışının büyük rolü olduğu kadar, babası şah Ruh'un da büyük payı vardı. Çünkü, Şah Ruh, güzel sanatlara hayran bir kişiydi. İlme ve bilginlere büyük değer verirdi. Onun Horasan'ın başkenti olan Meşhed'de yaptırdığı cami bir şaheserdi.
Uluğ Bey de, Herat'ta güzel bir köşk yaptırmış, bu köşkün duvarlarını ve tavanlarını, birer sanat âbidesi niteliğindeki tablolarla süsletmişti. İktidarı döneminde, Başta Semerkant ve Buhara olmak üzere tüm ülke, Türk mimarisinin seçkin eserleriyle donatıldı.
Fen bilimleri ve astronomiye merakı, ileride kendisini, dünya tarihinin en büyük astronomlarından biri haline getirdi. İlim adamlığı yanında devlet adamlığı vasfı da yüksek olan Uluğ Bey, Semerkant’ta 38 yıl hükümdarlık yaptı. Bir akademi haline getirdiği sarayı, devrin meşhur alimlerinin toplanıp bilimsel tartışmalar yaptığı ve eserler hazırladığı bir mekan oldu.
Matematikçi, astronom, tarihçi ve şair olan Uluğ Bey, Mesud el-Kâşî, Bursalı Kadızade Rûmî, Ali bin Muhammed (Ali Kuşçu) gibi bilginleri sarayına topladı. Semerkant medrese ve rasathanesini büyüttü ve yeni aletlerle donattı.
Uluğ Bey zamanında yeni astronomi aletleri yapılmış, eski aletler geliştirilmişti. IX. ve X. yüzyılda bir usturlab ile ancak 43 işlem yapılırken, Uluğ Bey zamanında geliştirilen usturlab, 1000’den fazla işlem yapıyordu. Uluğ Bey’in usturlabının çapı 40 metre idi.
Uluğ Bey, bu arada gökyüzünün bir de haritasını yapmayı başarmıştı. Bu gökyüzü haritası, kendisinden sonra gelecek nesillere astronomi çalışmalarında ışık tutacak, onlara rehber olacaktı.
Uluğ Bey, astronomi çalışmalarının temelini teşkil eden trigonometri ilmi üzerinde de geniş çalışmalar yaptı. Kendisinden önceki Doğu ve Batı dünyasının tahmini bilgilerini bir kenara bırakıp, bilimsel esasları tespit ederek, trigonometride yeni bir araştırma yolu açtı. Dünya onu, astronomi alanındaki eseriyle tanıdı. Semerkant’taki rasathanesinde yapılan çalışmalar, bugünkü astronomiye hala ışık tutmaktadır
Zîc-i Ulûgî denilen cetveli, diğer ilmî eserleri ve rasatları, akademiden farkı olmayan sarayındaki çalışmalarının sonucudur. Zîc-i Ulûgî, diğer adı “Gûrgânî Takvimi” olan bu cetvel, o devrin ilmî esaslara dayanan yegâne takvimi sayılmaktadır.
Bu eser, daha önce yazılan ‘zîc’lerin yanlışlarını düzeltiyor ve yıldızların hareketini daha mükemmel gösteriyordu.Zîc-i Ulûgî, 1655 yılında İngiltere'de Oxford şehrinde İngilizce, 1853’te de Fransızca olarak basıldı. Daha sonra da çeşitli dillere tercüme edildi. Batı bilim dünyası, Uluğ Bey’e “XV. yüzyıl Astronomu” unvanını layık görürken, Milletrerarası Astronomi Derneği de Ay yüzeyindeki bir kratere onun adını verdi. Beş ülkenin astronomlarından ve özellikle Ay’a uydu gönderen ülkelerin uzmanlarından oluşan bir komisyonun hazırladığı Ay Haritasında, üç Türk astronomunun adları da yer alır. Büyük bir kratere Uluğ Bey adı verilmiştir. Ay atlasında adları bulunan diğer iki Türk bilgini, Bîrûnî ve Nasireddîn Tûsî’dir.
Kozmografya konusunda yazdığı bir kitap da günümüze kadar, birçok ilmî araştırmalara kaynak olmuştur. Tarihin en âlim olduğu kadar en âdil bir hükümdarı olarak da tanınan Uluğ Bey, aynı zamanda kötü talihli bir hükümdardı. Oğlu Abdüllatif Mirza, babasına baş kaldırmış ve gözünü tahta dikerek işi bir iç savaşa kadar götürmüştü. Bu savaşta ağırlığını ortaya koyan Uluğ Bey, oğlu Abdüllatif Mirza kumandasındaki âsileri yenmeyi başarmıştı. Bu iç savaş sonunda Abdüllatif Mirza da esir düşmüştü. Uluğ Bey, dedesi Timurlenk gibi katı yürekli bir insan değildi. Asi evlâdını bağışladı, kendisine nasihatte bulundu. Bu konuda bir hükümdar olarak değil de, yüreği evlât sevgisiyle dolu hassas bir baba olarak düşünmüş ve ona göre hareket etmişti.
Fakat oğlu Abdüllatif Mirza, o iyi yürekli, âlim ve kâmil babanın oğlu değilmiş gibi, Uluğ Bey ile taban tabana zıt karakter taşıyan bir insandı. Babasına baş kaldırıp yenilmesinden sonra, onun verdiği manevî dersi alamamıştı. Serbest kalır kalmaz derhal yeni bir darbenin hazırlıklarına koyuldu. Bu kez geçen seferkinden daha kuvvetli bir ordu toplayıp başarı kazanmak için ne gerekirse yaptı. Ve bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra babası Uluğ Bey'e tekrar baş kaldırdı ve onun üzerine tekrar saldırdı.
Bu ikinci iç savaşta şans hiç de Uluğ Bey'e gülmedi. Doğrusunu söylemek gerekirse, affettiği oğlunun kendisine karşı yeniden bir hücuma girişeceğine ihtimâl vermiyordu âlim baba.Uluğ Bey fena halde gafil avlanmıştı. Emrindeki kuvvetler yenildi. Her şey tamamen tersine gelişti; bu kez 54 yaşındaki baba, âsi oğlunun eline esir düştü.Uluğ Bey, oğluna göstermiş olduğu anlayış ve merhameti ne yazık ki ondan göremedi. İsyankâr evlât, savaşın galibi kumandan olarak, babasını 25 Ekim 1449 tarihinde ölüme mahkûm etti.

Dünyanın en ünlü matematikçisi ve astronomi bilgini olan Uluğ Bey, bir hükümdardan ziyade bir baba için en acı son ile hayatını kaybetti ve dedesi Timur Han’ın yanına defnedildi.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #123
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16813
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

VLADİMİR NİKOLAYEVİÇ ŞTİGAŞEV


Vladimir Nikolayeviç Ştigaşev, 1938 yılında Hakasya Tatıp vilayeti merkezinde doğdu. Çok çocuklu bir aileye mensuptur.

1965 yılında Tomsk Devlet Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. 1978'de Sovyetler Birliği Komünist Partisi Okulu'nda okudu.

Vladimir N.Ştıgayev, 1959 yılından itibaren parti jeoloji araştırmalarında, emniyette, maden çıkarma işlerinde çalıştı.

1968'de Hokosya Komsomol başkanlığı yaptı. Sonra Hakasya Komünist Partisi'nin çeşitli bölümlerinde başkanlıklarda bulundu. 1979'da Asksız vilâyeti Komünist Partisi başkanlığına getirildi. 1982'de Hakas vilayeti belediye başkanı (fiilen başbakan) oldu. 1987'de ise Hakasya'nın da içinde bulunduğu Krosnoyarik bölgesi belediye başkan yardımcılığına tayin edildi. 1989'da Hakasya'ya döndü ve Hakasya Araştırmaları Enstitüsü'nde ilim işçisi statüsü ile çalışmaya başladı.

1990 yılı ilkbaharında Hakasya bölgesi milletvekili oldu ve aynı zamanda Rusya Federasyonu milletvekili seçildi. Aynı zamanda Hakasya vilayeti bölge belediye başkanlığına getirildi.

3 Temmuz 1991'de Hakasya, Rusya Federasyonu'na bağlı cumhuriyet ilan etti. 1991 Kasım'ında ise Vladimir N. Ştigaşev, Hakasya'nın seçimle gelen ilk Büyük Millet Meclisi Başkanı oldu.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #124
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16813
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

VEZİR TONYUKUK



Adı bilinen ilk Türk yazar ve tarihçisidir. Göktürk Devleti’nin kurucusu Kutlug Kağan başta olmak üzere Kapağan Kağan ve Bilge Kağan’a danışmanlık yapmış, meclis başkanlıklarını yürütmüştür.

Tonyukuk’un, kendi adına diktirdiği kitabesinden; Göktürkler, Juan Juan Devleti’nin elinde esir iken doğduğu anlaşılıyor. Esaretten Kutlug Kağan ile birlikte kurtulmuş ve Göktürk Devleti’nin kuruluşunda görev almıştır.

Bilge Kağan’a vezirlik yapmanın yanı sıra, ona kızını vererek kayınpederi de oldu.

İyi bir stratejist ve taktik ustası olmasından ötürü, batılı Türkologlar onun için “Türkler’in Bismarc’ı” ifadesini kullanır.

Tonyukuk, kendisi adına diktirdiği kitabesinde kendini şöyle anlatıyor:

“Tanrı yarlığadığı (nasip ettiği) için Türk Budun içinde silahlı düşmanı gezdirmedim. Damgalı atı koşturmadım. İlteriş Kağan çalışmasaydı; ona uyarak ben kendim çalışmasaydım, il de millet de yok olacaktı. Çalıştığım için il, il oldu; millet de millet oldu. Kendim artık kocadım. Şimdi Bilge Kağan, Türk Budununu iyi idare ederek tahtında oturuyor.”

Türklerin Budizm dinine girmesini engelleyen Vezir Tonyukuk, aynı zamanda Türk milletinin surlarla çevrili şehirlere yerleşerek, Çinliler tarafından yeniden köle edilmesini de engellemesiyle bilinmektedir. Milletine her zaman yol gösterici olan Tonyukuk, açlıktan tokluğa, kölelikten bağımsızlığa erişen milletinin yaşayışını şöyle anlatıyor:

“Karakurum’da tavşan yiyerek, geyik yiyerek oturuyorduk. Budunun boğazı tok idi. Düşmanımız çevrede ocak gibi idi. Biz ateş idik.”

Doğum tarihi bilinmese de, Tonyukuk’un ölümü 726 yılına rastlar. Tonyukuk’un hatırası, ölümünden sonra Bilge Kağan tarafından Bain-Cokto adlı mevkide yaşatıldı.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #125
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16813
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

VANKOLU MEHMET EFENDİ


Arapça’dan tercüme ettiği lügatiyle meşhur bir alimimizdir. Naimâ, asıl adının Mehmed-ül-Vanî olduğunu, Bursalı Tahir de babasının adının Mustafa olduğunu yazıyor. Soyca Vanlıdır. Vankolu lakabı da bundan ileri gelmiş olacaktır. Medreselerde okuduktan sonra müderris olmuş, müftülük ve kadılık yapmıştır. Rodos, Manisa, Selanik, Kütahya kadılıkları görevlerini yürüttükten sonra emekli olmuştur. Ölümünden iki sene önce Medine Kadılığı’na görevlendirilerek Medine’ye gönderilmiş ve 1592 yılında orada ölmüştür.
Cevherî’nin Sahhah veya Sıhah isimli lügat kitabını Türkçe’ye çevirmiştir. Vankulu Lügatı adıyla anılan bu tercüme İbrahim Müteferrika tarafından bizde ilk basılan kitaptır ki iki büyük cilt olarak neşredilmiştir. Bu tercümeden başka Dürer Haşiyesi, Tercih-i Beyyinat isimli eserleriyle Gazzalî’nin Kimya-yı Saadet adlı eserinin tercümesi vardır.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #126
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16813
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

YAŞAR DOĞU



Ünlü Türk güreşçisi Yaşar Doğu, 1915 yılında Samsun'un Kavak ilçesine bağlı Karlı köyünde doğdu. Dedesinin köyü olan Emirli'de büyüdü. Güreşe orada başladı. 1938 yılında Ankara'da askerliğini yaparken minder güreşine çıktı. Bir yıl içinde millî takıma yükseldi. Oniki yıl süreyle (1939-1951) Ay-Yıldızlı mayo altındaki yerini muhafaza etti. Bu süre içinde katıldığı 7 şampiyonanın 6'sında şampiyonluğu kazandı. 1961'de Ankara'da vefat etti. Kabri oradadır.

Aslen Kafkas Türklerindendir. Ecdadı Samsun'a muhacir gelmişti. Daha önce bebek sayılabilecek çağda iken cepheye giden babasının şehit düştüğü haberi gelmiş, bu yüzden annesiyle birlikte dedesinin köyü olan Emirli'ye göç etmek zorunda kalmıştı. Çocukluğunun geçtiği bu köyde güreşe başladı ve daha delikanlılığın eşiğinde iken yaman bir karakucak güreşçisi olarak adını bütün çevreye duyurdu.

Ankara'da askerliğini yaparken bir arkadaşının ısrarı ile Ankara Güreş Kulübü'ne girdi ve orada minder güreşine başladı. Zehir gibi acı kuvveti ve büyük güreş kabiliyeti ile bu güreşte de kendisini derhal gösterdi. Ancak kendisini pek. tecrübesiz buIan yöneticiler onun Avrupa Şampiyonası'nda ezileceğini düşünerek kadroya almak istemediler.

Millî Takımın Finlandiyalı antrenörü Onni Pellinen ağırlığını koyarak direnince kendisine millî takımda yer verildi. Böylelikle başarı dolu güreş hayatının ilk millî temasını 1939 Avrupa Şampiyonası sırasında Oslo'da yaptı. Minder güreşindeki olanca acemilik ve millî maç tecrübesizliğine rağmen büyük bir varlık göstererek üç rakibini yendi, bir maçında sayıyla yenik sayılarak Avrupa Şampiyonluğunu kaybetti, ikinci oldu. O zaman, bu bile büyük başarıydı.

1940 yılında İstanbu1'da yapılan Balkan Oyunları'nda güreş yaşantısının ilk şampiyonluğunu kazandıktan sonra, İkinci Dünya Savaşı'nın araya girmesiyle millî müsabakalardan uzak altı yıllık bir duraklama devresine girilmişti.

1946 yılında tekrar rakipsiz eleman olarak Millî Güreş Takımımıza girdi. Aynı yıl Stokholm'de yapılan Avrupa Şampiyonası'nda sıtmanın verdiği 40 derecelik hararetle mindere çıkmasına rağmen yaptığı altı güreşi de kazanarak 73 kilonun Avrupa Şampiyonu oldu. 1947 yılında Prag'da yapılan Avrupa Greko-Romen Şampiyonası'nda da Ay-Yıldızlı mayo altındaki yerini muhafaza etti.

İlk kez “Demirperde Bloku”nun katıldığı bu şampiyona enteresan bir mahiyet taşımaktaydı. Zira Sovyet Rusya ve peykleri bir demirperde ülkesinde yapılan bu şampiyonada tam bir ittifak içinde idiler. Yaşar, arkadaşlarına yapılan haksızlıkları gördüğü zaman, şampiyonluğu kazanmak için sadece Rus rakibini değil, demirperde hakem blokunu da yenmesi gerektiğini gayet iyi anlamıştı. Bu azimle girdi güreşlere ve rakiplerini çatır çarır yendikten sonra finalde Rus ile karşı karşıya kaldı. Güreşe fırtına gibi girdi. Rus'u tuttuğu gibi yere vurdu. Oyundan oyuna geçiyordu. Bir ara rakibinin sırtını yere yatırdı. Hakemler görmezlikten geldiler. Sonra bir tuş daha yaptı. O da aynı akıbete uğradı. Koca Yaşar kızmıştı. Olanca gazabı ile atıldı, çift sürer gibi sürdü Rus'u. Daha sonra hırsla rakibini çatır çatır çevirdi. Bir pestil gibi sırt üstü mindere serdi ve rakibinin göğsüne çıkıp oturdu. Teker teker bütün hakemlere baktı. Gözleri öfke ile doruydu. Hani “Bu da tuş değil mi be insafsızlar” der gibiydi. Hakemler istemeye istemeye “Evet” dediler. Tuşu da; şampiyonluğunu da bastıra bastıra kabul ettirmişti koca Yaşar...

Güreş Dünyasında İsveçlilerin deyimi ile bir “Kara saçlı kuvvet ilahı” olarak parlayan Yaşar Doğu, büyük namını 1948 Olimpiyatları, 1949 Avrupa Şampiyonluğu ile de perçinledi. 1950 yılında Irak ve Pakistan'a yaptığı büyük turnede büyük kuvvet ve güreş bilgisini doğu alemine tanıtmak imkân ve fırsatını da buldu.

1951 yılında Helsinki'de yapılan Dünya Şampiyonası'nda 87 kiloda Ayyıldızlı mayoyu giydi. Çok çabuk kilo alan, buna karşılık çok zor kilo veren bir bünyeye sahipti. Bu yüzden yıllar ilerledikçe sıkleti de yukseliyordu, Nitekim 67 kilo ile başladığı güreş hayatının son şampiyonluğunu Helsinki'de 87 kiloda kazandı. Böylelikle parlak güreş hayatına bir de dünya şampiyonluğu sıfatını eklemiş oldu.

Ayyıldızlı mayo altında yaptığı 47 maçın 46'sını kazanan Yaşar, bunların 33'ünde tuş yapmış, 11 maçını ittifakla, 1'ini abandone ile, birini de ekseriyetle kazanmıştır. Galibiyetle sonuçlanan 46 güreşi 690, dakika sürmesi gerekirken; yaptığı tuşlarla bu süreyi 372 dakika 26 saniyeye indirmişti.

Güreş hayatını kapattıktan sonra Millî Güreş Takımımıza antrenör oldu. 1955 yılında antrenör olarak Millî Takımımızla gittiği İsveç'te ciddi bir kalp krizi geçirdi. Uzun bir tedavi gördü. Doktorlar kendisine iyi bakmasını, yorulup heyecanlanmamasını söylemişlerdi. Fakat bunu yapamadı. İsveç'ten döner dönmez tekrar kendini güreşe verdi ve 8 Ocak 1961'de Ankara'da bir kalp krizi sonucu vefat etti.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #127
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16813
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

YUSUF AKÇURA



Yusuf Akçura 2 Aralık 1876'da doğdu. Türkçülük akımının önde gelen düşünür ve tarihçisidir.

Harbiye Mektebi'nde okudu. 1897'de darbe girişimlerine katıldığı için tutuklandı. Taşkışla Divan-ı Harp kararı ile müebbet kalebentlik cezasına çarptırıldı. Karar sonrasında padişah fermanı ile Trablusgarp'a sürüldü. İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin 1899'da yaptığı girişimler sonucu Trablusgarp kenti içinde serbest dolaşma izni aldı.

Kısa bir süre sonra da Fransa'ya kaçarak, Paris'teki Jön Türkler'e katıldı. Paris’te Siyasal Bilgiler yüksek okuluna devam etti.

1903'te Osmanlı Devleti Kurumlarının Tarihi Üstüne Bir Deneme adlı teziyle okulu bitirerek Rusya'ya döndü. Kazan'da öğretmenlik yaptı. Bu dönemde Mısır'da çıkan Şüra-yı Ümmet ve Türk gazetelerinde çok sayıda imzasız makalesi yayımlandı.

Bunlar içinde, 1904'te Türk Gazetesinde çıkan Üç Tarz-ı Siyaset başlıklı dizi makale özel önem taşır. Bu makalede imparatorluğun önündeki seçeneklerin "Osmanlıcılık", "Panislavizm" ve "Irk esasına dayalı Türk Milliyetçiliği" olduğu, bunlardan en uygununun da sonuncusu olduğunu belirtiliyordu.

Akçura, II. Meşrutiyet'ten sonra İstanbul'a geldi. Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Darülfünun'da ve Mülkiye Mektebinde siyasal tarih dersleri verdi. Türkçülük akımına daha çok düşünce düzeyinde katıldı. Türk Derneği ve Türk Ocağı'nın kurucuları arasında yer aldı. Türk Yurdu dergisinin başyazarı ve editörü oldu.

İlk mecliste milletvekili, kurtuluştan sonra Türk Tarih Kurumu Azası oldu.

Akçura, Osmanlı Türkleri ile Osmanlı Devleti dışındaki Türklerin yalnız dil ve tarih alanındaki ortak geçmişlerine dayanarak bir birlik yaratamayacaklarını savundu.

Önemli yapıtları arasında; Üç Tarz-ı Siyaset, Şark Meselesine Dair tarih-i Siyasi Notları(1920), Muasır Avrupa'da Siyasi ve İçtimai Fikirler Cereyanlar(1923), Siyaset ve İktisat hakkında Birkaç Hitabe ve Makale(1924), Osmanlı İmparatorluğunun Dağılma Devri sayılabilir. Ayrıca Türk Yılı(1928) adlı derlemesi Türkçülük hareketinin kaynaklarını ve gelişimini inceleyen kapsamlı bir çalışmadır. Mevkufiyet Hatıraları (1914) ise Rusya'daki etkinlikleri ve tutukluluğu üzerine bilgi verir. Hakkında en önemli yapıt, François Georgeon'un Aux Origines du Nationalisme Turc; Yusuf Akçura (1980) adlı kitabıdır.

Yusuf Akçura, 12 Mart 1935'te Haydarpaşa Garı'nda çocuklarıyla yürürken kalp krizinden öldü.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #128
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16813
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

YÖRÜK ALİ EFE



Milli Mücadele kahramanlarından Yörük Ali Efe, 1896 yılında Aydın'da doğdu. Aydın bölgesi yörüklerinin Sarı Tekeli aşiretinden olan Yörük Ali Efe, Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe'den sonra Kuva-yı Milliye'nin önemli kişilerinden idi.

Milli Mücadeleye katıldığı zaman 23 yaşındaydı. Daha önce, 1916 yılında askere alınarak Kafkas Cephesi'ne gönderildiği sırada askerden kaçmış, dağa çıkarak Alanya'lı Molla Ali çetesine katılmıştı. Molla Ali, çarpışmada ölünce onun yerine çete başı oldu. Menderes Irmağını salla geçerken jandarmanın pususuna düşen çetenin bütün elemanları vurulmuştu. Yalnızca Ali Efe, salın ipini kesip kendini akıntıya bırakarak hayatını kurtarabilmişti.

Bu olaydan sonra çetecilikten vazgeçerek eşkıya avında bir süre hükümete yardımcı olan Ali Efe, Mondros Mütarekesinin ardından ortalık karışınca çete kurdu. Kıllıoğlu Hüseyin Efe ile birlikte Millî Mücadeleye katılarak zaman zaman Yunanlılara baskınlar yaptı.
Ali Efe'nin gün gittikçe genişleyen ve Millî Aydın Alayı adını alan milis kuvvetleri Kurtuluş Savaşında büyük yararlıklar göstermiş, Aydın'ın Yunan işgalinden kurtulmasında büyük rol oynamıştı.

Savaş sona erince çetesini dağıtarak Yenipazar'ın Kavaklı köyüne çekilen ve Yörük soyadını alan Ali Efe, İzmir'de geçirdiği tramvay kazasında bacaklarını kaybederek sakat kaldı.

Yörük Ali Efe, 1953 yılında öldü.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #129
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16813
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

YAVUZ SULTAN SELİM


Yavuz Sultan Selim, Osmanlı İmparatorlarının en büyüklerinden biridir. O, büyük bir şair, kuvvetli bir kumandan ve yüksek bir devlet adımı idi. Yavuz Selim, İkinci Bayezid’in oğludur. Diğer kardeşleri Korkut, Ahmet, Mahmut, Alim Şah, Şehinşah’tır. Annesi Gülbahar Hatun’dur.

Yavuz Selim 1467 tarihinde Amasya’da doğdu. Annesi Şehzade Selim’i çok iyi yetiştirdi. Devrinin en yüksek hocalarından Halim Çelebi’den ders aldı. Ağabeylerinden, daha üstün bir zekaya ve kuvvetli bir iradeye sahipti. Büyük bir devlet adımı olmak için bütün vasıfları haizdi. Edebiyata fazlasıyla meraklı idi. Biri Türkçe, diğeri Farsça iki Divânı vardır. Vezirlerinin boynunu hiç tereddütsüz vurdurabilen bu cengaver, aşık olunca: Canımı ateş-i aşk istila etti bu sûzişte , Gözyaşımdan başka serpilecek su yoktur. Diye ağlayabilecek kadar hassas bir ruha sahipti.

O, korkunç bir cihangirdi. Bir gün şöyle söylemişti: Bana cihanda yalnız vatan aşkı kafidir. Çoştukça, Selim bugün askerlik aşkının padişahıdır, Ne hanlıkta mukayyeddir, ne de Hakana muhtaçtır. Deyip dünya haritasını önüne alıyor:
Bu dünya bir padişaha azdır! Diye üzülüyordu.

Yavuz Selim hakikaten yiğit bir insandı. İri vücutlu, şahin bakışlı, pala bıyıklı, bir erkek güzeli idi. Sakalını tıraş ettirir, bir kulağına da küpe takardı. Sade giyinmeyi sever, basit yemekler yerdi. Süslenmeyi hiç sevmezdi. Eşi Hafize Ayşe Sultan, oğlu Süleyman’a süslü bir elbise giydirmişti. Oğlunu süsler içinde gören Yavuz Selim:
Sen böyle süslenirsen, Hatunlar ne giyecek? Demişti. Buna rağmen pek sertti. Vezirlerin kusurunu gördüğü zaman affetmez, derhal başını vurdururdu. Halk ona kahramanlığından, sertliğinden dolayı Yavuz demişti.

Babası İkinci Bayezid, oğlu Şehzade Selim’i Trabzon’a vali tayin etmişti. O, burada devlet işleriyle meşgul olurken bir yandan da şiir yazıyordu; bir de sanata sahipti. Trabzon’da Süleyman adlı bir oğlu dünyaya geldi.

Yavuz Selim, Trabzon’da vali iken memleketinin durumunu inceden inceye tetkik ediyordu. İran’dan gelen Şii kuvvetleri Anadolu içlerine doğru akın ediyorlardı. Buna fazlasıyla üzülüyordu. Babası iyice ihtiyarlamış olduğundan, Fatih devrinin muazzam zaferleri görünmüyordu. Memleketi idare edecek büyük vezirler de yoktu. Bu halden müteessir olan Yavuz Selim, babasına şöyle bir mektup yazdı:

“Devlet işlerini başarmanın kolay bir iş olmadığı şüphesizdir. Bendelerine kalırsa, iş başına getirilecek kimselerin devlet adamlarından birine mensup olması maksada vefa etmez. Bu gibilerin belki biraz sadakatinden istifade edilebilir. Memleketimizin her köşesinde ilim ve ahlakıyla tanınmış birçok kimseler vardır. O cümleden olmak üzere bu taraftaki kullarınızdan bazılarını uzun zaman denedim. Kendilerine az çok kabiliyet gördüm. Bunlar biraz daha yetiştirilecek olursa kendilerinden istifade olunur. Bu maksatla kendilerini takdime cüret ediyorum.”

İlim ile ahlakı, en üstün vasıf olarak görmüştü. Babası artık devleti iyi idare edemiyordu. İstanbul’da bir takım ulema Şehzade Ahmet’i tahta çıkarmaya teşebbüs ettiler. Bunu duyan Yavuz Selim, kuvvetleriyle Rumeli’ne geçerek babasının kuvvetleriyle çarpıştı.

Sonuçta kendi gücüyle 1512 tarihinde dokuzuncu padişah olarak tahta çıktı.
Yavuz Selim, padişah olunca iki siyasetin gerçekleştirilmesine çalıştı. Birisi doğu siyaseti; İran’da Şii Safevî Devleti’ni ortadan kaldırmak, Orta Asya’ya bir kapı açmaktı. Diğeri ise; Kuzey siyaseti ile Mısır’ı elde ederek Hint ticaret yollarına sahip olmaktı. Aynı zamanda Halifeliği Araplardan alarak üç yüz milyon Müslüman’ın Halifesi sıfatını kazanmaktı. Yavuz Selim, bu emellerini yerine getirebilecek bir kudrette yaratılmıştı. Ordusu onu çok seviyordu. O da büyük kuvvetlere kumanda etmek iktidarına sahipti.

Yavuz Selim tahta çıktığı sıralarda Safevî tahtında bulunan Şah İsmail hiç rahat durmuyor, Anadolu’ya akınlarda bulunuyordu. Yavuz, İran’daki Şiilere bir ders vermeğe karar verdi. Yavuz Selim, Edirne’de bir divan kurarak İranlılara harp etti.

Ordusu 19 Mart 1514 tarihinde Edirne’den hareket ederek, Anadolu yakasına geçti. Derhal Anadolu Beylerbeyi Sinan Paşa orduya katıldı. Sadrazam Dukakin zade Ahmet Paşa, öncü olarak ileri harekete geçti. Bütün kuvvetlerinin adedi 180,000 kişi idi. Ordu, Erzincan taraflarına gelince, Yavuz Selim, Şah İsmail’e bir mektup göndererek, şunları yazdı:
“Fitneler çıkardınız, İslam büyüklerine küfürler ediyorsunuz, bunun cezası katildir, üzerinize geliyorum, işgal ettiğiniz Osmanlı memleketlerini geri veriniz.”

Buna karşı şah İsmail de bir mektup yazdı. Hakaret olsun diye de içi afyon dolu bir kase gönderdi. Yavuz da ona bir aba, bir asa, bir de külah yolladı. Askerin yolu uzun olduğundan çok güçlük çekiyorlar, hem de erzak sıkıntısına uğruyorlardı. Bu hali Yavuz’a söyleyen Hemdem Paşa’yı, padişah derhal idam ettirdi. Fakat askerde isyan emareleri göründü. Yeniçeriler tabanları yarılmış, çarıklarını mızraklarının ucuna takarak, Yavuz’un çadırının etrafını sardılar. Çadıra da bir silah attıktan sonra, hep bir ağızdan:
İstemezük, istemezük!... Diye bağırmaya başladılar. Bu hali giren Yavuz, çadırdan fırlayıp atına atlayarak askerlerine gözünü dikti ve onlara ateşli bir hitapta bulundu:

“Ey asker kıyafetli korkaklar; çoluğunu, çocuğunu, karısının kucağını muharebeye tercih edenleriniz varsa geri dönsünler!... Ben buraya geri dönmek için gelmedim. Bu meşakkatlerin çekileceğini tahta çıktığım zaman söylemiştim. Şimdi niçin itaat etmiyorsunuz? Siz harbe girmezseniz, ben yalnız başıma girerim!.."

Bu hitap karşısında asker heyecana gelerek yoluna devam etti. Ordu, 22 Ağustos 1514’te Çaldıran Ovası’na geldi. Yavuz, Şah İsmail’e bir kadın elbisesi gönderdi. İran ordusu 120,000 kişi idi. Kısa bir zaman sonra Çaldıran Ovasında çarpışma başladı.
Neticede Şah İsmail’in ordusu bozuldu. Kendisi harp meydanından kaçtı. Türk ordusu muzaffer olarak Tebriz’e girdi. Şah İsmail’in meşhur incili tahtı da Türklere geçti.

Yavuz’un Çaldıran zaferinden sonra en büyük savaşı “Ehramlar muzafferiyeti”dir. Bu harbi de Mısır Kölemenlerinin hükümdarı Cansu Gavri, Toman Bey ile yaptı. Yavuz’un kuvvetleri Mısır Kölemenleriyle 24 Ağustos 1516’da Mercidabık’ta karşılaştı. Bu kuvvetleri perişan ederek, Suriye ülkesini fethetti. Bundan sonra da Yavuz Gazze zaferiyle Filistin’i fethederek, Sina Çölünü aştı, Kahire’ye geldi. Toman Bey’in kuvvetlerini de, 22 Ocak 1517’de Ehramlar önünde perişan etti. Mısır ülkesi de Türk ülkeleri arasına girdi. Bu savaşta Kölemenler Yavuz Selim diye Sinan Paşa’yı öldürdüler. Bunu duyan Yavuz Selim:
Heyhat Mısır’ı zaptettik, fakat koca Sinan’ı kaybettik!... dedi.

Son Abbasi Halifesi Mütevekkil Alallah, Hazreti Peygamberin mübarek emanetleriyle Halifeliği, Yavuz Selim’e teslim etti. Bundan sonra Osmanlı padişahları tebaasının hükümdarı ve aynı zamanda bütün Müslümanların Halifesi oldu.

Yavuz Selim, Nil nehri kenarında gezinirken suya düştü, fakat derhal kurtardılar. Her zaman yanında bulunan büyük Türk alimi İbn-i Kemal’e askerlerin halini sordu. O da, askerlerin çadırlarında şu türküyü söylemekte olduklarını bildirdi:
Nemiz kaldı bizim mülk-i Arabda
Nice biz dururuz Şam ü Haleb’de
Cihan halkı kamu iş-ü tarâbda
Gidelim biz dahi Rum illerine... Bunun üzerine Yavuz:

Git Vezire söyle! Sabah orduyu kaldırsın! Diye emir verdi. Yavuz Selim, Mısır’da yedi ay üç gün kaldıktan sonra yola çıktı. Yavuz Selim, Mısır’dan 1000 deve yükü altın ve gümüş para ile İstanbul’a geldi. Yolda İbn-i Kemal’in atının ayağından bir çamur parçası Yavuz’un giydiği feraceye değdi. İbn-i Kemal sapsarı kesildi. Fakat Yavuz Selim:

Bu cübbeyi alın, böylece hazinemde saklansın; alimlerin atlarının ayaklarından sıçrayan çamur bizim makbulümüzdür. Demek suretiyle ilim adamlarına olan saygısını belirtmişti.
Yavuz Selim, sadrazamlığa Pir Mehmet Paşa’yı getirdikten sonra Macaristan’a bir sefer yapmak üzere ordusu ile yola çıktı. Fakat Çorlu ile Uğraş nahiyesi arasındaki Sirt köyünde hastalandı.

Sırtında çıkan Sirpençe büyümüştü. Ağırlaşınca eline bir Kur’an-ı Kerim aldı; Yasin suresini okuyarak, 1520 tarihinde 53 yaşında bu cihangir, dünya evini terk etti.
Dokuz yıllık, debdebe içinde zaferlerle dolu olan hayatı sona erdiği zaman, dünya tarihi en büyük hükümdarlarından birini kaybediyordu.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #130
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16813
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

YUSUF HAS HACİB



Karahanlı Devleti döneminde yaşayan Yusuf Has Hacip, Balasagun şehrinde 1017 yılında doğdu. Ailesinin, dönemin ileri gelenlerinden olduğu tahmin edilmektedir. İlk eğitimini Balasagun’da aldı. ‘Has Hacib’ unvanını almadan önce ‘Balasagunlu Yusuf’ olarak tanınıyordu.

Onu bütün dünyaya tanıtan ünlü eseri Kutatgu Bilig’i 50 yaşlarında yazdı. 18 ayda tamamlanan bu eseriyle adeta ölümsüzleşti.

Yazdığı bu ölümsüz eseriyle 1070 yılında Kaşgar’a gelerek Karahanlı hükümdarı Uluğ Kara Buğra Han’a kitabını takdim etti. Kendisi de edebiyat ve sanat meraklısı olan Uluğ Kara Buğra Han, sarayda kitabı okuttuktan sonra Balasagunlu Yusuf’a ‘Uluğ Has Hacib’ unvanını verdi. Karahanlı Devleti’nin baş vezir yardımcılığı ile taltif edilen Balasagunlu Yusuf, baş vezir yardımcılığı sırasında Yusuf Has Hacib olarak ün yaptı.

Devrinin seçkin bir bilgin ve yazarı olan Yusuf Has Hacib, İslamî Türk Edebiyatının eseri günümüze ulaşan ilk Türk yazarıdır.

Yusuf Has Hacib 1077 yılında vefat etmiştir. Kabri, Çin işgali altındaki Doğu Türkistan’ın en önemli şehirlerinden birisi olan Kaşgar’da bulunmaktadır.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
buyukleri, dan, turk

Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:04.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.