Geri git   CurcunaForum.Org > Kültür - Sanat - Tarih - Eğitim ve Uzay > Dersler / Ödev > Coğrafya
Kayıt ol Yardım Topluluk

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 03-15-2008   #11
Profil
Üye
 
Kerem388 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: oras hakında çesitli söylentiler var karar veremedik
Yaş: 37
Mesajlar: 938
Üye No: 10499

Seviye: 27 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 656
Çekicilik: 312 / 33199
Tecrübe: 25

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 1047
Rep Gücü : 28
İtibar :
Kerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud of
Standart

Akkuyu Nükleer Santral İhalesi'nin İptalinin Düşündürdükleri


Nükleer Mühendisler Derneği’nin Kamuoyuna Açık Mektubu



Başbakan Sayın Bülent Ecevit, 25 Temmuz 2000'de televizyonlardan da canlı olarak yayınlanan ve Akkuyu Nükleer Santral İhalesinin Bakanlar Kurulu kararıyla iptal edilerek 15 ile 20 yıl gibi bilinmeyen bir tarihe ertelendiğini bildiren bir açıklama yaptı. Bu açık mektupta, Sayın Başbakanın, ihalenin iptaline gerekçe olarak ileri sürdüğü nedenler ve Derneğimizin soru işaretleri ile dolu bu gerekçelere yanıtları kamuoyunun bilgisine sunulmaktadır.


GEREKÇE 1: Akkuyu Nükleer Santral projesi Hükümetin ağır dış borç yükünü arttıracak, enflasyonla mücadele programını aksatacaktır. Hazine Müsteşarlığı Akkuyu Nükleer Santrali için kaynağımız olmadığını ifade etmektedir. Bizim nükleer enerjiye yönelmemiz şimdilik gereksizdir. Ekonomik açıdan sakıncalıdır. Bu yüzden ekonomik istikrar programımız ciddi olarak aksayabilir

YANIT 1: Nükleer Santral ihalesinde, ihaleye katılan firmalardan nükleer santralin yapımı için %100 kredi bulmaları istenmiştir. Firmaların getirmekle yükümlü olduğu kredinin geri ödenmesine ancak 2008 yılında santral hizmete alındıktan sonra başlanacak ve 6 aylık taksitlerle 15 (onbeş) yıl içinde yani 2023 senesi sonuna kadar gerçekleştirilecektir. Bu nedenle, nükleer santral yapımının, ne bugünkü Hükümet'in aldığı geçici istikrar tedbirleriyle, ne Hazine'nin 2008 yılına kadarki harcamalarıyla ve ödeme planlarıyla da ve ne de enflasyonla mücadele programı ile yakından uzaktan hiçbir ilgisi yoktur. Zaten 2023 yılına kadar bugünkü hükümet çoktan tarihe kavuşmuş olacaktır.



Ayrıca, en az nükleer santral ihalesi kadar maliyetli olan ve ödemesi ekonomimize oldukça ağır yükler getirecek olan helikopter alımı ihalelerinin, enflasyonla mücadele programını etkilemiyor olması ise PARLAMENTER DEMOKRASİNİN, ülkemizde ne kadar sağlam temeller üzerinde oturduğunu göstermektedir.



GEREKÇE 2: Yeni nesil santrallerin ömürlerinin 40-50 yıla uzatılması ve maliyetlerinin de %25 düşürülmesi hesaplanıyor. TAEK raporuna göre ise doğalgaz rezervlerinin 15-20 yıl sonra azalacağı bildirilmektedir. Nükleer santrallere iste o zaman yönelmemiz gerekecektir.


YANIT 2: Enerji kaynakları açısından %52 oranında dışa bağımlı olan bir ülkede Üniversitelerin, DPT'nin, TEAŞ'in ve bu isin uzmanı planlamacıların, 1960'larin ortalarından itibaren yapmış oldukları enerji projeksiyonlarının hepsinin de elektrik üretiminde nükleer enerjiye geçmenin kaçınılmaz ve acil bir gereksinim olduğunu ileri süren ve şimdikinden önceki beş hükümetin de kabul etmiş olduğu bilimsel değerlendirmelerini 2,5 saatlik bir Bakanlar Kurulu toplantısında bilimsellik ile ilgisi olmayan bir biçimde elinin tersiyle silip atmak ne derece inandırıcıdır?



Sayın Başbakan: "Yeni nesil santrallerin ömürlerinin 40-50 yıla uzatılması ve maliyetlerinin de %25 düşürülmesi hesaplanıyor" dediler. Günümüzde, nükleer santrallerin ömürleri zaten 40 yıl civarındadır. Elektrik üretim santrallerinin maliyeti, santrallerin ömürleri boyunca ürettikleri enerjinin maliyetine bakılarak belirlenir. Günümüzde, nükleer santrallerin ürettiği elektriğin maliyeti, en ucuz elektrik üretilen, kömür ve doğalgaz santralleri ile yaklaşık ayni mertebededir. Zaten nükleer-elektrik, ekonomik olmasa idi, bütün dünyada üretilen elektrik enerjisinin %17’si nükleer santrallerden üretiliyor olur muydu ?



Sayın Başbakanın doğalgaz ve petrol rezervlerinin 15-20 yıl içerisinde oldukça azalacağını ve bu kaynaklardan yararlanılarak üretilen enerjinin maliyetlerinin çok artacağını – ki bu sene içinde petrol fiyatlarının 18 Amerikan Dolarından 30 Amerikan Dolarına yükselmiş olması da bu gerçeğin açık bir göstergesidir – biliyor olmasına rağmen, kaynak çeşitlendirilmesinin önünde, bizzat kendisinin engel olması, Sayın Başbakanın, gelecek nesillerin üzerinde koydurduğu bir ipotektir. Ve bunun sorumluluğunu Sayın Başbakan tarih önünde taşıyacaktır.



Günümüzde çok daha uygun ve ekonomik koşullarda nükleer teknoloji sahibi olabilecekken, bundan 15-20 yıl sonra, dünya doğalgaz-petrol rezervleri azaldığı için, mecburen nükleer santral kurmak zorunda kaldığımızda, bugünkü uygun ekonomik ve teknolojik koşulları bulamadığımızda, nükleer teknolojiyi, bilimsel gerçekleri gözerdi ederek ve oy kaygısı ile istemeyenler, bunun hesabini tarih ve yüce Türk Halkı önünde vereceklerdir.



Her şeye rağmen, Sayın Başbakan, yeni nesil nükleer santral alımında ısrarlı ise, zaman kaybetmeden, TEAŞ Nükleer Santraller Dairesi’nde, ihale değerlendirmesi sırasında oluşturulmuş olan çekirdek kadrodaki Nükleer Mühendislik eğitimi almış mühendisleri, yurtdışında, yeni nesil nükleer santral çalışmaları yapmakta olan ülkelere eğitim amaçlı gönderilmeli ve bu teknoloji ülkemize gireceği sırada yetişmiş eleman bulundurulmalıdır.



GEREKÇE 3: Türkiye'nin çok sayıda doğalgaz ve hidrolik santral yapımını kararlaştırmış olması dolayısıyla nükleer enerji şimdilik gereksizdir. Rüzgar ve güneş enerjilerini ivedilikle değerlendirmemiz büyük önem taşımaktadır.


YANIT 3: Sayın Başbakan’ın bizzat kendisi, 15-20 yıl sonunda, dünyadaki doğalgaz rezervlerinin azalacağını bildirmesine karşılık, Türkiye’yi, tamamını dışardan ithal ettiği doğalgaza bu kadar bağımlı kılacak olan bir enerji planlamasına sokuyor olmasını da anlamak olası değildir. Doğalgaz konusunda geçen sene yasadığımız sıkıntılar henüz belleğimizde bu kadar taze iken, hem ısınmada hem de elektrik enerjisi üretiminde bu kadar doğalgaza bağlı olmamızın çok da mantıklı ve gerçekçi olmadığı görüsündeyiz. Bir nükleer santralin 10 yıllık yakıtının bir depoda saklanabileceği ve dışa bağımlılığı bu yolla azaltabileceği biliniyorken, hala doğalgazda bu kadar ısrarcı olmanın mantığını anlamakta zorlanmaktayız.



Hidroelektrik kullanımı, dünyada %20 dolaylarında iken, ülkemizde bu oran %40lar düzeyindedir ve ülkemizde, ekonomik olarak yapılabilecek büyük barajların hemen hemen hepsi yapılmış durumdadır. Artık, ikinci bir ATATÜRK barajı yapacak akarsuyumuz kalmamıştır. Bundan sonra yapılabilecek hidroelektrik santraller, küçük güçte ve yüksek maliyetli olacaktır. Ayrıca, DSİ ve Enerji Bakanlığı, 2000 yılı yazında yasamakta olduğumuz yüksek sıcaklıklar ve kuraklık nedeni ile, KEBAN, ATATÜRK ve KARAKAYA barajlarında su seviyesinin kritik düzeyin altına düştüğünü ve hava olaylarının bu şekilde devam etmesi durumunda, önümüzdeki kış, elektrik enerjisi üretiminde büyük sıkıntılar yaşanacağını açıkladılar. Ülkemizin düzensiz yağış rejimi ve nehir debileri ile, ülkemizin bundan sonra hidroelektrik enerjiye günümüzde olduğundan daha fazla bağımlı olmamalıdır.



Tüm Dünya’da, elektrik enerjisi üretimindeki payı %1’den az olan rüzgar ve güneş enerjisine bel bağlamının ise ne kadar doğru ve gerçekçi bir yaklaşım olacağı ise ayrı bir tartışma konusudur.



GEREKÇE 4: Türkiye'de bol bulunan toryumun, uranyumun yerini alabilmesi ve füzyon reaktörlerinin devreye girmesini beklemek uygun olacaktır.


YANIT 4: Türkiye’nin toryum rezervlerinin ekonomik potansiyeli tartışmalıdır. Bu nedenle, sonu belli olmayan bir maceraya atılmak, Türkiye gibi kaynakları kısıtlı ve boşa harcayacak parası olmayan bir ülke için çok da uygun bir seçim olmayacaktır. Toryum teknolojisine geçmek, ancak kendi ulusal nükleer teknolojimizi geliştirdikten sonra, çizeceğimiz nükleer teknoloji politikası ile belirlenmelidir. Teknik olarak, toryum kullanımı hem ağır sulu reaktörlerde hem de hafif sulu reaktörlerde mümkün olduğu için bu konunun simdi tartışılmasında yarar görmemekteyiz.



Füzyon teknolojisi ise ismi olan ancak henüz kendisi olmayan bir teknolojidir. Bu konuda gelişmiş ülkelerde çalışmalar sürmektedir, ancak henüz ekonomik olabilecek bir çözüm bulunamamıştır. Füzyon reaktörlerinin ekonomik bir alternatif olabilirliğinin anlaşılabilmesi için en azından 30 – 50 yıl gerektiği öngörülmektedir. Ülkemize maliyetinin henüz ne olacağı ve ne zaman islerlik kazanacağı belli olmayan bir geleceğe sürüklenmenin doğru olmayacağı görüsündeyiz.



GEREKÇE 5 : Elektrik kaçaklarını büyük ölçüde azaltmamız gerekir.


YANIT 5 : Türkiye’deki, elektrik enerjisi kullanımının yıllık artış miktarı, ortalama %8 ile %11 olarak gerçekleşmektedir. 1999 yılı içinde yasadığımız iki büyük deprem faciasına rağmen yıllık elektrik enerjisi kullanımı ayni yıl içinde yaklaşık olarak %6 artmıştır. Toplam kurulu gücü 23000 MW düzeyinde olan Türkiye’nin bu artış miktarını karşılayabilmesi için bu yıl kurulu gücüne en azından 1800 MW’lik bir kapasite eklemesi gerekmektedir. Gelecek yıl bu sayı, 2000 MW’e, daha sonraki yıl 2150 MW’e, daha sonraki yıl ise 2300 MW’e ulaşacaktır. Önümüzde görünen bu açığın, elektrik dağıtımındaki kayıpları azaltmak ile karşılamayı düşünmek hayalcilikten öteye geçmeyecektir. Ülkemizdeki kayıp kaçak oranları bazı illerimizde, Avrupa standartları düzeyinde iken (yaklaşık %10), bazı illerimizde %60 dolaylarında olması, bu kayıpların, iletim hatlarının eski ve yetersiz olması nedeni ile olmadığını, bunların asil nedenin kaçak kullanım olduğunu göstermektedir. Ülkemizde otoyol, şehir içi gibi aydınlatmalar, ücretsiz olduğu için bunlarda, hesaplamalarda kayıp olarak görünmektedirler. Elektrik dağıtımında çalışan kamu ve özel kuruluşlar daha etkin bir denetim mekanizması kurabilir ve isletebilirlerse, bu sorununun büyük ölçüde çözüleceği görüsündeyiz.



Ancak, hükümetin, Nükleer Santral ihalesini, “elektrik enerjisi gereksinmesi yoktur, kayıp-kaçak oranlarını düşürerek gerekli enerjiyi sağlayacağız” seklindeki açıklamalarına rağmen, sadece %8 gibi çok düşük bir verimde çalışan, ve enerji üretim maliyeti oldukça yüksek olan rüzgar santrali yapımını destekleyeceğini açıklaması ise, zaten yetersiz olan ülkemiz kaynaklarının, bazılarına peşkeş çekileceği endişesi yaratmaktadır.

GEREKÇE 6 : Elektrik enerjisinin israfını önlememiz gerekir.


YANIT 6 : Kişi basına elektrik enerjisi kullanımı, dünya ortalaması 2500 KWh’ken Türkiye’de bu sayı ancak 1900 KWh düzeyindedir. Yunanistan, Bulgaristan gibi komşularımızda bu sayı ülkemizdekinin yaklaşık iki kati dolayında, ABD, Kanada, Norveç gibi ülkelerde ise 8-10 kati arasındadır. Yukarıda verilen sayılardan da anlaşılacağı üzere Türkiye enerji fakiri bir ülkedir ve olmayan bir şeyin de tasarrufunu yapmak çok güçtür!



GEREKÇE 7 : Nükleer enerjiyi içime sindiremedim.


YANIT 7 : Sayın Başbakan, nükleer teknoloji konusunda hem yurt içinde hem de yurt dışında eğitim görmüş, bu konunun uzmanlarının görüşlerini bir yana bırakarak, “içine sindiremediği” için bu ihaleyi iptal ediyor ve dahası ülkeye yüksek teknoloji girişini engelliyorsa, ona ancak, ülkemizdeki bu konuda lisans eğitimi veren tek kuruluş olan Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Mühendisliği Bölümünü kapatmasını öneririz. Çünkü, uluslararası standarda nükleer mühendis yetiştiren bu bölümün mezunları, ülkelerinde uygun çalışma ortamı bulamadıkları için yurtdışına gitmektedirler. Ülkemizin yetiştirdiği bu değerler, basta ABD olmak üzere, gelişmiş ülkeler tarafından çalıştırılmaktadırlar.
__________________

Click the image to open in full size.
Kerem388 is offline Kerem388 isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 03-15-2008   #12
Profil
Üye
 
Kerem388 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: oras hakında çesitli söylentiler var karar veremedik
Yaş: 37
Mesajlar: 938
Üye No: 10499

Seviye: 27 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 656
Çekicilik: 312 / 33199
Tecrübe: 25

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 1047
Rep Gücü : 28
İtibar :
Kerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud of
Standart

SONUÇ



Türkiye'nin nükleer enerjiden yararlanarak elektrik üreten santral kurması konusu Devlet Planlama Teşkilatı'nın her Beş Yıllık Planı’nda yer almıştır. Buna dayanarak Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) Akkuyu Nükleer Santral sahasının etütleri ve düzenlenmesi için bugüne kadar yüzlerce milyar lira para harcamıştır. 1992 sonu ya da 1993 başında Başbakan Sayın Süleyman Demirel'in başkanlığında toplanan Bilim Ve Teknoloji Yüksek Kurulu nükleer enerjiye geçmeyi Türkiye'nin öncelikli 4 sorunundan biri olarak kararlaştırmıştır. 1994 bütçe görüşmelerinde Türkiye'nin nükleer enerjiye geçmesi partiler arası bir konsensüs gerçekleştirmiş, TEK'e Akkuyu Nükleer Santrali için ihaleye çıkması izni verilmiştir. O zamandan sayın Ecevit'in bugünkü koalisyon hükümetine kadar 6 hükümet bu projeye destek vermiştir. Şimdiki koalisyonun protokolünde da bu konu üç partinin bu konuda ortak siyasi iradesini vurgulayan bir madde olarak yer almıştır. 2 Aralık 1999 tarihinde sayın Başbakan'ın huzurunda, sayın bakanlar: Devlet Bahçeli, Hüsamettin Özkan, Cumhur Ersümer, Enis Öksüz, Safter Gaydalı ile sayın Mesut Yılmaz, TAEK Başkanı, Hazine Müsteşarı, Devlet Su İşleri Genel Müdürü, TEAŞ Genel Müdürü, TEAŞ Genel Müdür Yardımcısı, TEAŞ Genel Müdür Danışmanı Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Danışmanı ve Nükleer Santral Proje Koordinatörü Prof. Dr. Ahmet Bayülken, Prof. Dr. Tolga Yarman, Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar ve ayrıca 19 kadar üst bürokratın katılımıyla yapılmış olan aydınlatma toplantısı sonunda sayın Başbakan, hükümet ortaklarıyla yaptığı 1 saatlik bir fikir alış-verisinden sonra, kendisinin ve Hükümet'in Akkuyu Nükleer Santral projesi konusunda tatmin olmuş olduğunu (yani sayın Başbakan'ın bu projeyi "içine sindirmiş olduğunu") ve bu projeyi Hükümet olarak desteklediklerini Medya'ya resmen açıklamıştır.



Acaba bundan sonra ne oldu da Hükümet sayın Başbakan'ın ağzından bir sürü sudan sebep ileri sürerek Akkuyu Nükleer Santral projesinden birdenbire vaz geçti?



İngiliz The Economist dergisinin 24 Haziran 2000 tarihli sayısında yayınlanmış olan Harvard Üniversitesi Uluslararası Kalkınma Merkezi Direktörü Prof. Dr. Jeffrey Sachs'in bir incelemesinde Dünya üçe ayrılmış bulunmaktadır. Teknoloji üreten ülkeler, Teknolojiyi kullanan ülkeler ve Teknoloji üretemeyen ve kullanamayan ülkeler. Bu sınıflandırmada Türkiye Teknoloji Üretemeyen ve Kullanamayan Ülke konumunda gösterilmiştir.



Bunun utancı Türk Bilim Adamları'na değil kendi uzmanlarına güvenmeyen devlet adamlarınadır .



Sayın Başbakanın nükleer enerjiyi içine sindiremediği gibi Nükleer Mühendisler Derneği de Hükümet'in Akkuyu Nükleer Santral ihalesini iptal kararını içine sindirememiştir. Bu konuda bunca yetişkin insanin emeği, Devlet'in bunca parası, nükleer mühendislerin bunca ümidi bir anda yok olmuş gitmiştir. 26 Temmuz 2000 akşamı bazı televizyon kanalları TEAŞ Nükleer Santraller Dairesi'nin de kapatılacağını ilan ettiler. 1983-1986 arasındaki girişimden sonra da bu daire kapatılmış ve bu konuda dünya da çok az olan yetişmiş insan gücü kaybedilmişti.. Eğer bu söylentiler gerçek ise bu durum ikinci kez tekrarlanacaktır .

Bundan sonra Türkiye’nin, nükleer enerjiye geçisi daha zor olacaktır. Çünkü Türkiye Hükümetleri nükleer santral yapımcıları ve uluslararası kredi kuruluşları nezdinde güvenilirliklerini kaybetmişlerdir.



Sayın Başbakan'ın Akkuyu Nükleer Santral ihalesinden Hükümetin niçin vaz geçmiş olduğuna ilişkin ileri sürmüş olduğu nedenlerin ne yazık ki hiçbirinin gerçek ve mantıksal bir dayanağı yoktur. Bunların hepsi de gerçek ile örtüşmeyen bahanelerdir. Sayın Başbakan bu bahanelerle gizlemek istediği asil nedenleri Türk kamuoyuna açıklamalıdır.
__________________

Click the image to open in full size.
Kerem388 is offline Kerem388 isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Alt 03-15-2008   #13
Profil
Üye
 
Kerem388 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2007
Bulunduğu yer: oras hakında çesitli söylentiler var karar veremedik
Yaş: 37
Mesajlar: 938
Üye No: 10499

Seviye: 27 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 656
Çekicilik: 312 / 33199
Tecrübe: 25

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 1047
Rep Gücü : 28
İtibar :
Kerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud ofKerem388 has much to be proud of
Standart

DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGELERİ’NDE TERÖRÜN

NEDEN VE SONUÇLARI

Mustafa Aksoy

Marmara Üniversitesi ve Kırgızistan-Türkiye

Manas Üniversitesi Öğretim Üyesi-Sosyolog



Giriş



Türkiye’de kırsal kesimden kente yönelik bilinen nedenlerle olan göçlere, 1980 yılı sonrası (özellikle 1984 yılından itibaren) Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde yasayan insanlarımızın can ve mal emniyetini tehdit eden bölücü örgütün teröründen kaynaklanan göçler eklenmiştir.



Ekonomik zorluklardan ya da kentin çekici yanlarından dolayı kırdan kente yönelik göçlerde var olan “umut”, “mutlu yarınlar” ve ailenin geride kalan bireyleri, dolayısıyla memleketle süre giden canlı ilişkiler, terör nedeniyle yaşanan göçlerde yerini umutsuzluğa,yarınların belirsizliğine ve memleketle temasların kesilmesine bırakmıştır. Top yekun, köyün, mezranın boşaltılması seklinde cereyan eden bu göçlerle ailelerin sosyal ve ekonomik düzenlerinin temeli olan topraklarıyla, is ve üretim kaynaklarıyla temasları büyük ölçüde kesilmiştir.



Oluşan bu yeni “tür” göç dalgasıyla birlikte, bir yandan göç veren şehirlerin, bir yandan da ve ağırlıklı olarak göç alan şehirlerin günlük hayat akısında bir çok alanda komplikasyonlar doğmuş; bu komplikasyonların kimi zaman kasıtlı olarak, abartılan veya tahrif edilen noktaları oluşmuştur.



En basta göçün yoğunluğu ve yönü üzerinde kamusal makamların bile uzlaşamadığı tartışmalar yaşanmıştır. Aslında genel hatlarıyla bilinmesine rağmen politikacıların ve yerel yöneticilerin pragmatik tavırları, yaşanan göçün yoğunluğu üzerinde kamuoyunun kafasını karıştırıcı rakamlar hem insanların dilinde, hem medyada sik sik tekrarlanmış; Türk kamuoyu da uluslararası camia da bu abartılı ve birbirini tutmayan göç yoğunluğuna ilişkin rakamlar karşısında ürpermiştir.



Kafaların bu kadar karıştığı bir ortamda Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nden 1980 sonrası yaşanan göç olaylarının;



a ) Nedenlerini,

b ) Göçün yöneldiği yerler açısından göç edenlerin tercihlerinin oluşmasını,

c ) Göç veren yerleşim yerlerinin sosyo-ekonomik örgülerinde meydana gelen değişmeleri,

d ) Göçün yöneldiği bölge içi yerleşim yerlerinin sosyo-ekonomik örgüsünde ve kentsel dokusunda meydan gelen değişmeleri,

e ) Göçün yöneldiği bölge dışı yerleşim yerlerinin (Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri dışında) sosyo-ekonomik örgülerinde ve kentsel dokularında meydana gelen değişmeleri,

f ) Göç edenlerin yeni yerleşim yerlerinde karşı karşıya kaldıkları sorunlar; göç ettikleri yerleşim yerlerine uyumları, sosyal, kültürel ve siyasi kanaatlerini,

g ) Özellikle terör nedeniyle göç edenlerin topluma, devlete (asayiş ve güvenlik güçlerine, kamu yönetimine, yargıya ve sonuçta sisteme) yönelik kanaatlerini,

h ) Göçün yöneldiği yerleşim yerlerinin eski sakinlerinin yeni komşularına ilişkin kanaatlerini,

i ) Terör nedeniyle göç eden ve/veya göç etme potansiyeline sahip olan insanların göç ettikleri bölgelerde, karşı karşıya kaldıkları sorunlar dolayısıyla bizzat insan kaynağı olarak terörü besleyen süreç içerisinde yer alıp almadıkları,

i ) Bölgede Doğurganlık düzeyinin çok yüksek olduğu gerçeğinden hareketle, bu durumun bilinen nedenlerinin dışında başka nedenlerinin de bulunup bulunmadığının tespitini sağlıklı bir şekilde gerçekleştirmek bir zaruret halini almıştır.



Bu amaçlarla, gerek Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde göçe konu olan ve Bati bölgelerinde göç alan illerde “Basbakanlik Aile Araştırma Kurumu ”nca “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde Terörden Kaynaklanan Nedenlerle Yaşanan Göçlerin Aile Yapısına Etkileri ” konulu araştırma kapsamında bir taraftan derinlemesine mülakatlar yapılarak, diğer taraftan soru formu uygulamasına gidilerek, vatandaşlarla, yerel-idari ve güvenlik mensuplarıyla yapılan görüşmelerle “bulgular” elde edilmiştir. Bu makalede ise sadece Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da elde edilen bulgular yorumlanmıştır.


Doğu ve Güneydoğu’dan Göç Edenlerle Yapılan Görüşme Bulguları:

1. Terör ve Göç Olayları



Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun kırsal kesiminden Türkiye’nin Bati bölgelerine ya da bölgenin büyük merkezlerine göç hareketinde artış, özellikle *** terörüyle paralellik göstermektedir. 1983 yılından önce %7 olan terörden kaynaklanan göç olayı 1983-1990 yılları arasında %64.5’e; 1991 ’de %83.8’e; 1992 ’de %81.4’e; 1993 ’de %83.4’e çıkmaktadır. 1994 yılından itibaren güvenlik güçlerinin etkisiyle terörle ilgili göç olayları % 62.7’ye; 1995 yılında %51.2’ye; 1996 yılında %41.6’ya; 1997 yılında %28’e düşmüştür. Ayrıca 1994 ’ten itibaren bölgedeki göç olayı yavaşlamıştır. Bu sonuçta güvenliğin bir ölçüde sağlanması etkili olduğu gibi göç potansiyeline sahip nüfusun azalması da etkili olmuş olabilir.


2. Göç Veren İller



Bugün yaşanılan göç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun terörün hedefi haline gelen köy ve mezralarından, yani kırsal kesimden, bölgedeki ya da dışındaki şehir merkezlerine doğru cereyan eden bir olaydır.



Göç veren iller sıralamasında Diyarbakır (Merkez, Hazro, Bismil, Kulp, Dicle, Hani, Lice, Çınar, Silvan) %19.5 ile ilk sırayı almaktadır. Daha sonra sırayla Siirt (Eruh, Pervari, Şirvan) %10.8, Mardin (Merkez, Midyat, Derik, Savur, Mazıdağı, Ömerli, Nusaybin, Yeşilli) %9.5; Tunceli (Merkez, Pülümür, Pertek, Çemişkezek, Hozat) %8.9; Hakkari (Merkez, Şemdinli, Çukurca, Yüksekova) %6.2; Şirnak (Merkez) %5.4; Muş (Merkez Varto, Bulanık) %4.0; Van (Merkez, Özalp, Gürpınar, Bahçesaray) %4.0; Ağrı (Merkez, Eleşkirt, Hamur, Patnos) %3.7; Bitlis (Merkez, Mutki) %3.1; Bingöl (Kigi, Solhan) %2.8; Batman (Merkez, Sason, Gercüş) %2.7; Kars (Digor, Arpaçay) %1.7; Erzincan (Merkez) % 0.9 ve Şanlıurfa (Siverek) %0.5 illeri gelmektedir.


3. Göç Alan İller



Köy ve mezra gibi kırsal kesimden kaynaklanan göç olaylarında göç eden kesimin öncelikli olarak kendi bölgesindeki büyük yerleşim merkezlerine yöneldikleri görülmektedir. Bu türden göç olaylarına göç eden kesimin büyük çoğunluğunun yakını kendi bölgelerindeki şehir merkezlerinde, diğerlerinin ise Akdeniz bölgesi veya Bati Anadolu’da ikamet ettikleri için bu illeri tercih ettikleri görülmektedir. Kendi yörelerinden göç alan iller arasında ilk beş sıra Diyarbakır (%14.71), Siirt (%7.34), Batman (%6.07), Mardin (%5.48) olarak tespit edilmektedir. Göç eden kesimin kendi yöreleri dışında tercih ettikleri iller ise, ilk beş sıra Adana (%7.08), Antalya (%5.0), İçel (%4.65), İzmir (%4.04), Manisa (%3.64) seklinde sıralanmaktadır.


4. Göç Olayının Sebep Ve Sonuçları



Doğu ve Güneydoğu Anadolu verilerine göre göç olayının sebepleri olarak görüşülenlerin %44.5’i örgütü; %28.5’i Devletin görevini yapamaması % 12.5 köy korucularının baskı; %0.2’si hem örgütü, hem de devleti saymaktadırlar. Dolayısıyla güvenlik güçleri ile terör örgütü arasındaki mücadele bölgeden göç etmek zorunda kalan insanların %85.7 sini etkilemiş görünmektedir. Göçün ikinci önemli sebebi olarak ekonomik şartların bozulması (%7.5) ve issizlik (%4.2) gösterilmektedir. Kan davası (1.6), ağa baskısı (%0.1) vb. gibi diğer sosyal yapıdan kaynaklanan sebepler %0.5 gibi oldukça düşük bir seviyededir.



Doğu’dan Batı’ya yapılan göç olayının ana sebebi bölgedeki terör olup, normal göç sebeplerinden kabul edilen ekonomik dengesizlik ve buna bağlı issizlik olayı ise %11.7 oranını göstermektedir. Ekonomik şartlarının bozulması ve issizlik oranlarına %11.7 olmasının en önemli sebebi halkın kendilerini kırsal kesim şartlarına göre değerlendirmelerindendir. Çünkü “Buraya göç etmeden önceki ekonomik imkanlarınızla şimdiki durumunuzun mukayesesi yapar misiniz?” sorusuna, görüşülenlerin % 30.5’i ekonomik durumum bozuldu demiştir. Oranların farklılıklarını bir de kırsal kesimdeki gizli issizlik etkilemektedir. Mesela kırsal kesimde beş kişilik bir ailede bir kişinin yapabileceği isi bütün aile yaptığı için bireyler kendilerini issiz olarak görmemektedirler.



Aile fertlerinin tamamının göçüp göçmediği sorulduğunda, ailenin tamamının göçtüğünü söyleyenlerin oranı %96.7dir. Aile fertlerinin tamamının göç etmediğini söyleyenlerin oranı %3.3 dür. Bu nedenle bölgedeki göç olgusu, büyük oranda aile fertlerinin tamamının katıldığı bir olay olarak algılanabilir.



Göç edilen bölgelerden, “Köyünüzün hepsi mi yoksa bir kısmi mi göç etti ?” Seklindeki soruya “köyün tamamı göç etti” diyenlerin oranı %78.3 “kismen” diyenlerin oranı ise %21.1’dir. Dolayısıyla bölgelerden göçün büyük çapta bir yer değişimi olayı olduğu görülmektedir. Bu ise kırsal kesimin (köy ve mezraların) tamamına yakının boşalması, göç alan yerlerin ise kapasitesinin üzerinde yeni hemşeriler kazanması demektir. Diğer yandan ayni köye mensup kişilerin %64 oranında ayni şehir merkezine yöneldikleri görülmektedir. Bu husus ayni aileye mensup fertlerin %57.4 oranında ayni şehre yerleşmesi hadisesi ile de paralellik göstermektedir. Bu şekildeki göç olayının göç alan bölge sakinleri ile göçmenler arasındaki uyum ve bütünleşmeyi olumsuz yönde etkileyeceği ve bir takım sorunların ortaya çıkaracağı açıktır.



Köyde kalanların göç etmemelerinin sebebi: “Bilmiyorum” (%9.2), “kalanlarin yaslı olusu” (%7.9), “ekonomik varlıklarının iyi olduğu” (%0.2), “üzerinde herhangi bir baskının olmadığı” %0.4 “cevapsizlar” ise % 73.3 seklindedir.



Göç edilen yerin tercihi konusunda görüşülenlerin %23.5’i daha önce akrabalarının yerleştikleri yer olmasını, %20.4’ü is, eğitim, sağlık ve sosyal imkânların mevcudiyetini, %19.0’u bölgeyi tanımalarını, %13.4’ü geçim şartlarının elverişli olmasını, %11.6’si memleketlerine yakın olmasını gerekçe olarak göstermişlerdir.



Göç eden halkın köyleri ile ilişkileri : Hakkındaki soruya görüşülenlerin %7.9’u cevap vermezken, köyü ziyaret (%43.6), köyde kalanların onları ziyareti (%17.2), telefonla (%9.9), mektupla (%1.3) seklinde ilişkilerin devam ettiğini vurgulayanların oranı %72’ye ulaşmaktadır. İlişkilerini tamamen koparanlar ise % 20.1 nispetindedir. Ancak köye dönme konusunda “köyünüze geri dönmek istiyor musunuz ?” Sorusuna, insanların %39.1’i evet cevabi verirken, %59.3’ü hayır cevabini vermişlerdir. Hayır cevabi verenlere “göç etme sebepleriniz ortadan kalkarsa köyünüze döner misiniz?” Sorusu sorulduğunda hayır diyenlerin oranı %41.3, kararsızların oranı %16.4, evet diyenlerin oranı %1.8, cevapsızlar ise %40.5’dir. “Neden köyünüze dönmeyi düşünmüyorsunuz ?” Sorusuna, ”burada düzenimizi kurduk” %24.3, “iyi bir isim var” %12.8, “köyümüzde güvenlik yok” %10.5, “maddî gücüm yok” %0.2 olmak üzere insanlar “hayir” cevaplarına açıklık getirmeye çalışmışlardır. Diğer yandan “imkâniniz olsa nerede yasamak istersiniz?” Sorusuna, köyümde, memleketimde diyenlerin oranı %35.9 bulmaktadır. Bu veriler ışığında göç edenlerin çoğunluğunun geri dönüsü düşünmediği ortaya çıkmaktadır.

OHAL Bölge Valiliği ’nin TBMM Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Göç ve Nedenlerini Araştırma Komisyonu’na verdiği bilgiye göre, bölgede 1992-1994 yılları arasında 820’si köy olmak üzere, toplam 3 bin 165 yerleşim birimi boşaltıldığı, daha sonra buralarda yasayan 387 bin kişinin iskanına yönelik projeler çerçevesinde değişik merkezlere 5536 konut yapıldığını , konut ihtiyacının karşılanması için Diyarbakır’da 2 bin 800 konutluk bir proje daha yürütüldüğü, son dönemlerde çeşitli nedenlerden dolayı şehirlerde yasamayan ve eski yerlerine dönmek isteyen 140 köy, 227 mezranın başvuruda bulunduğu, bu köylerden 101’ine, mezralardan ise 99’una olumlu cevap verildiği, böylece 22 bin 992 vatandaş eski yasadıkları yerlere döndükleri, bunların dışında 46 bin 692 kisi daha köylerine dönmek için başvuruda bulunduğu, ancak OHAL Bölge Valiliği bunlardan 19 bin 191’ine dönüş için izin verdiği bildirilmiştir.


5. Göç Öncesi Hayat Standardı



Göç eden ailelerin meslek gruplarına bakıldığında %47.8’inin çiftçi, %47.2’sinin hayvan yetiştiricisi, %5.3’ünün arıcı; %0.8’inin isçi; %2.2’sinin çoban, %0.3’ünün esnaf olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla göç edenlerin tamamına yakını kendini bir is sahibi addederken, issiz olduğunu beyan edenlerin oranı ancak %0.1 civarındadır. Bu verileri “köydeki hayat standartlarına” verilen cevaplar da doğrulamaktadır. Çünkü görüşülenlerin %0.74i ekonomik durumlarının çok iyi, %40.3’ü iyi olduğunu söylerken, %53.6’si normal olduğun beyan etmişlerdir. Böylece hayat seviyesi normal ve üstü olanların oranı %96.4’tür. Ekonomik durumlarının yetersizliğini beyan edenler ise, %3.6’dir. Ancak şehirde %30.5’i ekonomik durumlarının bozulduğunu ve geçim sıkıntısı çektiklerini beyan etmişlerdir.



Bu bölümle ilgili verilen cevaplar sonucunda, insanların Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan göç etmeden önceki ya da sonraki ekonomik hayatlarının çok iyi olduğu sonucunu çıkarmak doğru değildir. Köylerinde kurulu bir düzenleri olduğu, şehirde ortaya çıkan ihtiyaçların henüz bilinmediği, üretebildikleri kadar tükettikleri bir köy ortamından, genellikle tüketici oldukları ve ihtiyaçların üretimden fazla olduğu şehir ortamına gelindiğinde, daha fazla üretseler de etraflarındaki insanlara bakarak kendilerini daha yoksul hissettiklerinden bu çelişki ortaya çıkmaktadır.


6. Göç Edilen Yerlerdeki Hayat Standardı



Müstakil ev %56.0 ve gecekonduda yasayanların %25.3’dir. Ker*** dam, %3.0; baraka %0.2 ve çadır %0.4 gibi sağlıksız koşullarda yasayanların oranı oldukça düşüktür. Toplam olarak %3.6 dir. Apartman dairesi gibi normal meskenlerde ikâmet edenlerin oranı %12.3’lerde kalmaktadır. Cevapsızların oranı ise % 2.9’dur.



Konutların büyük çoğunlu 2 oda+1 salondan oluşmaktadır; bunların oranı %52.9. Yine % 36.2’lik oranda da 3 oda+1 salon bulunmakta olup, bu konutların hepsinde elektrik ve su bağlantısı bulunmaktadır. Ne var ki, göç edenlerle yapılan mülakat verilerine göre, elektrik ve su bağlantılarının önemli ölçüde yasal olmayan yollarla gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.



Beyaz eşya olarak nitelendirilen televizyona oranı %77.9; buzdolabı oranı % 76.7 müzik seti oranı %65.4. Çamaşır makinesi oranı %37.1, bulaşık makinesi oranı ise %3.6’ya kadar düşmektedir. Otomobili olanlar ise %8.7 oranındadır. Traktör oranı ise %2.3’tür.



Geçiminizi ne is yaparak temin ediyorsunuz sorusuna; küçük orta ticaret diyenler %22.0; özel sektörde isçi %13.7; hayvancılık %19.8; tarım %11.9; amele %2.9; seyyar satıcı %4.7 olarak cevap verilmiştir. Bu soruya cevap verenlerin %4.5’i issiz olduklarını beyan etmişler %9.91’i de soruyu cevapsız bırakmıştır. Görüldüğü gibi göç edenlerin önemli bir kısmını küçük orta ticaret ve özel sektörde isçilik yapanlar oluşturmaktadır. Hayvancılık ve çiftçilik yaparak geçimlerini sağlayanların oranı ise % 24.7’dir. Şehirde nüfusun 1/4’ünün tarımla geçinmeleri anlamlıdır. Özellikle şehirde hayvancılık yapılması şehirlerin köyleştiğinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.


7. Uyum



Göç edenlerin yeni yerleşim yerlerindeki konumu ile ilgili şikayetleri dikkate alındığında insanların %17.5’i soruları cevaplamazken, her bakımdan rahat bir ortama kavuştuklarını söyleyenlerin oranı %6.4’te kalmaktadır. Göç edilen yerdeki konumları ile ilgili olarak %45.0 şehre uyum sağlayamadıklarını belirtmişlerdir. Göç edenlerin %21.5’i issizlik, %5.9’u konut, %0.4’ü hayat pahalılığı, %0.1’i ise anlaşamamaktan doğan dil problemini dile getirmişlerdir.



“Devletin sağlık hizmetlerinden yararlanabiliyor musunuz?” Soruna insanların %98.8’li olumlu cevap verirken %1.2’si olumsuz cevap vermiştir. Olumsuz cevap verenler de “neden?” sorusuna %81’lik bir kesim sigortasız olduklarını; %2.7’si de yeşil kart sahibi olmadıklarını, %4.1’i başvurmadıklarını; %7.1’i ise başvurduğu halde ilgilenilmediğini belirtmişlerdir.



Göç edilen yerdeki ekonomik imkânlarla, daha önceki ekonomik imkânların mukayesesinde durumlarında bir değişiklik bulunmayanların oranı %53.8; is buldum çalışıyorum diyenlerin oranı ise, %14.4’e ulaşmaktadır. Ekonomik durumlarının bozulduğunu söyleyenlerin oranı %30.5 civarındadır.



Yeni yerleşim yerinde geleceğe dönük yeni ve mutlu bir hayat beklentisi ile ilgili olarak insanların %36.2 iyimser, %9.6 kötümser bir tablo çizerken, ümit var olanların oranı %53.8’e ulaşmaktadır. Ayni şekilde göç ile birlikte karşı karşıya kalınan bir takım olumsuzluklardan uzaklaşabildiklerine inananların oranı da %38.9’a ulaşırken, inanmayanların oranı %2.5, kısmen diyenler %52.3 oranındadır. Böylece yeni yerleşim yerlerinden iyimser olan insanların oranının ortalaması %97.5’lerde görülmektedir.


8. Aile



Hane nüfusunu dikkate alınarak yapılan çalışmada çekirdek aile oranı %54.8 olup, ailenizde kimler vardır sorusuna, %26.3 oranında herhangi bir cevap verilmemiştir. Çekirdek aile dışında (büyük baba, büyük anne, gelini, kardeşi) olmak üzere birlikte yaşanılan geniş aile tipleri de vardır. Bunların toplamı oranı, %18.9’dur.



Ailelerdeki çocuk oranları şöyledir. Çocuk sayısı 4 (%7); 5 (%13); 6 (%22.3); 7 (%25.8), 8(%10.2) ; 9(%11.5) ; 10 (%4.8) Bu rakamlar bölgede Doğurganlık olayının oldukça yüksek olduğunu göstermektedir. Çünkü bölgede 4 ve daha fazla çocukları olanların oranı %97.6’dir.



İkiden beşe kadar erkek çocuk sahibi olanların oranı oldukça yüksektir. 1 erkek çocuk (%1.4), 2 erkek çocuk (%11.8); 3 erkek çocuk (%24.1); 4 erkek çocuk (%35.5), 5 erkek çocuk (25.8); 6 ve üzeri erkek çocuk sahibi olanların oranı %1’in altındadır. Ayni şekilde ikiden beşe kadar kız çocuk sahibi olma oran da yüksektir:1 kız çocuğu (5.5), 2 kız çocuğu (%29.8),3 kız çocuğu (26.6), 4 kız çocuğu (20.0), 5 kız çocuğu (%2.6) dir. 6 ve üzeri kız evlat sahibi olanların oranı da erkekler gibi oldukça düşüktür.



Şimdiki akliniz olsaydı bu kadar çocuk yapar miydiniz? Sorusuna cevap verenlerden daha az çocuk sahibi olma eğilimi gösterenlerin oranı %15.8’de kalırken, gene bu kadar çocuk yapacakların oranı %54, bilmiyorum diyenlerin oranı %27.9’dur. Daha az çocuk sahibi olmanın gereği olarak da geçim sıkıntısı (%59.7), hayat şartları (%25.8), daha iyi yetiştirmek (%7.3) gösterilmiştir. Bu rakamlar bölge insaninin çok çocuk yapma eğilimini göstermektedir.



Göç edilen yerde çocuk sahibi olanların oranı da 1, (%27.0); 2 (%24.6); 3; (%17.5) olarak oldukça yüksektir. Ancak hiç çocuk sahibi olmayanların oranı %21 kadar olsa da şehre göçle birlikte çocuk sayısının düşmesi dikkat çekmektedir.


9. Kültürel Kimlik



Anadiliniz nedir sorusuna Kurmanca %60.1; Zazaca %23.1; Türkçe %5.3; Arapça %7.2; Dersimce %3.8 seklinde cevap verilmiştir.



Evde en çok konuşulan dil : %50.5 Kurmanca, %33.2; Türkçe; %12.8 Zazaca; %2.3 Arapça seklinde bir sıralama görülmektedir. İnsanların %40.3’ü ailelerinde Türkçe bilmeyen bulunmadığını vurgularken, ailede Türkçe bilmeyenlerin büyük çoğunluğunu da kadınlar ve yaslılar oluşturmaktadır.



Etnik köken olarak kendilerini “Kürt ” olarak niteleyenler %28.9, kendilerine “Kurmanc ” diyenler %29.1, “Zaza ” diyenler %9.7, “Arap ” diyenler %3.5 oranındadır. Kendisi “Türk ” olarak hissedenlerin oranı %19.8 olup, “Azeri ” olarak nitelendirilenlerle (0.6) bu oran 20.4’dür.



Ana dil ve etnik köken konusunda alınan cevaplar bölgede yaratılmak istenen “Kürt Kimliği” konusuna enteresan bir boyut getirmektedir. Etnik kimliğin belirlenmesinde ana dil, grubun kendini ne şekilde hissettiği hususu, yaşanılan coğrafya hatta din ve buna bağlı mezhep ve tarikatlar da zaman zaman bir ölçü olarak ele alınmaktadır.



Bu çalışmanın ortaya koyduğu en önemli husus, ana dilinin Arapça, Zazaca, Kurmanca ve Dersimce olduğunu ifade eden önemli bir kesimin, köken olarak kendilerini Türk kabul etmelerini ortaya kaymasıdır. Diğer yandan Kurmanca bölgede konuşulan bir diyalekt olmasına rağmen %29.1’lik bir kesimin “Kurmanci” teriminin etnik kökenlerini de ifade ettiğini kabul etmiş olmalarıdır.



Ana dil ve etnik köken konusunda kendisini “Kürt” ve “Kurmanç” olarak kabul eden kesimde göç sebebiyle ilgili olarak devlet aleyhtarı (devlet baskısı, korucu baskısı) bir tutum benimsenmiştir. Ancak Zazalar’da bu oran Türk, Arap, Azeri unsurlara göre yüksek olmasına rağmen, kendisini Kürt kabul edenlere ve Kurmançlar’a göre oldukça düşüktür. Kendisini Kürt kabul edenlerde göç sebebi olarak örgüt baskısını dile getirme oranı çok düşükken; Kurmanç ve Zazalar’da bu oran Türklere yakındır. Kurmançlar temel göç sebebi olarak örgüt ve devlete ayni oranlarda yer vermişlerdir.



Bu sonuç ister istemez “Kürt Kimliği ” konusu ile terör arasındaki paralelliği açıkça ortaya koymaktadır.


10. eğitim



Göç eden insanların eğitim seviyesi oldukça düşüktür. Üniversite tahsili %0.2, lise tahsili %0.3, ortaokul tahsili %2.5’lere kadar inerken, ilkokul tahsil görenler %35.3’e, okur-yazar olmayanların oranı ise %50.8’lere çıkmaktadır. Bu tespitler göç öncesi yerleşim yerlerindeki mevcut okullaşma oranı ile paralellik arz etmekte, yerleşim yerlerinde ilkokul oranı %83.3’lerde seyrederken; ortaokul %3.3, lise %1.7 oranındadır.



Aile reislerinin %55.9’u okur yazar değildir. İlkokulu bitirenlerin oranı ise %31.3; okur yazar olanlar ise %9.1’dir. Bu nokta ister istemez çocukların eğitimini de etkilemektedir. Çocuklarının okumasını isteyenlerin oranı %29.2’lerde kalırken, bunu ekonomik gücüne bağlayanlar %22.8 civarındadır. “Okusalar da okumasalar da fark etmez” diyenler ise %18.6, “okumak yerine bir iste çalışsınlar” diyenler %7.5 seklindedir. kız çocukların eğitimi ile ilgili “gelenek ve göreneklere aykırı (%14.3), ”günah” (%1.6), “evlenip ayrılacak kızı neden okutayım”(%0.4), “kız-erkek ayni sınıfta okumalarını sakıncalı bulanlar” (%0.5), seklinde gerekçeler öne sürülmüştür. Bu soruya ise halkın %80.2’si cevap vermemiştir.



Bu sonuçlar Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin bir bütün olarak değerlendirilmesinde ortaya çıkan yüzdeye yakındır. 1987 yılı baz alındığında bölgede okuma-yazma bilmeyenlerin oranı %43 olarak tespit edilmişti. Bu çalışmada ise okuma-yazma bilmeyenlerin oranı %50.8; çocuklarının okumaları konusunda kayıtsız kalanların oranı da %45.9’dur. Ayrıca terör sebebi ile büyük oranda okulların kapalı kalması, öğretmen açığı, gençleri sosyal ve sportif yönden meşgul edecek tesislerin yetersizliği bölgedeki eğitimi olumsuz etkilemektedir.



Eğitim-ögretim meselesinde özellikle kız çocuklarının eğitimi dikkate alınarak, meslekî teknik okulların ağırlıklı olarak faaliyete geçirilmesi, gençlerin babadan görme tarım ve hayvancılığın dışında bir meslek sahibi olmalarını sağlayacaktır. Bölgedeki yetersiz köy ve kasaba okulları yerine belli bir plân dahilinde yatılı bölge okullarının yaygınlaştırılması gerekmektedir.


11. Siyasi Tercih



En beğendiğiniz 3 lider hangisi seklinde sorulan soruya halkın %83.8’i tarafından cevapsız bırakılmıştır. Yani insanların büyükçe bir bölümü, siyasî tercih konusuna açıklık getirecek bu soruya cevap vermekten kaçınmışlardır.


12. Dine Bakış



Bölge insanin dine bakisi genelde Türkiye’de her bölgeden alınacak cevabin aynisidir. Dini, Allah ile kul arasında bir vicdan meselesi olarak nitelendirenlerin oranı %44.0, dini bir yasam biçimi olarak algılayanların oranı ise %54.6’dir.


13. Devletten Beklentiler



Halkın devletten beklentileri terör ve terörün dayandığı ideolojik istek ve beklentilerden tamamen uzaktır. Mesela devletin sizin için neler yapmasını istersiniz sorusuna halkın %50.6’si is imkanı; %25.9’u can güvenliği ve terörün durdurulmasını; %5.0’i da yerel dilde eğitim istemiştir. eğitim hizmetleri, sağlık hizmetleri, konut ve alt yapı isteyenler %16.8; sosyal haklar isteyenler ise %1.7’dir.



Bu makaleye temel olusturan veriler için “Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi ”nde (Ağustos-Eylül,1997’de) Mustafa Aksoy ve Zakir Avşar başkanlığında bir ekip tarafından alan çalışmaları yapılmıştır. Alanda (Elazığ, Tunceli, Diyarbakır, Batman, Mardin, Şırnak, Siirt, Muş, Bitlis, Erzincan, Kars, Ağrı, Iğdır, Van, ve Hakkari’ de) 3093 görüşme formu uygulanmıştır. Ayrıca Mustafa Aksoy tarafından mülki ve idari yetkililer ile halktan bazi kişilerle mülakat ve sohbetler yapılmıştır. (Daha geniş bilgi için bakiniz: Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan Terör Nedeniyle Göç Eden Ailelerin Sorunları , Ankara,1998)
__________________

Click the image to open in full size.
Kerem388 is offline Kerem388 isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
cografya, siyasi


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 09:07.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.