Geri git   CurcunaForum.Org > Kültür - Sanat - Tarih - Eğitim ve Uzay > Biyografiler

Biyografiler Aradığınız kişinin Biyografileri bu bölümde.

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 09-17-2008   #41
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16770
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

FATİH SULTAN MEHMET


Osmanlı hükümdarlarının yedincisi olup İstanbul’u almak suretiyle tarihte yeni bir devir açan ve Osmanlı devletini de bir imparatorluk haline getiren padişahtır. 1430 yılında doğdu. İkinci Murad’ın oğlu, Çelebi Sultan Mehmed’in torunudur. Annesinin Sırplı veya Zülkadiroğulları soyundan Alime Hatun adlı bir Türk olduğu hakkında iki rivayet vardır. Babası sağlığında onu iki defa tahta geçirerek Manisa’ya istirahata çekilmişti.

İlk defa 1444 yılında yani 14 yaşında iken hükümdar oldu. Fakat onun çocuk olmasından fayda uman Haçlılar Ordusu hududu aşınca ikinci Murat tehlikeyi karşılamak zoruyla tekrar tahta çıktı ve Varna muharebesinde düşmanı yendi.

Fatih ikinci defa bir yıl sonra, yani İkinci Kosova savaşının kazanılmasından sonra padişah oldu ama yine çocuk olduğu düşünülerek tekrar Manisa Valiliğine gönderildi.

Babasının 1451 Şubatında ölmesi üzerine Manisa’dan dolu dizgin Edirne’ye gelerek tahta çıktı. 21 yaşında bir delikanlı idi. Manisa’da hükümdarlık nöbetini beklediği yıllarda bütün zamanını okumaya vermiş olduğunu söylenir. Arapça ve Farsça’dan başka Latin, Yunan ve İbrani dillerini de öğrenmiş olduğu rivayet edilir.

Taca sahip olunca, vaktiyle tahta geçmişken Manisa’ya dönmesine sebep olan Sadrazam Çandarlı Halil Paşa’yı içinde sakladığı hınca rağmen makamında bıraktı. Karamanoğlu İbrahim Bey’in isyanını da bastırdıktan sonra İstanbul’u almak için hazırlığa başladı.

Önce Boğaziçi’nde şimdi Rumelihisarı dediğimiz Boğaz Kesen kalesini yaptırdı. Bizans’ın yüzyıllarca kuşatmalara dayanmış olan sağlam duvarlarını yıkabilmek için Edirne’de toplar döktürdü ki aralarında o zamana kadar görülmemiş büyüklükte olanlar da vardı.

Hazırlık tamamlarınca ordusunu İstanbul üzerine yürüttü. 6 Nisan 1453 günü karargahını Eğrikapı karşısındaki tepenin arkasına kurdu. Asker, Marmara’dan Halice kadar yayılarak şehri kuşatıyordu. Orduda üç büyük topla beraber, irili, ufaklı ön dört batarya top daha vardı. Bu üç büyük top şimdi Topkapı dediğimiz Saint Romain karşısına konulmuştu. Bunlardan başka tahta kuleler ve sair kuşatma aletleri de vardı. Denizden de Baltaoğlu Süleyman Bey’in komutasındaki donanma muhasarayı tamamlıyordu.

İmparator Konstantin Dragazes, Boğazkesen kalesinin yapıldığı günden beri şehri müdafaaya hazırlanmıştı. İmparator askeri ancak sekiz, dokuz bin kişiden ibaretti. Fakat otuz beş bin kişi kadar eli silah tutar İstanbul halkı ile gönüllüler, Cenevizliler, Venedikliler, ve yabancı kaptanlar gibi birkaç bin de yabancı yardımcıları ve Gran adlı bir de Alman topçuları vardı. Haliç, şimdiki Galata Köprüsünün hizasına bir kalın zincir gerilmek suretiyle Türk gemilerine kapatılmıştı.

Fatih’in Edirne’den getirdiği büyük top, kullanıldığı zaman patlamış ve Macar Mühendis Orban’ı da öldürmüştü. Baltaoğlu’nun komutasındaki donanma da pek iş göremedi. 20 Nisanda erzak ve mühimmat yüklü üç, dört Cenova gemisi, çaplarının büyük olmasından ve o sırada kendilerine elverişli bir rüzgar çıkmasından dolayı küçük gemilerden oluşan donanmayı yararak limanın ağzına geldi ve orada gerili bulunan zincirin indirilmesi üzerine içeriye girdi. Zavallı Baltaoğlu, bir gözünü kaybedecek derecede fedakarlıkla savaşmış olduğu halde bu başarısızlığından dolayı derhal Donanma Komutanlığından azledilmiş ve yerine Hamza Bey geçirilmiştir.

Bu türlü başarısızlıklar, Rumlardan rüşvet aldığı rivayet edilen Halil Paşa’nın muhasaradan vazgeçmesi için Padişaha bir daha ricada bulunmasına fırsat vermişti. Fakat İkinci Mehmed, azminden döneceklerden değildi. Toplar kara tarafından pek işe yaramıyor ve tahtadan yapılma hücum kulelerini de Bizanslılar Gregeois ateşiyle yakıyorlardı.

İkinci Mehmet, Zağanos Paşa ile hocası Molla Gürani ve Akşemseddin gibi değer verdiği alimlerden oluşan büyük bir meclis kurdu ve muhasaraya devam kararını verdi. Ve şehri Haliç’ten de sıkıştırarak müdafaa kuvvetlerini dağıtmak maksadıyla dahiyane bir tedbirde bulundu: Dolmabahçe ile Kasımpaşa arasına kızaklar döşeyerek bir gecede 67 parça gemiyi Haliç’e indirdi. Muhasara 53 gün sürmüştür.

Nihayet 29 Mayıs 1453’te Topkapı ve Eğrikapı üzerinden Türk askeri şehre girdi ve İstanbul alınarak tarihin Ortaçağı sona ermişti.

Fatih, şehri aldıktan sonra yirmi gün kadar İstanbul’da oturmuş, mağluplara o çağın değil, bu asrın bile galiplerinde rastlanmayan âlicenaplık göstermişti. Rumlara yeniden patrik seçtirmiş, ve sonraları Osmanlı Devleti için büyük güçlükler doğuran imtiyazları vermişti.

Edirne’ye dönüşünde Sadrazam Halil Paşa’yı öldürttü ve yerine ancak bir yıl kadar sonra Mahmut Paşa’yı Sadrazamlığa getirdi. 23 yaşında İstanbul’u almış olan Fatih, ondan sonra 28 yıl hükümdarlıkta bulunmuş ve bütün saltanatı zarfında iki imparatorluk, on dört devlet, iki yüz şehir fethederek “Fatih” unvanına tamamıyla hak kazanmıştır.

Yaptığı savaşlar arasında başarısız olanlar da vardı. Fakat savaşlarının çoğu parlak zaferlerle bitmiştir. 1456’da meşhur Jan Hünyad, Firuz Bey’in ordusunu bozmuş, kendisini esir etmişti. Arnavutlukta yine meşhur İskender Bey, Fatih’in ordularını uzun müddet uğraştırdı.

1459’da Yunanistan ve Sırbistan istila edildi. 1462’de Trabzon İmparatorluğu da Osmanlıların eline geçti. İki yıl sonra Bosna alındı. Karaman hükümetine büsbütün son verildi. Arnavutluk nihayet istila edildi. 1475’de Gedik Ahmed Paşa komutasındaki ordu Kırım’ı aldı ve ondan sonra Kırım bir Osmanlı eyaleti haline girdi. İtalya topraklarında ve Avusturya içlerinde Türk akıncıları dolaştı.

Fatih Sultan Mehmet, Rodos kalesini almaya uğraşmış, fakat muvaffak olamamıştır. Rodos Şövalyeleri, Fatih’in torununun oğlu Kanuni Süleyman zamanına kadar Türk pençesinden kurtulmuş oldular. Akkoyunlu devletinin hükümdarı Uzun Hasan’ın mağlubiyetle neticelenen Otlukbeli Savaşı da 1472’de yapılmıştır.

25 Nisan 1481 günü Ordu-yu Hümayûn'un başında yola çıkan Fatih Sultan Mehmet, Üsküdar'a geçerek ilerlemeye başladı ve bir hafta sonra Gebze civarında konakladı. İstanbul'dan yola çıktığı günden beri sağlık durumu birden bozulmuş ve günden güne de kötüye gitmeye başlamıştı. Aslen Venedikli bir Yahudi olan özel hekimi Yakup Paşa (Asıl adı Maestro İacopo), ulu hakanı tedavi etmek bahanesiyle hareket gününden itibaren vermeye başladığı zehrin dozunu artırmakta idi. Bu Venediklilerin Fatih'e on beşinci suikast teşebbüsü idi. Bundan önceki on dördü hedefine ulaşamamıştı. Venedikliler bu kez astronomik bir ücret vaadi ile padişahın özel doktorunu elde etmişlerdi.

Fatih Sultan Mehmet, 3 Mayıs 1481 günü Gebze'deki otağında kan kusarak öldü. Ancak Yakup Paşanın foyası hemen meydana çıkmıştı. Venedik'in kendisine vaat ettiği 250 milyonluk muazzam serveti alamadan, Türk askerleri tarafından linç edildi.

Tarihlerimiz Fatih Sultan Mehmet’i şu suretle tarif ederler: “Orta boylu, kalın kemikli, omuzlarının arası geniş, gövdesi bacaklarından uzun, kaşları yüksek ve kavisli, çehresi beyaz üzerine siyah ve kıvırcık, boynu kısarak ve ön tarafına mail, alnı açık, gözleri parlak, ağzı küçük, burnu kiraza sokulmuş şahin gagası şeklinde kemerli idi.”

Kendi adıyla anılan Fatih semtinde yaptırdığı Fatih camiinin bahçesindeki türbede gömülüdür. Camiinin etrafında medreseler de yaptırmış ve bunları o zamana göre mükemmel denecek bir şekilde açtırmıştır. Eyüp camii ile Ayasofya medresesini de o yaptırmıştı.

İlim adamlarına hürmet ettiği, hocası Molla Güranî’nin daima elini öptüğü, Molla Hüsrev’e camide bile ayağa kalktığı, Molla Cami ve Ali Kuşçu gibi şöhretli alimlere büyük ihsanlarda bulunduğu meşhurdur.

Fatih edebiyatla da meşgul olmuş ve Avnî mahlasıyla gazeller yazmıştır. 14 gazeli Divân-ı Avnî adı ile 1904 yılında Berlin’de basılmıştır.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #42
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16770
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

FUZÛLÎ



Fuzûlî, Irak'ın Hille kasabasında 1494 yılında doğdu. Soyca Türk Bayat aşiretindendir. Hille Müftüsü Süleyman'ın oğludur. Asıl adı Mehmet'tir. Ömrünü Bağdat ve Kerbelâ'da geçirip Irak'tan dışarı çıkmadı. Hazret-i Hüseyin'in türbesinin kandilciliğiyle geçinirdi. Hocası Rahmetullah Efendi'nin kızı Rahime ile evlendi ve Fazlullah adında bir oğlu oldu. En tanınmış eseri, Doğunun efsane dolu aşk hikayesi olan Leyla ile Mecnun'dur. Bu değerli eser pek çok dile çevrilmiştir. Fuzuli 1555'te Kerbela'da vebadan öldü. Türbesi halen oradadır.

Mehmet, o kadar alçak gönüllü bir insandı ki, şiirlerinde Fuzûlî (fazlalık) adını kullanırdı. Neden böyle yaptığı sorulduğunda; "Herkes başkasının şiirini kendi malı gibi gösteriyor. İsmim bu olunca kimse benimkilere tenezzül etmez, ya da başkasının şiiri benim sanılmaz" diye karşılık vermiştir.

Fuzûlî son derece bilgili ve çalışkan bir insandı. Oğlu Fazıl'ın da öyle olması için çok çalışmıştı. Ama, olmadı. Çünkü Fazlullah, gayet tembel, kabiliyetsiz bir çocuktu. Bunun üzerine zamanın şairlerinden biri Farsça: Fazlî peder ü püser Fuzûlî Yani, asıl erdemli olan babası, oğlan tamamıyla fazlalık, mısraını söylemişti.

Bütün şiirlerinde kendini Tanrı aşkına adamış olan Fuzûlî, geçim sıkıntısı içinde kahroluyordu. Bağdat'ı Kanunî fethedince, onun komutanına, padişah için kasideler, övgü şiirleri sundu. Bu sayede Bağdat vakıflarının ziyadesinden, yani vakfa harcadıktan sonra artakalan paradan günde dokuz akçe maaş bağladılar.

Zavallı Fuzulî, hiç bir zaman bu parayı alamadığı için sonunda, Bağdat'ta barınamadı. Biraz daha dış mahalle kabul edilen Hille'ye çekildi. Hazret-i Hüseyin Türbesi'nin bekçiliğiyle geçinmeye çalıştı.

Ancak, Kanunî'nin fermanlarına tuğra yapan Nişancıbaşı Celâlzâde Mustafa Çelebi'ye de Şikâyetnâme adıyla ün yapmış, dokunaklı bir eleştiri örneği olan mektubunu yollamadan edemedi. Bu eser, o zamanın resmî dairelerinde insanların nasıl çalışmadıklarını gösteren dili sanatlı, edebiyat değeri yüksek bir belgedir.

Bu şikayetnamedeki "Selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar" sözü, hala yaşayan bir gerçektir.

Fuzûlî daha önce, Safevî Hükümdarı Şah İsmail Bağdat'ı zaptedince, ona Beng ü Bâde (Afyon ve içki) adlı bir mesnevi sunmuştu. Fuzûlî, bu eserde afyonla şarabı konuşturur ve bunlardan her biri, kendini över. Fuzulî'nin bu mesneviyi yazmasındaki amaç, aslında Yavuz ile Şah İsmail arasındaki mektup düellosuna bir edebî şekil kazandırmaktır. Bu bakımdan semboller yerini bulmuştur: Şah İsmail, eserde afyonla, Yavuz ise şarapla temsil edilmiştir.

Kerbelâ olayını anlatan Hadîkatü's-Süedâ adlı eserinden başka, şairin en önemli eseri "Leylâ vü Mecnun" mesnevîsidir. İslâm dinini kabul etmiş toplumların edebiyatlarında ortak konular çok görülür. Nitekim XV. yüzyılda Ali Şir Nevâî gibi gerek Türk, gerek Arap veya İranlı birçok şair bu konuyu işlemiştir. Ama hiç birisi, Fuzulî'nin ulaştığı "Neoplatonik aşk" anlayışına, tasavvuf görüşüne ve ifade lirizmine ulaşamamıştır.

Denilebilir ki, dünya edebiyatında Fuzulî'nin Leylâ ve Mecnun'u tektir:
Git, derdime sen devâ değilsin
Bigânesin, âşina değilsin
Gördü ki bir avcı dâm kurmuş
Dâmına gazâller yüz urmuş
Bir âhu esir-i dâmı olmuş
Kan yâşı karâ gözüne dolmuş
Boynu burulu ayağı bağlu
Şehlâ gözü nemlü cânı dağlu
Sayyâd sakın cefa yamandır
Bilmezsin mi ki kana kandır?
gibi mısraları bu eseri baştan başa şiir hâline getirir.

Fuzûlî, Dîvân'ının önsözünde "Şiirsiz ilim, esası yok duvar gibidir." der.
Fuzûlî şiirleriyle aşkı yüksek ve ilahi bir düzeye ulaştırdı. Ona göre şiirin kaynakları ilahidir. Tanrı vergisi ve yardımı olmadan şiir söylenemez.


"Aşk imiş her ne var alemde, ilim bir kil-ü-kal imiş ancak" mısraları da aşkı her şeyden üstün tuttuğunu gösterir.

Ona göre ruh, ıstırap, elem ve hicranla yoğruldukça olgunluğa doğru yönelir. Bu hal içinde yaşadığı halkın daimi acılar, yoksulluklar ve değişimler çekmelerinden ileri gelir.

Aynı asırda İstanbul'da yaşayan Baki'nin şiirlerinde ihtişam, gurur, büyüklük ve renk vardır. Daha sonra yine İstanbul'da yaşayan Divan edebiyatımızın üçüncü zirvesi Nedim'in şiirlerinde de hayat, neşe, renk ve cümbüş bulunur. Fuzûlî'nin şiirlerinde ise çöllerin hasretle dolu enginliği, hayal dolu ıssızlığı, yakıcılığı ve yoksulluğu yaşar.

Büyük şairimiz Fuzûlî'yi, zaman zaman Araplar ve İranlılar kendilerine. maletmek istemişlerdir. Oysa o, özbeöz Türk'tür. Oğuzlar'ın Bayat kabilesinden gelir. Farisî divanının giriş bölümünde, kendisinin hâlis Türk olduğunu gayet açık bir dil ile belirtmiştir. Fuzulî, bu girişte şöyle der:


"Aslım Türk, ana dilim Türkçe'dir. Arapça'yı ilmî mübahaseler esnasında, Farisi'yi de arzu ettiğim zaman kullanırım. Çocukluğumdaki şiirlerim, daima ana dilimle, yani Türkçe sâdır olmuştur..."

Fuzûlî, devrinin fen ve tıp ile ilgili bilgilerini de iyi öğrenmişti. Nitekim, onun Ruhnâme yahut Sıhhat ve Maraz isimli risalesi şairin hekimlik ilmiyle de uğraşmış bulunduğunu gösterir.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #43
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16770
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

MAREŞAL FEVZİ ÇAKMAK


Büyük asker, cumhuriyet ordumuzun Atatürk’ten sonraki tek mareşali 1876 yılında İstanbul'da, Cihangir'de doğdu. Asker bir ailenin çocuğudur. Soğuk, çeşme Askeri Rüştiyesi ve Kuleli İdadisinde okuduktan sonra l898'de kurmay yüzbaşı olarak tahsilini tamamladı. Ordunun çeşitli kademelerinde görev aldı. Birçok savaşlara girip çıktı. Sakarya zaferi ile mareşal rütbesini aldı. 1944 yılına kadar Genelkurmay Başkanlığı görevindeydi. 1950'de öldü.

Fevzi Çakmak bir asker çocuğu idi. Babası, Miralay Sırrı Bey'di. Çakmakoğulları'ndan Sırrı Bey'in üç oğlu da onun yolunda yürümüşlerdi. Biri Manastır'da, diğeri Çanakkale'de şehit düşmüştü. Bu kardeşlerin üçüncüsünün adı Fevzi idi.

Kurmay yüzbaşı rütbesiyle ordu saflarına katıldığı zaman önce Erkân-ı Harbiye Dördüncü Şubesi'ne atandı. Sonra da Rumeli'ye tayini çıktı. Balkanlarda geçen sekiz yıllık başarılı hizmet sonunda albaylığa yükseldi Çakmakoğullarından Fevzi Bey. 1908'de Hürriyet ilan edildiği zaman Taşlıca Mutasarrıfı ve 35'nci fırkanın kumandanı idi. Ancak gülünç bir iddia ile, albaylığa terfiinin bir “saray iltiması” olduğu ileri sürülerek rütbesinden iki yıldız geri alındı. Bu düpedüz bir haksızlıktı. Fakat Fevzi Bey mert bir asker ve olgun bir insandı, uğradığı bu haksızlık karşısında dahi bir infial göstermedi. Ancak haksızlıkla elinden alınan yıldızlarını pek kısa bir zamanda yine alnının teri ile geri almasını bildi.

1910 yılında Kosova Kolordusu Kurmay Başkanlığı'na, kısa bir süre sonra da Garp Kolordusu Kurmay Başkanlığına tayin edildi. Balkan Savaşında Vardar Ordusu Erkânı Harbiye Harekat Şubesi Müdürlüğü görevinde idi. Savaştan sonra merkezi Ankara'da bulunan Beşinci Kolordu Kumandanlığına getirilirken rütbesi büyümüş ve adı da Fevzi Paşa olmuştu.

Birinci Dünya Savaşı başladığı zaman Fevzi Paşa, emrindeki kolordu ile Çanakkale'nin savunmasına katıldı. Oradan İkinci Kafkas Kolordusu Kumandanlığına tayini çıktı. Koca bir ömür harp alanlarında geçiyordu. Balkanlar'dan Kafkaslar'a kadar uzayan bu savaş hayatı daha sonra Suriye'de devam etti. Burada ferikliğe (Korgeneralliğe) terfi etti.

Mütarekeyi müteakip İstanbul'a tayini çıktı. Bir süre İstanbul Büyük Erkân-ı Harbiye Reisliğinde bulunduktan sonra 1920 yılı başlarında Harbiye Nazırlığı'na getirildi. Böylelikle Salih Paşa'nın kurduğu hükümette kısa bir süre Nazırlık da yapmış oldu. Bu makamı işgal ederken, Anadolu'ya askeri eşya ve cephane göndermek suretiyle Milli Mücadele'ye büyük katkılarda bulundu. Bu millî harekât aleyhinde şiddetli tedbirler almak üzere iktidara getirilen Damat Ferit Paşa kabinesinin kurulmasından önce Harbiye Nazırlığı görevinden ayrıldı. Doğruca Ankara'ya giderek millî harekete katıldı.

1920 yılı Nisan ayında Ankara'ya gelen Fevzi Paşa, bir ay sonra Ankara Hükümeti'nin Millî Müdafaa Vekilliği'ne getirilirken Vekiller heyetine de reis oldu.

İkinci İnönü zaferini mütekaip orgeneral rütbesi verilen Fevzi Paşa 1921 yılında Erkân-ı Harbiye Reis Vekili oldu. 1922 yılı Temmuz ayına kadar on bir ay süre ile bu vazifede ve Vekiller Heyeti Reisliği'nde kaldı.

Sakarya'da kazanılan büyük zaferdeki üstün hizmetlerinden ötürü Birinci Ferik (Orgeneral) Fezvi Paşa, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kararı ile Müşir (Mareşal) rütbesini aldı.

Mareşal Fevzi Çakmak büyük zafer ve cumhuriyetin ilanından sonra Genelkurmay Başkanı oldu.Yalnız ordunun değil, bütün bir milletin en sevip saydığı bir insandı da. Benliğini saran engin tevazu, sürdürdüğü alabildiğine sade ve tertemiz özel hayatı ona ayrı bir özellik vermekteydi. Bir sembol, bir bayrak olmuştu milletin kalbinde.

12 Ocak 1944 günü yalnız binbir şan ve şerefle dolu askerlik yaşantısının değil, hayatının da en hazin gününü yaşadı Mareşal Fevzi Çakmak. O gün, emekliye sevkedilmişti. 55 yıl sırtında şerefle taşıdığı üniformasına veda günüydü o gün...

Genelkurmay Başkanlığı görevine ve vücudunun bir parçası olmuş bulunan ünifarmasına veda etti. Bir süre evinde sakin bir hayat yaşadı. Memleket çok partili bir devreye girince o sıralarda kurulmuş bulunan Millet Partisi'ne girdi. Demokrasi mücadelesine katıldı.

Sembolleşmiş insan, büyük asker Mareşal Fevzi Çakmak, 10 Nisan 1950 günü İstanbul'da hayata gözlerini yumdu. Vefatı memlekette öylesine içten kopup gelen büyük bir üzüntü yaratmıştı ki, İstanbul Radyosu'nun müzik neşriyatını kesmemesi yüzünden radyo evi önünde iki gün süre ile büyük nümayişler yapıldı.

Ve cenazesi 12 Nisan 1950 günü mahşerî bir kalabalığın da katılmasıyla kaldırıldı. Eyüp Sultan kabristanında toprağa verildi.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #44
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16770
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

GAZAN HAN


Gazan Han 1271 yılında doğdu. Argun Han’ın oğludur.

İran’da hüküm süren ve Cengiz Han’ın soyundan gelen İlhanlıların yedincisi ve en büyüğüdür. Müslümanlığı kabul ettikten sonra Mahmut adını almıştı. Bir takım iç savaşlardan sonra, 1295’te tahta çıktı ve dokuz yıl hükümdarlık yaptı.

Hükümdarlığı sırasında, ülkesinde puta tapmak adetini kaldırmış ve Müslümanlığı ilan etmişti. Gürcülere, Anadolu Selçuklularına ve Mısırlılara karşı birçok zaferler kazandı. Hükümdarlığı döneminde büyük başarılar kazanmış olan Emir Nevruz’u devletin en büyük makamına getirmişken, bazı garazkarların telkiniyle öldürtmesi zamanının kendi aleyhinde olan bir hadisesidir.

Gazan Han’ın Mısırlılara karşı açtığı bir seferde kumandanı Kutluk Han bozguna uğramıştı. Bunun öcünü almak üzere Suriye üzerine yürümeğe hazırlandığı sırada 1304 yılında öldü ve Tebriz’de gömüldü.

Gazan Han, bilgili ve dürüst bir hükümdar olarak tanınır. Memlekette önemli idarî ve medenî teşkilat kurmuştu. Cengiz yasasını ihtiyaca göre yeniden düzenlemiş, paranın şekil ve kıymeti üzerinde ve ölçülerde birlikler meydana getirmiş, posta işlerini de düzeltmiştir. Bastırdığı paraların bir yüzünde kendi adı, diğer yüzünde de Arapça ile yazılmış “Tanrı birdir ve Muhammed O’nun Peygamberidir” ibaresi vardı.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #45
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16770
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

GASPİRALI İSMAİL BEY (İSMAİL GASPİRİNSKİ)


Gaspiralı İsmail, Türklerin uyanması, dünya Türk birliğinin gerçekleşmesi için hayatı boyunca çalışan Kırım’lı büyük bir eğitimci, ünlü bir gazeteci, pedagog ve mütefekkirdir.
1851 yılında Bahçesaray civarında Avcı köyünde doğdu. Babası Mustafa Ağa, Yalta ile Alupka arasında Gaspira adlı bir köydendir ve İsmail Beyin soyadı oradan gelmiştir.
İsmail Gaspiralı, güçlü bir eğitim gördü. İlk eğitimini Bahçesaray’da yaptı. Akmescit Jimnazında, Voronej Rus askeri okulunda, Moskova askeri idadisinde okudu. Daha okulda iken Türkiye’deki Türklere karşı büyük bir bağlılığı vardı. Girit’teki Yunan eşkıyalarına karşı savaşmak için okuldan kaçtı. Yolda yakalandı. Bir daha askeri okula dönmedi.
Henüz 17 yaşında iken memleketinde Rusça ve Türkçe okutarak eğitimciliğe başlamıştı. 1872’de Paris’e giderek Rusça tercümanlığı ile bir taraftan hayatını kazanmaya, bir taraftan da Fransızca öğrenmeğe muvaffak olmuştu. Aynı zamanda Paris’te Batı ve Doğuyu karşılaştırma imkanı buldu. Batı kültürünün gelişimini gördü ve iki yıl sonra İstanbul’a gelip bir yıl kadar yazarlık yaptıktan sonra Kırım’a dönmüştü.
1878 yılında, yani henüz 27 yaşında iken Bahçesaray’da Belediye Reisliğine seçilmişti. Bu görevde bulunduğu dört yıl içinde halka ve memlekete hizmet etmişti.
O sıralarda Akçura ailesinden İsfendiyar Bey’in kızı Zühre Hanım’la evlenerek Akçuraoğlu Yusuf Bey’in eniştesi olmuştur.
Gaspiralı’nın amacı halkı aydınlatmaktı. Bu ideal için çırpınıyordu. Bir aralık Tunguç adlı haftalık bir gazete çıkarmış, 1883’te meşhur Tercüman gazetesini kurmuştur. Önce haftalık, sonra günlük olan Tercüman-ı Ahvali-i Zaman adını taşıyan bu önemli ideal gazetesi geniş tesir ve hizmette bulundu.
İsmail Gaspiralı, 1914 yılında Kırım’da öldü. Mezarı Bahçesaray’dadır.
İsmail Gaspiralı hayatını milletinin yükselmesine adamış güçlü bir fikir adamı, yüksek bir eğitimci ve büyük bir idealist idi.
Gaspirali, halka hizmet için ilk eğitimden başlamak gerektiğini düşünüyordu. Bu nedenle sürekli olarak medreseleri düzeltmeye, eğitim metotlarının Batılılaşmasına uğraşmış, kendi de bizzat bir alfabe yazmıştı.
Son yıllarında Mısır ve Hindistan’a seyahat etmiş ve Mısır’da İslam ülkeleri arasında bir kongre toplamaya teşebbüs etmişti.
İsmail Gaspiralı, bütün konuşmalarında halkın uyanması ve ilerlemesi için çalıştı. Yayınladığı gazetelerde yaydığı görüşlerden birisi de, Dünya Türkleri’nin birleşmesi fikri idi.

Hayatı ve eserleri hakkında Kırımlı Cafer Seyyit Ahmet Bey’in 1934’te İstanbul’da bastırdığı 248 sayfalık kitabı vardır.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #46
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16770
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

GAZİ EVRENOS


Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda büyük hizmetleri bulunan Gazi Hacı Evrenos Bey, millî tarihimizde seçkin bir mevki işgal etmektedir. Bu değerli kumandan Rumeli kıtasının önemli yerlerini fethedenler arasındadır. Başarıları yalnız Türk tarihinde değil, Avrupa milletlerinin tarih sayfalarında da yer almıştır.

Gazi Evrenos Bey, 1288 tarihinde Balıkesir’de doğmuştur. Ataları ise, Akkoyunlu Türklerine dayanmaktadır. Büyük babası Bozoklu Han’ın Türkmen aşiretleriyle beraber Horasan’dan Anadolu’ya gelmiştir. Bu zatın yedi çocuğu vardı. Ertuğrul Gazi, Uçbeyi olduğu zaman Bozoklu Han ona yardımda bulunmuştu. Bozoklu Han’ın yedi çocuğundan biri de İsa Bey’dir ve Evrenos’un babasıdır.

Evrenos Bey’in asıl adı Evren’dir. Anadolu’da Evren adlı birçok köy bulunduğu gibi, eski devirlerde isim olarak da kullanılan Evren kelimesi, Türklerin ebedî hayat diye inandıkları efsanevî bir yılanın adıdır. Us kelimesi de bey manasına gelmekte olduğuna göre Evrenos, Evren Bey demektir. Evren Bey’in nesebi şu zatlardır: Bozoklu Han, Kuşdemir Han, Özer Han, Gündüz Han, İsa Bey, Evrenos Bey’den sonra ise İkiyürekli Ali Bey, Gazi Ahmet, Musa Bey gelmişlerdir.

Evrenos Bey, Balıkesir’de babasının terbiyesiyle büyümüş ve güçlü bir eğitim görmüştür. Asil bir Türkmen soyuna dayanan Evrenos, Karesi Beyi Aclan Bey’in ordusuna girerek çalıştı.

Fakat Orhan Gazi, Karesi Beyliği’ni fethedince, Ece Bey ile beraber Orhan Gazi’nin hizmetine girdi. Orhan Gazi, oğlu Süleyman Paşa’yı Balıkesir’e vali tayin ettiği zaman Evrenos Bey’i yanına müşavir olarak verdi. Süleyman Paşa Evrenos Bey’de yüksek bir askeri kudret görerek onu pek sevdi. Onu yanından ayırmaz, her işini onunla müşavere ederdi. Orhan Gazi, oğlu Süleyman Paşa’yı, Rumeli’nin fethine memur edince Süleyman Paşa, Evrenos Bey’i de maiyetine aldı.

Gazi Evrenos’un, Avrupa yakasına askerî kuvvetleri getirmek için gemiler tedarikinde büyük hizmetleri dokundu. Süleyman Paşa ve Evrenos Bey, bir Türk ordusu ile, Gelibolu’dan Avrupa toprağına ayak bastılar. Şehzade askerlerini birkaç kola ayırdıktan sonra, Evrenos Bey, Keşan havalisini fethetmekle meşgul iken, kuvvetli bir düşman ordusu üzerine gelmeye başladı. Evrenos Bey, bu kuvvetleri sabaha karşı yıldırım gibi bir taarruzla perişan etti.

Evrenos Bey’in bu muvaffakiyetinden memnun olan Süleyman Paşa, Evrenos Bey’in hizmetlerini överek bu zaferi babasına bildirdi. Orhan Gazi de Evrenos Bey’e bir kılıç, bir de kaftan gönderip vakıf için istediği yerleri temlik eylediğini belirten bir de ferman gönderdi. Bu başarısından sonra Süleyman Paşa avlanırken atından düşerek öldü.

Süleyman Paşanın öldüğünü duyan Balkan milletlerinden Rumlar, Bulgarlar, Sırplar ve Ulahlar, Türkleri Avrupa’dan kovmak için otuz bin kişilik bir müttefik ordusu hazırladılar. Bu askerin bir kısmı denizden gelerek Gelibolu’ya çıktılar. Fakat Gazi Evrenos yıldırım gibi bunların üzerine gelerek bir kısmını karada, bir kısmını da gemilerinde mahvetti. Bu sıralarda Orhan Gazi oğlunun acısına dayanamayarak vefat etti.

Orhan Gazi’nin yerine oğlu Murat Hüdavendigar, Osmanlı tahtına üçüncü padişah olarak oturdu. Yeni padişah, Gazi Evrinos Bey’i Gümülcine’nin fethine memur etti. O sıralarda Hacı İlbey, Edirne’yi fethedince, padişah bu şehre geldi. Fakat bir müddet sonra Bursa’ya dönerek Lala Şahin Paşa’yı Rumeli Beylerbeyi olarak Edirne’de bıraktı. Hacı İlbey’in vefatı üzerine Rumeli fetihleri Evrenos Bey’e kaldı.

Bizans imparatoru yeni bir ordu hazırlayarak bunları Yalova ve İzmit taraflarına gönderdi. Bu haber üzerine Evrenos Bey, Bizanslıları tehdit etmek maksadıyla kuvvetleriyle İstanbul üzerine yürüyerek Yeşilköy’e kadar geldi. İmparator Türklerin İstanbul kapılarına dayanmasından korkarak barış istemeye mecbur kaldı. Bundan sonra Evrenos Bey, Makedonya’nın fethine gitti. Evrenos Bey ve Hayrettin Paşa, Manastır şehrini fethederek Osmanlı mülküne kattılar. Bu şehirden sonra Selanik şehrini kuşattılar.

O sıralarda Murat Hüdavendigar, oğlu Beyazıt’a, Germiyanoğlu Yakup Bey’in hemşiresi Devlet Hatun’u almaya karar verdi. Bursa’da parlak bir düğün hazırlandı. Bu düğüne Evrenos Bey de davet edildi. Evrenos Bey, düğüne yüklü miktarda hediyeler gönderdi. Bu hediyeleri gören padişah:

Bizim Koca Evrenos’un hediyeleri hükümdarların hediyelerinden üstünmüş! Aferin Evrenos! Dedi.

Bu hediyelere mukabil Padişah da Mısır Hükümdarı Sultan Berkok tarafından gönderilmiş olan atları takımı ile Evrenos Bey’e ihsan etti.

Bundan sonra Evrenos Bey’e Gazilik unvanı verildi. Aynı yıl da hacca gederek de hacı oldu.

Gazi Hacı Evrenos Bey, hacdan döndüğü zaman Avrupalı müttefik ordusu Kosova’ya gelip konaklamıştı. Bunu duyan Evrenos Bey derhal orduya katıldı. Padişahla Taslı mevkiinde buluştu. Bu kahramanı gören Murat Hüdavendigar onu kucaklayıp öptü. Gazi Evrenos, kırk kadar yiğidi yanına alarak keşfe çıktı. Birkaç gün sonra bir miktar esir elde ederek onları karargaha getirdi. Bu esirlerden oldukça bilgi elde edildi. Bunun üzerine Türk ordusu Kosova Ovasına doğru harekete geçip bir mevkide konakladı. Padişah bu mevkide askerî bir divan kurdu. İlk defa padişah Evrenos Bey’e:

Evrenos, hayli zaman seni buraların hudut muhafızlığında bulundurdum. Buraların ahvalini bilirsin. Bu sebeple fikirlerin cümlenin reyine tercih edilmek gerektir. Bu muharebe hakkında ne gibi tedbirler düşünüyorsun?

Evrenos Bey hemen ayağa kalkarak:
İltifat-ı şahanenize teşekkürler ederim. Dedi; emir ve rey Hazret-i Padişahındır.
Padişahın emri tekrarı üzerine de şu mütalaada bulundu:
Padişahım, dedi. Düşmanın üzerine ilk defa biz taarruz etsek, düşmanı yerinden oynatmak güç olur kanaatindeyim. Bunun için taarruzu onlara bırakalım. Onlar açılıp dağıldıkları zaman şiddetli ve umumi taarruza kalkalım. Şayet bozulurlarsa onlar bir daha düzelemezler. O zaman zafer bizim olur.

Padişah, Demirtaş, Yahşi Bey, Şehzade Yıldırım Beyazıt ve Sadrazam Ali Paşa’ya ayrı ayrı fikirlerini sordu. Onların hepsi de:

Evrenos Gazi’nin sözü sözdür!
Dedikleri zaman Padişah:
Benim de mütalaam böyledir.
diyerek bu şekilde taarruza karar verildi. Fakat bu esnada bir kumandan söz alarak:
Düşmanın önüne mühimmat develerini siper ederek muharebe etsek iyi olmaz mı? diye sordu.

Evrenos Bey, şu cevabı verdi:

Vaktiyle Büyük İskender, Hindistan’ı istila edince, o zamanın Hint Hükümdarı, İskender ordusunu şaşırtacağı kanaatine kapılarak, ordusunun önüne filler dizdirmişti. Fakat muharebe esnasında fillerin ürkmesi üzerine ordusu bozuldu. İskender de zafere ulaştı.

Bunun üzerine kumandanın teklifi reddedildi. Murat Hüdavendigar, merkezin kumandasını üzerine aldı. Gazi Evrenos ile Şehzade Beyazıt’ı sağ kanada, Şehzade Yakup Çelebi’yi de sol kanada verdi. Taarruz başlamadan önce Evrenos Bey, şunu tavsiye etti:

Sipahiler sağ ve sol safların önüne geçsinler. Bunlar düşmanı şiddetli bir ok yağmuruna tutsunlar. Bu şiddetli ok yağmuru ile düşmana göz açtırmasınlar.

Evrenos’un bu fikri de derhal kabul edildi. Bundan sonra Birinci Kosova Meydan Muharebesi bu plan üzerine bütün şiddetiyle başladı.

Düşman ordusu perişan edilerek Kosova zaferi kazanıldı. Lakin ne yazık ki, bir Sırplının hançeri ile Murad Hüdavendigar Kosova’da şehit edildi. Bu muharebede Evrenos Bey, Erkanı Harbiye Reisliği vazifesini ifa etmişti.

Murad Hüdavendigar’ın ölümü üzerine yerine oğlu Yıldırım Beyazıt tahta geçti. Yeni padişah, Gazi Evrenos’u Makedonya havalisinin muhafazasına memur etti. Yunanlıların rahat durmaması üzerine Gazi Evrenos kuvvetleriyle Teselya’ya girerek şehri baştan başa fethetti. Tam bu esnada müttefiklerinden bir haçlı ordusu Tuna’yı aşarak Niğbolu Kalesini kuşattı.

Yıldırım Bayezit, büyük bir ordu hazırlayarak Niğbolu üzerine yürüdü. Gazi Evrenos, bu muharebeye de katıldı. Yıldırım Bayezit müttefik ordularını yenerek Niğbolu Zaferini kazandı. Bu harpten sonra Yıldırım Bayezit Anadolu’yu istila eden Timurlenk’in üzerine yürüdü. Fakat Timur’a yenilerek Ankara Meydan Muharebesi’nde esir düştü.

O zamanlar Anadolu’nun birliği bozularak, Yıldırım’ın oğulları her tarafta istiklal davasına kalktılar. Rumeli’de Emir Süleyman, hüküm sürmeye başladı. Evrenos Gazi, Rumeli’de bulunduğu için Emir Süleyman’ın emrine girmeye mecbur kaldı.

Fakat Şehzade Musa Çelebi, Rumeli’ne geçerek Emir Süleyman’la mücadeleye girişince, Evrenos Bey, Selanik taraflarına çekildi. Musa Çelebi, kardeşini yenerek Edirne’de padişahlığını ilan etti. Şehzade Musa, Evrenos Bey’i hizmetine davet etti. Fakat Evrenos Bey, gözlerinin görmediğini bahane ederek gelmek istemedi. Fakat Musa Çelebi onu zorla yanına çağırttı. Gözlerinin görüp görmediğini anlamak için ona sofrada et yerine kurbağa ikram etti. Evrenos Bey, korkusundan kurbağayı yemek zorunda kaldı.

Musa Çelebi’nin üzerine Amasya’dan Çelebi Mehmet gelerek yeniden mücadeleye sebep oldu. Çelebi Mehmed, Evrenos Bey’i ordusuna davet etti. Musa Çelebi ile yapılan bu harpte Gazi Evrenos beş oğlu ile beraber sol kanatta savaştı. Bu muharebede Musa Çelebi de öldürüldü. Çelebi Mehmet Anadolu’nun birliğini kurunca, Evrenos Bey’e birçok ihsanlarda bulundu. O yine oğullarıyla beraber devlet hizmetine koyuldu. Oğullarından Ali Bey, İsa Bey, torunlarından Süleyman, Gazi Ahmet ve Mehmet Beyler devlet hizmetinde büyük yararlılık gösterdiler.

Gazi Evrenos Bey, 1417 tarihinde 129 yaşında hayata veda etti. Mezarı Yenice Vardarı’ndadır. O zamanlar ölümüne (Kınına girdi o gaza kılıncı) tarihi düşürülmüştür.

Gazi Evrenos Bey, Avrupa topraklarında Türkün nam ve şanını yükselten en büyük kumandanlardan biridir. Yenice-i Vardar’da bir çok cami, medrese ve imarethaneler yaptırıp bunlara hepsine de vakıflar tahsis etmiş bir hayırseverdi.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #47
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16770
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

GÜLŞEHRİ


Gülşehrî, Anadolu Selçuklu Devleti'nin son devirlerinde, Sultan Veled, Yunus Emre, Âşık Paşa gibi Türkçe yazıp Türkçe söyleyen ozanlarımız arasındadır.

XIII. yüzyılın sonlarıyla XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşadığını bildiğimiz Gülşehrî'nin asıl adı Ahmed'dir. O çağlarda bir bilim ve tasavvuf şehri olarak tanınan Kırşehir'de doğduğu, ömrünün sonuna kadar burada yaşadığı söylenir. Kırşehir'in adı o zamanlar Gülşehir olduğu için Gülşehrî takma adını almış, bu adla tanınmıştır.

Gülşehrî'nin Kırşehir'de Ahi Evran'dan sonra kurulan Ahilik örgütünün başında bulunduğunu, bu örgütün yayıcılarından olduğunu ve ustası Ahi Evran'ın etkisinde kaldığını şiirlerinden öğreniyoruz. Bir şiirinde :

Elli yıl ben ansız durmadım
Yazı yaban durgun görmedim
diyerek tam elli yıl, Ahi Evran'la birlikte kaldığını, onsuz yapamadığını söyleyen Gülşehrî, birçok şiirinde onu över.

Gülşehrî'nin Ahi Evran hakkında yazdığı bir risaleden başka, Onu Türk Edebiyatının Türkçeci, güçlü bir ozanı olarak tanıtan eseri Mantıku’t-Tayr olmuştur.

Kuş dili anlamına gelen Mantıku’t-Tayr, tanınmış mutasavvıf Ferideddin Attar'ın aynı adla bilinen Farsça eserinin Türkçe’ye manzum çevirisidir. Ahmed Gülşehrî, bir tasavvuf eseri olan Mantıkut-Tayr'ı, daha başka kaynaklardan ve özellikle Mevlâna'nın Mesnevî'sinden aldığı hikâyelerle süslemiş, kendi tasavvuf görüşlerini de katarak orijinal bir eser haline getirmiştir. Gülşehrî, bu eserinde Türk diline hayrandır. Türkçe'nin Farsça ve Arapça’dan üstün, tatlı bir uyuşumu olduğunu, bunu belirlemek için de bu eseri yazdığını söyler.

Türk dilinin hor görüldüğü, Arapça’yla yazıp söylemenin hüner sayıldığı devirlerde, Anadolu'nun göbeğinde bir bilim adamı, bir ozan çıkarak Türkçe diye kükreyişi, Türkçe'ye kucak açışı, onu özlemle bağrına basması büyük yiğitlik, büyük vatanseverliktir. Gülşehrî, çağdaşı Yunus Emre ve hemşehrisi Âşık Paşa'yla beraber, bu büyüklüğü göstermiştir.

Feleknâme adlı bir eserinin daha olduğu bilinen Gülşehrî’nin, kaç yıl yaşadığı, ne zaman öldüğü kesin olarak bilinmemektedir.

Bilinen ondan gelen, sararmış kâğıtlar üzerindeki sesler ve nefeslerdir. Kırşehir'in gül bahçelerini çok sevdiğini, gülleri kendine yâr eylediğini, bütün sözleri bir yana iterek bülbül gibi gül sözü söylemeyi istediğini anlatan şu şiirler onundur :

Her gülü kim kendime yar eylerim
Her gice vasfını tekrar eylerim.
Her seher kim gül çemende açıla
Kamudan ilkin bana karşı güle.
Nevbahar oldu kim bülbül söyleye
Aşkını maşukuna şerh eyleye
Kamu sözü gel ki terkeyleyelim
Bülbül gibi gül sözü söyliyelim...
Öyle ki, kendisinden beş yüz yıl sonra, Onun açtığı Türkçecilik çığırından bir halk ozanı Dadaloğlu gelecek, o da Gülşehrî gibi Kırşehir'in uçsuz bucaksız gül bahçelerine bakarak şöyle seslenecektir:

Biter Kırşehir'in gülleri biter
Çağrışır dalında bülbüller öter
Ufacık güzeller hep yeni yeter
Güzelin kaşında keman görünür.
Gülşehrî, Kırşehir'in özlem dolu Özbağlarında, ana dili öz Türkçesiyle çevresinde toplanan ahilerle görüşüp bilişirken asla şeyhlik, sultanlık davasında bulunmamış, onlardan biri olarak onları konuşturmuş:

Ne derviş isteriz, sahip, ne sultan,
Ne dert işimize gelir, ne derman.
XIV. yüzyılın Anadolu'da yetişen bu Türkçeci ozanını, Yunus kadar arı-duru, Yunus kadar güçlü sayamasak bile, ilk Türkçeciler arasında, ona önemli bir yer ayırmak zorundayız. Gülşehrî, Anadolu'yu aydınlatan aydın kişilerin başında, bilinçli ve idealist bir Türkçeci olarak her zaman dile gelecektir.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #48
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16770
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

GAZİ OSMAN PAŞA

Her sayfası bir kahramanlık menkıbesi ile dolu bulunan Türk tarihinin altın yaldızlı bir sayfası da Plevne müdafaasıdır. Öyle bir sayfa ki, düşman komutanları bile bu sayfa önünde saygı durmuşlardı. Bu sayfayı yazan, şanlı Gazi Osman Paşa’dır. Gazi Osman Paşa,1832 yılında Tokat’ta dünyaya gelmiştir. Kendisi Yağcıoğulları diye anılan bir aileye mensuptur. Babası, memuriyet sebebiyle İstanbul’a yerleşmişti. Küçük Osman ilk tahsilini bir sıbyan mektebinde yaptıktan sonra, Kuleli askerî idadîsine girdi. Bu okulu bitirdikten sonra da Harp Okuluna girerek 1852’de mezun oldu. Ruslarla yapılan Kırım Harbi’nde ve Rumeli’deki muvaffakiyetlerinden dolayı yüzbaşılık rütbesine yükseldi. Bundan sonra Erkan-ı Harbiye sınıfına devam ederek Kolağası oldu. Bir aralık da Bursa vilayeti nüfus yazımına memur edildi.
1861 yılında Hasa ordusunda binbaşı olarak vazife aldı, Girit isyanında başarılar gösterdi. Bunun üzerine üçüncü rütbeden bir nişanla albaylığa yükseltildi. Üç yıl sonra da Yemen isyanını bastırmaya gönderildi. Buradaki üstün başarılarından dolayı kendisine “paşa”lık rütbesi verildi. Yemen’den dönünce İşkodra ve Bosna Kumandanlıklarına tayin olundu. Sırp isyanında gösterdiği eşsiz kahramanlıklarından dolayı da bu defa kendisine Mareşallik rütbesi verildi. 1877 yılında yapılan Plevne savaşında gösterdiği kahramanlıklar dolayısıyla dünyaca büyük bir şöhrete kavuştu.

II. Abdülhamit’in tahta çıkışının ikinci yılı Ruslar balkanlara doğru sarkmak emellerini açığa vurdular. Bu arzularını yerine getirmek için Londra Protokolünü hazırlattılar. Fakat Türkiye, Londra Protokolünü reddedince Rus Çarı II. Aleksandr 24 Nisan 1877 tarihinde Osmanlı İmparatorluğuna harp ilan ederek, ordularıyla Tuna üzerinden Balkanlara doğru sarkmaya başladı. Birinci Meşrutiyeti ilan etmiş olan II. Abdülhamit ne yapacağını şaşırdı. Halk arasında ise büyük bir galeyan baş gösterdi. Gazeteler ateşli yazılar yayınlıyorlardı.Bu harbe bütün Müslüman devletlerden yardım geleceğini de ilan ediyorlardı. Hariciye Nazırı Saffet Paşa, Paris Muahedesine imza koyan devletlerden yardım istedi.Türkiye’nin bağımsızlığını garanti edeceğini söz vermiş olan devletler şu cevabı verdiler:
“Muahedeler, mürur-ı zamanla hükümden düşerler.”
Böylece, Osmanlı ile Rusya baş başa bırakıldı.Osmanlı İmparatorluğuna Batı devletlerinin yardım etmediğini gören Ruslar, ordularıyla 3 koldan hudutlarımızı aşarak Romanya’yı istila edip Tuna boylarına dayandılar. Rusların Tuna Ordusu Kumandanı Çar’ın biraderi Nikola idi. Emrinde 250,000 kişilik bir kuvvet bulunuyordu. Rus generallerinden Malinkov da 60,000 kişilik bir kuvvetle Doğu illerinden İç Anadolu’ya doğru taarruza geçti. Rus kuvvetlerinin karşısına Gazi Ahmet Muhtar Paşa geçti. Burada Ruslara karşı Kars ve Zivin zaferlerini kazandı.Rus Harbi başladığı zaman Gazi Osman Paşa kuvvetleri ile Vidin’de, Süleyman Paşa da Karadağ sınırlarında bulunuyordu. Tunaboyu Orduları Kumandanlığına Serdar-ı Ekrem Abdülkerim Paşa tayin olundu. Türk Ordusu 186,000 kişiden ibaretti. Rusların Tuna’yı aşıp Bulgaristan’ı işgal etmeleri üzerine Vidin’de bulunan Gazi Osman Paşa, Bulgaristan yollarının bir kavşağı olan Plevne’yi Ruslardan önce elde etmek üzere kuvvetleriyle yaya olarak harekete geçti.
Dünyada benzerine az rastlanır bir süratle Plevne’ye girdi. Orta Anadolu’nun bu Tokatlı koca Türkü, cihan tarihinde ilk defa olmak üzere Plevne’nin etrafına boy siperleri açtırdı. Bu siperler tabya usulünde ilk keşifti. Topçularını ve kuvvetlerini yerin altına aldı. Ruslar ise meydanda harp ediyorlardı. Cihan tarihinde büyük şan kazanan Plevne harbi, Ruslara pek çok zayiat verdirdi.Kendilerinin itiraf ettiklerine göre bazı taburlarda ancak birkaç kişi sağ olarak geri dönebiliyordu. Rusların attığı mermilerle Plevne şehri alevler içinde yanıyordu. Çoluk çocuk enkaz altında can veriyorlardı. Her ne yaptılarsa Plevne’yi Gazi Osman Paşa’nın elinden almanın imkanı olmadı. Rus kumandanı Nikola deliye döndü. Nihayet Plevne’ye Rus Çarı Aleksandr da geldi. Taarruzla, Plevne’yi muhasara ederek açlık ve cephanesizlikle teslim almaya karar verdiler.
Gerçekten zaman geçtikçe Plevne’de açlık başladı. Kadınlar çocuklar açlıktan ölüyorlardı. Cephane de bitmek üzereydi. Bütün bunlara rağmen kahramanlığı karakterine yazmış olan Türk oğlu, kuzeyden akan Rus seline iman dolu göğsünü geriyor, vatanseverliğin destanını yazıyordu. Plevne’de bu kanlı savaşlar olurken, İstanbul’dan gazilere bir türlü yardım gelemiyor, diğer taraftan cihanda bir tek el Türk’e uzanmıyordu. Balkan dağlarının en önemli geçidi olan Şıpka’da Süleyman Paşa da kahramanlıklar yaratıyordu. Koca bir Çarlığa karşı bir Osman Paşa ne yapabilirdi.! Nihayet Gazi Paşa muhasarayı yarıp dışarı çıkmaya karar verdi. Bir gece, Türk kuvvetleri Plevne’den çıktı. Ordunun peşine çoluk çocuk, Plevne halkı da takıldı. Fakat Bulgar casusları bu harekatı Ruslara haber verdiler.
Türk kuvvetleri, 10 Aralık 1877 tarihinde Vid nehrini aşacakları bir sırada Ruslar, Türk kuvvetleri üzerine şiddetli bir topçu ateşi açtılar. Ordunun üzerine yıldırımlar gibi mermi yağdırdılar. Halk ve asker birbirine karıştı. Binlerce insan topçu ateşi altında parça parça oldular. Bu bölge kanlı bir mahşere döndü Nihayet her iki taraf arasında kanlı bir boğuşma meydana geldi. Bu sırada Gazi Osman Paşa yaralandı. Üç defa vukua gelen Plevne Muharebesinden galip çıkan Türkler, dördüncü. Plevne harbinde yenildi. Muhasara 145 gün sürmüştü.
Gazi Osman Paşa’yı bir değirmenin içine götürüp yarasını sardılar. O esnada iki Rus değirmene gelerek, Osman Paşa’ya: “Kayıtsız şartsız teslim” dedi. Osman Paşa da, “Bir gün bir güne uymuyor; kaderi ilahî bu imiş!” dedikten sonra “gazilik” kılıcını düşman generaline teslim etti. Bu iki general, Osman Paşa’yı ve yaveri Talat Bey’i bir araba ile Plevne şehrine götürdüler. Yolda Rus Kumandanı General Nikola’ya rastladılar. General Nikola, Osman Paşa’ya: “Plevne’yi müdafaa etmekte gösterdiğiniz muvaffakiyetten dolayı sizi tebrik ederim. Bu müdafaa tarihin en parlak askerlik vakalarından biridir” dedi.
Osman Paşa’yı görmek için koşan Rus subayları, “Bravo Osman Paşa” diye onu alkışladılar. Birçokları da, “Dünyada büyük bir adam yüzü gördük...” diye birbirlerine söylediler.Gazi Osman Paşa’yı, Plevne’de bulunan bir eve götürdüler. Ertesi gün Gazi Osman Paşa’yı, Rus Çarı İkinci Aleksandr’ın karşısına topallıya topallaya götürdüler.
II. Aleksandr, Osman Paşa’ya :
Silahınızı niçin teslim etmediniz ? diye sordu.
Osman Paşa da :
Devletim bana, ‘düşmanı gördüğün zaman silahını terk etme, onu her zaman kullan’ diye vermiştir. Beni de buraya kavga için gönderdi... cevabını verdi.
Çar Aleksandr, bu yüce Türk’ün karşısında çok heyecanlandı ve onun elini sıkarak şu sözleri söyledi : Plevne’yi kuvvetli müdafaanızdan dolayı sizi tebrik ederim. Bu müdafaa askeri tarihin en güzel hadiselerinden biri olmuştur. Siz hakikaten cesur bir askersiniz. Sizin gibi bir kumandanın kılıcı alınamaz. Burada ve Rusya’da kılıcınızı ve nişanlarınızı taşımak hakkına sahipsiniz.
On beş gün sonra Osman Paşa’yı esir olarak Ruslar Harkov şehrine götürüp bir otele yerleştirdiler. Rus kuvvetleri Bulgaristan’dan İstanbul üzerine akın etmeye başladılar. Nihayet Yeşilköy’e kadar dayandılar. Rus orduları Kağıthane sırtlarında bir manevra yaptılar. General Nikola da bir heyetle İstanbul’a gelerek Beylerbeyi Sarayına gitti ve Osmanlı İmparatoru II. Abdülhamit’le bir görüşme yaptı. Bütün İstanbul bu mağlubiyet karşısında heyecan içinde kaldı. Avrupalı devletlerin ve bilhassa İngilizlerin müdahalesiyle Ruslar İstanbul’a giremediler. Yalnız Yeşilköy’de bu zaferin hatırası için bir anıt diktiler. Bu harbin sonunda Ayastefanos Anlaşmasıyla, Berlin Anlaşması imzalanarak Balkan devletleri bağımsızlıklarını kazandılar.
İstanbul halkı, Gazi Osman Paşa’nın esir olduğunu duyunca, Paşanın evi önünde toplandılar. Osman Paşa’nın oğlunu bir at üzerine bindirerek, “Paşa’yı karşılayamadık, bari oğlunu gezdirelim...” diye İstanbul sokaklarında dolaştırdılar. İki ay sonra da Gazi Osman Paşa’ esaretten döndü. O gün İstanbul yerinden oynadı. İkinci Abdülhamit Osman Paşa’yı Mabeyin müşiri yaparak hiç yanından ayırmadı.
Nihayet, her fani gibi Gazi Osman Paşa da 5 Nisan 1897 tarihinde 65 yaşında olduğu halde hayata gözlerini yumdu. Öldüğü zaman vasiyeti üzerine Fatih türbesi bahçesine gömüldü.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #49
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16770
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

GAZNELİ SULTAN MAHMUT


Gazneliler Devleti’nin en büyük hükümdarı ve Hindistan Fatihi Gazneli Sultan Mahmut, 2 Kasım 971 tarihinde doğdu. İyi bir öğrenim gördü. Büyük bilginlerin elinde yetişti. Mert ve cesur bir insandı.

Gazneli Mahmut’un babası Sebüktekin, Samanoğulları Devleti’nin Horasan valisi idi. Sebüktekin cesur ve güçlü bir insandı. Samanoğulları’na karşı bağımsızlığını ilan etti.

Gazneliler Devleti’nin kurucusu Sebük Tegin’in oğlu olan Gazneli Mahmut, genç yaştan itibaren devlet idaresinde görev aldı. Babası sağ iken Horasan valiliği görevini yürüttü.

Babası öldüğü zaman yerine küçük kardeşi İsmail geçmişti. Gazneli Mahmut, küçük kardeşini ortadan kaldırarak hükümdar oldu.

998 tarihinde Gazne tahtına oturan Mahmut, Buhara, Horasan, Herat, Belh, Bust ve Kabil’i Samanîlerden aldı. Daha sonra, bugünkü Afganistan ve Belucistan ile Harezm’e kadar tüm Maveraünnehr’i ele geçirdi. Ardından Rey, İsfahan, Save, Kazvin, Zencan ve Ebher’i alarak, İran topraklarının büyük bölümüne hakim oldu.

Eylül 1000’de ilk Hindistan seferine çıkan Sultan Mahmut, 1027’ye kadar Hindistan’a on yedi büyük sefer yaptı. Bu seferler sırasında Hindistan’da birçok cami yaptıran ve İslâm Dinini öğretmek üzere alimler yerleştiren Gazneli Sultan Mahmut, İslam Dininin Hindistan’da yayılıp kabul görmesini sağladı.

Cihangirliği yanında, alim bir kişiliği de olan Sultan Mahmut, sarayında alim ve şairlere çeşitli konularda sohbet ve tartışmalar yaptırırdı. Gazneli Sultan Mahmut’un sarayı bir bilim akademisi haline geldi. Kendisi bilime ve sanata karşı büyük bir sevgi besliyordu. Zamanında Fars kültürü yüksek bir düzeye ulaştı. Bîrûnî ve Firdevsî gibi birçok meşhur İran bilgini Sultan Mahmut’un sarayında himaye gördüler.

Firdevsî’nin meşhur Şehname’si de dahil olmak üzere, devrinin pek çok kitabı Gazneli Sultan Mahmut’a takdim edildi.

Gazneli Sultan Mahmut’un sarayında Türk dili konuşuluyordu. O, Türk dilin yayılmasını ve gelişmesini sağlamış olsaydı, Türk kültür tarihi ölmez eserler kazanacaktı. Ancak o, çevrenin ve dönemin etkisiyle Fars kültürüne önem vererek Farsça’nın çok kudretli eserler kazanmasına hizmet etti.

Türk İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük hükümdarlardan biri olan Gazneli Sultan Mahmut, İslam dünyasında yayılma istidadı gösteren sapık Batınî-Rafızî akımlarına karşı da mücadele etti. İmar faaliyetlerine büyük önem veren Sultan Mahmut, Gazne’nin yanı sıra Belh ve Nişabur gibi önemli şehirleri de mamur hale getirdi.

33 yıl hükümdarlık yapan Sultan Mahmut, 1030’da Gazne’de vefat ederek, burada defnedildi.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 09-17-2008   #50
Profil
Üye
Avatar Yok
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: De_Dust 2
Yaş: 30
Mesajlar: 252
Üye No: 17577

Seviye: 14 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 346
Çekicilik: 84 / 16770
Tecrübe: 84

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 11
Rep Gücü : 17
İtibar :
CF TEAM is on a distinguished road
CF TEAM - İCQ üzeri Mesaj gönder CF TEAM - AİM üzeri Mesaj gönder CF TEAM - MSN üzeri Mesaj gönder CF TEAM - YAHOO üzeri Mesaj gönder
Standart

CEZAYİRLİ GAZİ HASAN PAŞA

Deniz savaşlarında efsanevi kahramanlıklar göstermiş bir Türk kaptanı ve veziridir.

Cezayirli Hasan Paşa 1710 yılında Gelibolu’da doğdu. Uzun süre Cezayir’de yaşadığı ve “Cezayir Dayısı” unvanını kazandığı için ona Cezayirli derler. Çocukluğunda ve gençliğinde ele avuca sığmayan, yaramazlıkları ve kabadayılıklarıyla herkesi yıldıran bir gençti.

Hasan, tüccar Hasan Ağa’nın ticaret gemileriyle dolaşarak denizciliğe alıştı. Sonra yeniçeriliğe girdi. Belgrat seferine karıştı. Morava ve Hisarcık savaşlarında cesaretiyle büyük bir ün kazandı. Savaş dönüşünde yeniden denizciliğe başladı.

Bir Cezayir gemisinde iken düşman gemilerinden birine rampa etmişlerdi. Hasan’ın düşman gemisine atladığı bir sırada kendi gemisi dalgaların etkisiyle ayrıldı. Hasan düşman gemisinde kılıçlı ve hançerli düşmanlarla çevrili kalmıştı. Hasan tek başına on beş kadar tayfayı yere serdi ve diğerlerini de ambara hapsetti. Gemisi yeniden rampa ettiği zaman onun bu gemiyi almış olduğunu gördüler. Gemiyi ona verdiler. Onu “Dayılar” arasına yükselttiler. Şöhreti büsbütün arttı. Cezayir Paşası onu kıskanmaya başlayınca hayatını tehlikede gören Hasan, İspanya’ya kaçtı. Kralın yardımıyla İstanbul’a geldi. İstanbul’da kaptanlar arasına alındı.

1770’te Çeşme deniz savaşlarında Ruslara yenildiğimiz zaman yanan gemisini Rus amiralinin gemisine yanaştırarak iki Rus gemisini yaktı. Yaralı olarak kılıç ağzında denize atladı ve yüzerek sahile çıktı. Bu sıralarda altmış yaşlarında vardı. Bu yenilgi onu çok etkiledi. Ruslardan intikam almak için yeni bir girişimle Limni adasındaki Ruslara hücum etti ve onları yenerek adayı onların elinden kurtardı.

Bu kahramanlığı ona yeni ve büyük bir şöhret getirdi. Paşalığa yükseltildi. Kendisine altın çelenkle Gazi unvanı verildi. Az bir zaman sonra da Kaptanı Derya (Amiral) oldu.

80 yaşında Şumnu’da ölen Gazi Hasan Paşa denizde ve karada kahraman bir Türk aslanıydı.
CF TEAM is offline CF TEAM isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
buyukleri, dan, turk

Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 13:32.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.