![]() |
#1 |
Demokrasi
DEMOKRASİ
Yunan’ca bir sözcüktür. Halkın egemenliği anlamına gelir. Demokrasi sözcüğüne tüm zamanları kapsayan bir tanımlama getirmek mümkün değildir. Modern devletler 100 yıllık bir birikim, gelenek, düşünce ve toplumsal müzakereler sonucu demokrasi kavramını oturtmuşlardır. Demokrasi kavramı Antik Yunan’da bir avuç toprak sahibinin, servet sahibinin halk meclisini oluşturmasıdır. Bu meclis yasa yapar, yasayı iptal eder, yabancı ülkelere elçi gönderir, savaşa – barışa karar verirdi. Nereden bakılırsa bakılsın bu eksik bir demokrasidir. Çünkü bu demokraside kadınların, kölelerin, yoksulların, ve sitede oturmayan yabancıların oy ve söz hakları yoktu. Antik Yunan’da demokrasi sakıncalıdır. Yoksulların, serserilerin yönetimidir. Platon’a göre “tutkunun aklın önüne geçmesidir”. Aristo’ya göre “yoksulların ülke yönetimini ele geçirmesiyle istikrarsızlığın, dengesizliğin kaynağıdır”. Demokrasinin Felsefe Aşaması Modern Demokrasi Anlayışının Temellerini atan sosyolog ve düşünürler Thomas Hobbes: (İng.1588-1677) “Leviathan” adlı eseri vardır. (canavar demektir) Canavar, devleti temsil eder. İnsanı diğer canlılardan ayıran özellik, akil ve muhakemedir. İnsanın diğer özellikleri de bilimsel merak ve dinsel inançtır. Hobbes, insanlar arasındaki mücadeleyi üç nedene bağlar; rekabet duygusu, güvensizlik, herkesten üstün olma tutkusu. Hobbes; “insanlar arasındaki adaleti sağlamak için karşı konulmaz bir otoritenin varlığına ihtiyaç vardır” der. Bu gücün sahibi devlettir yani Leviathan’dır. Hobbes’e göre egemen güç yasalara bağlı olmamalıdır. John Locke: (İng.1655-1704) Hükümet üzerine “İki Deneme” adlı eseri önemlidir. Locke’a göre insan, tek başına yaşamak için yaratılmıştır. İnsanın toplum içinde yaşaması zorunlu ve gereklidir. Toplum içinde yaşayan insan doğal olarak eşit ve özgürdür. Özgürlük vardır ama özgürlük, en iyi en faydalı şekilde kullanılacaktır. Doğal yasa olan akıl, tüm insanların özgür ve eşit olabilmesi için birbirinin malına, hayatına saygı gösterilmesi gerektiğinin altını çizer. Locke’a göre insanın üstünde gerektiğinde ceza veren bir otoritenin bulunması gerekir. Aksi taktirde suçlu ile cezalandıran arasında bir savaş başlar. Bu nedenle cezalandırma işlevini toplum kullanacaktır. Topluma devredilen bu hakla siyasal toplum kurulmuş olur. Siyasal toplumun doğuşu, özgür insanın istek ve iradelerine bağlıdır. Siyasal iktidarın halkın refahını, huzurunu ve güvenliğini sağlamaktan başka bir işlevi yoktur. Locke’a göre siyasal iktidar içinde 3 güç vardır. Yasama, yürütme, konfederatif güç. Yasma gücü toplumun elinde ise demokrasi, belli bir azınlığın elinde ise oligarşi, ve bir kişinin elinde ise monarşi olur. Locke’a göre yasama gücü, herkesin anlayabileceği şekilde yasalar yapmalıdır. Son olarak yasama gücünü kullananlar, bu yetkiyi başkasına devredemez. Konfederatif güç ise savaşa ve barışa karar verme, dış temsilcileri kabul etme veya dış temsilciliklere eleman atama ile yükümlüdür. Mülkiyet hakkını savunan Locke, mülkiyetin sınırsız olamayacağı görüşündedir. Locke’un yazıları, 18. yy’ın kutsal kitabı olarak kabul edilir. İngiltere, ABD, ve Fransız devrimlerine esin kaynağı olmuştur. Montesquieu: (Frs.1689-1755) Soylu bir aileye mensuptur. Sosyolojinin öncülerinden sayılır. En önemli eseri 20 yılda tamamladığı “Kanunların Ruhu” adlı eseridir. Bu çalışmasında toplum bilimlerinde kullanılan “deliksiyon” yöntemini bırakarak, pozitif bilimlerde kullanılan deney ve gözlem metodunu kullanmıştır. Bu yöntemle her türlü ön yargıdan ve keyfilikten kaçılacağını öngörmüştür. Montesquieu’ya göre insanı diğer canlılardan ayıran özellik “akıl”dır. Akıl sahibi her insan Tanrı’nın koyduğu yasaları çiğner, kendi koyduğu yasaları da değiştirir. Kendi kendini yönetmek ister. Ama yetersizdir, bilgisizdir. Tanrı ona din yolu ile doğru yolu göstermiştir. Filozoflar ona ahlaki yolu göstermiştir. Yasa koyucular ise, uyması gereken yasaları göstermiştir. Montesquieu’ya göre 3 yönetim biçimi vardır, Cumhuriyet, monarşi, despotizm. Montesqueiu; özgürlüğü, “kişinin, yasaların yasaklamadığı şeyleri yapması, yasakladığı şeyi yapmaması” şeklinde tanımlar. Ayrıca “her devlette yasama, yürütme ve yargı vardır” şeklinde ifade kullanarak, kuvvetler ayrılığı ilkesinin temel taşlarını oluşturmuştur. Yasama iktidarı, yasa yapar, yasaları kaldırır veya değiştirir. Yürütme iktidarı, savaşa ve barışa karar verir, yabancı ülkelere temsilci yollar, temsilci kabul eder, içte ve dışta güvenliği sağlar. Yargı iktidarı ise,anlaşmazlıkları çözümler,suçluları cezalandırır. Montesqueiu’ya göre yürütme kralın elinde olmalıdır. Kral olmazsa yürütme ve yasama gücü birkaç kişiye verilir; bu durum özgürlükler için tehlikelidir. Montesqueiu, sınıfının yüceliğine inanmıştır. Bu nedenle parlamenter sisteme karşıdır. J. Jacques Rousseou: (Frs.1712-1778) 3 önemli eseri vardır.( İtiraflar, Emil Veya Pedagoji Üzerine, Toplumsal Sözleşme) J. Jacques Rousseou’nun özellikle “Toplumsal Sözleşme” adlı eseri, İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilham kaynağı olmuştur. Rousseou’ya göre egemenlik, genel iradenin kullanılmasıdır. Genel irade de bireylerin özel iradelerinin toplamıdır. Genel irade; her zaman en iyiyi, en doğruyu ve en faydalıyı gösterir. Genel irade zorunlu olarak bireyler arasında eşitlik temeline dayanır. Genel irade, en fazla sayının yada çoğunluğun iradesidir. Rousseou’ya göre yönetim, halk tarafından kullanılmalıdır. Halk egemenliği devredilemez. Hükümet, egemen güç ve birey arasındaki ilişkileri düzenler. Hükümetle egemen gücü birbirine karıştırmamak gerekir. 17.ve 18. yy’da özgürlük ve demokrasi konularında Fransa ve İngiltere arasında görüş farklılıkları meydana gelmiştir. Anglosakson doğal hukuk anlayışına göre insanlar, doğmadan önce de, doğduktan sonra da yasaların üzerindedir. Yasaları yapmakla yükümlü güç, birey hak ve özgürlükleriyle sınırlıdır. Pozitivist Fransa’nın görüşüne göre hukuk, özgürlükle vardır. Bu görüş, çoğunluğun özgürlüğüne sınırsız hak tanımakta, bireyin ve azınlıkların haklarını göz ardı etmektedir. ABD’nin 1776 Bağımsızlık Bildirisi, doğal hukuk kavramında hareket etti. Buna göre çoğunluğun, azınlığın haklarını gasp edici baskı ve zulme yönelmeyecektir. Doğal hukuk anlayışına dayanan bu anlayışa göre yöneticilerin görevi, bireylerin doğuştan sahip oldukları hakları korumaktır. Kuvvetler ayrılığı ilkesinde aynı görüşte hareket etmiştir. Yasaları yapanların, yasaları uygulayanların aynı kişiler olması sakıncalar doğuracaktır. Bu ayrım, bir tür görevlerin sınıflandırılması değil, sadece bireysel hak ile hükümet arasında denge sağlar. Amaç, devlet gücünün organlar arasında paylaştırılıp, sınırlandırılması suretiyle kötüye kullanılmasının önlenmesi ve özgürlüklerin korunmasıdır. İlk demokratik seçimlerin 19.yy’ ın başlarında yapıldığı söylenirse de, bu gerçeği yansıtmamaktadır. Her şeyden önce bu seçimlere katılmanın temel koşullarından biri servet sahibi olmaktır. Bu seçimlerde kadınların oy kullanma hakkı yoktur. Genel anlamda seçimler 1867 ile 1884’ te İngiltere ve İsveç’ te gerçekleşmiştir. Yine gerçek anlamda seçimler, Fransa’ da 1945, İsviçre’ de 1971, Türkiye’ de 1954 yılında yapılmıştır. Her ne kadar Fransız İhtilali sonrası Ulusal Meclis’te sağda ve solda oturanlar siyasi partiyi temsil ediyor denildiyse de gerçek anlamda siyasi partiler 19.yy’da İngiltere ve ABD’ de kurulmuştur. Demokrasi rejiminin iki türü vardır 1) Doğrudan demokrasi 2) Temsili demokrasi Doğrudan demokrasi, J. J. Rousseau’ nun yeğlediği yönetim biçimidir. Bu yönetim biçiminde halk yasama, yürütme ve yargı işlevini görmektedir. Yönetici yöneten ayırımı yoktur. Bu yönetim biçimine 19.yy’da Polonya’da rastlayabiliyoruz. Günümüzde de İsviçre’ de bazı dağ kantonlarında rastlayabiliriz. Ama ne olursa olsun doğrudan demokrasiyi büyük ülkelerde uygulayabilme imkanı yoktur. Temsili demokrasi, vatandaşların egemenlik haklarını seçim sandığına giderek kullanmalarıdır. Meclisin yetkisi ise ulusal egemenlik ile sınırlıdır. Temsili demokraside temsilciler, seçmenlerini değil, tüm ulusu temsil ederler. Modern demokrasilerde iktidarın yetkileri anayasa ile sınırlandırılmıştır. Batı ülkelerinde anayasalar yazılı ve yazısız olmak üzere ikiye ayrılır. Büyük gelenek ve göreneklere sahip olan İngiltere’nin yazısız anayasaya sahip olduğunu söyleyebiliriz. İlk yazılı anayasa ise 1720’ de İsveç’te, 1787’ de ABD’ de 1791’ de Fransa’da yürürlüğe girdi. Günümüzdeki anayasaların belirgin özelliği katı olmalarıdır. Anayasanın katı olması, bir ülkede istikrarı sağlarken, günün değişen koşullarına uyum sağlamaması nedeniyle dezavantaj doğurur. Örneğin ABD anayasası katı bir anayasadır. ABD anayasasını değiştirmek için Temsilciler Meclisi ve Senatoda çoğunluğu elde etmek ve bunun onaylanması içinde birliği oluşturan devletlerin ¾ ünün oyunu almak gerekir. Kanun kuyucunun ve yürütme organlarının karar ve davranışlarının anayasal ilkelere uygunluğunun denetlenmesi her ne kadar hukuk devletinde kabul görmüş bir görüş ise de, bunun ne şekilde uygulamaya konulacağı hususunda görüş farklılığı vardır. Bu sakıncaların giderilmesi için anayasa mahkemelerine ihtiyaç vardır. Ama anayasa mahkemelerinin demokratik olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur. Anayasanın, kanun koyucunun ve devlet otoritesinin dışındaki bir güç tarafından denetlenmesi fikri 1920 yılında Avusturyalı Kelsen tarafından ortaya atılmıştır. Ancak anayasa mahkemelerinin yaygınlık kazanması 2. Dünya Savaşından sonra olmuştur. Buna göre İtalya’da 1946, Almanya’da 1949, Türkiye’de 1961, Fransa’ da 1971, İspanya’da 1978 yıllarında Anayasa Mahkemeleri kurulmuştur. TC, “Hukuk Devleti” olma yolunda Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1808 “Senedi İttifak” ile başlamıştır. Sadrazam Mustafa Alemdar Paşanın Anadolu ve Rumeli Ayanları’nın toplanmasıyla bir dizi karar alınmıştır. Buna göre: Padişahın emirleri her yerde ve her durumda geçerli olacaktır. Devlet vergileri düzenli olarak toplanacak ve ayanlar bu konuda verdiği sözü eksiksiz yerine getireceklerdir. Askeri hizmet düzenlenecek ve buna riayet etmeyenler cezalandırılacaktır. 1. Mahmut tarafından imzalanan Senedi İttifak, padişahın hükümranlık yetkilerine bir takım sınırlamalar getirmiştir. Bu tarihe kadar gerek Selçuklu’ da gerek Osmanlı’da tek hakim ve Tanrının yer yüzündeki temsilcisi sayılan hükümdar, gene kutsal ve sorumsuz olacak ve iktidarın kullanılmasından doğan sorumlulukları da sadrazam ve vezirler yüklenecektir. Bu demektir ki iktidarı kullanacak olanlar, sadrazam ve rical olacaktır. Sorumluluk altında olmak, bir bakıma iktidara sahip olmakla eş anlamlıdır. Ne var ki Senedi İttifak bir yıl yaşayacak ve Osmanlı bir otuz yıl daha mutlakiyet altında yaşayacaktır. 1839’da tekrar dış baskılar sonucu Osmanlı’da bir takım ıslahat hareketleri görünecektir. Bazı hukukçular tarafından 1877’ye hatta 1908’e kadar sürdüğü öne sürülen ıslahat hareketleri, sık sık kesintiye uğrayacaktır. 3 Kasım 1839’da Sadrazam Mustafa Reşit Paşa tarafından okunan “Gülhane Hattı Humayun”, her ne kadar keyfiliği son veriyor görünüyorsa da , devlet yönetimi “şer’i” esaslara dayanmaktaydı. Gülhane Hattı Humayun ile yapılan reformlar vergi işlerinin düzenlenmesi, askerlik hizmetlerindeki aksaklıkların giderilmesi ve devlet işlerinin Kur’an ve Şeriata dayalı olarak yürütülmesidir. Ayrıca bu Hattı Humayunla “Meclisi Ahkamı Adliye” adı verilen bir yasama meclisi kurulmuştur. 1839 Fermanı ile gerek azınlıklar, gerekse diğer anglojmanlar konusunda verilen sözler yerine getirilmedi. Bunun üzerine 1845’te benzer vaatler tekrarlandı. Buna da “Hattı Hümayun” diyoruz. 1856’da yeni bir ıslahat fermanı okundu. Bunun nedeni ise 18 Şubat 1853’te Osmanlı- Rus harbinden sonra Osmanlı topraklarında yaşayan tüm Ortadoksların “hamiliğine” Rusların soyunmuş olmasıydı. Bunun üzerine Avusturya, İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti nezdinde bir takım baskılarda da bulunarak reformlar yapılmasını istediler. Bu reformların başlıcaları gayri müslümlerin can ve mal güvenliğinin sağlanması, vergi, adalet, askerlik hizmetlerinin düzenlenmesi, işkence ve kötü muamelelerin önlenmesiydi. 1861’de Abdülmecit’ten sonra tahta geçen Abdulaziz, Hattı Humayunlara riayet edeceğini taahhüt etmiştir. Tüm bunlardan çıkan sonuç, Tanzimat Hareketinin bir siyasal, sosyal ve felsefi bir görüşten esinlenen bir belge veya insan hakları demeci niteliğinde şeyler olmadığıdır. Bu fermanlarda yer alan hak ve özgürlükler, ihlal edilmez ve doğal nitelikteki haklar biçiminde değil de, padişah tarafından “tebasına ihsan edilmiş şeyler olarak” algılanıyordu. Ayrıca bu taahhütlerin yerine getirilmemesi durumunda her hangi bir yaptırım sistemi de görülmedi. Tanzimat için söylenecek tek olumlu şey “meşrutiyet” dönemlerinin oluşmasında zemin hazırlamasıdır. Türkiye tarihinde ilk yazılı anayasa 23 Aralık 1876’da, “1293 Kanunu Esasiye” olarak bildiğimiz kanundur. Bu Anayasa 1831 Belçika ve 1875 Fransa Anayasalarından esinlenmiştir. Bu anayasaya göre egemenlik gene padişahındır. Kuvvetler ayrılığı prensibi yoktur. Parlamentoyu toplantıya çağırmak, başbakanı tayin etmek, bakanlar kurulunu azletmek padişahın yetkileri arasındadır. Bu anayasada kişi hak ve özgürlüklerine yer verilmemiştir. Her ne kadar dernek kurmak vb. özgürlüklerden bahsedilmişse de padişahın elinde 113. Madde vardır. Bu maddeye göre güvenlik gerekçesiyle padişah sürgün edebilir, parlamentoyu feshedebilirdi. Nitekim gene bir Osmanlı- Rus savaşı bahane edilerek Ocak 1877’de 2. Abdülhamit, Parlamentoyu feshetti. 2. Meşrutiyet ise, İttihat ve Terakicilerin baskısıyla 24 Temmuz 1908 ‘de ilan edildi. Bununla, yasama ve yürütme arasında denge sağlanmaya çalışılmış, padişaha ait yetkiler kısılmıştır. Artık Parlamentoyu feshetme yetkisi padişahın değil, Ayan Meclisindir. Egemenliğin ilahi kökenli olmadığı, padişaha ait olmadığı ve milletin olması gerektiği fikrini ilk kez ulusal hayatımıza kazandıran yasa, (milli devlet yasasının ilk yazılı anayasası) ile “egemenlik kayıtsız şartsız millete aittir”. Türkiye Cumhuriyetinin BMM Hükümeti, milletin tek ve yetkili temsilcisi olarak yasama ve yürütmeyi kendinde topladı. 1921 Anayasasında temel hak ve özgürlükler ve yargı bağımsızlığı konusunda her hangi bir maddesi yoktur. 3 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasının ardından 29 Ekim 1923’te Anayasanın ilgili maddesi değiştirildi. Türkiye Hükümetinin devlet şekli “Cumhuriyettir” dendi. 3 Mart 1924’te Hilafetin kaldırılmasından sonra Nisan 1924’te Anayasanın 2. Maddesi de değiştirildi. “Türkiye Devleti Cumhuriyeti, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik, ve devrimcidir” dendi. 1921 ve 1924 Anayasaları, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”der. 5 kez düzenlendi. Darbeler yaşandı. Her darbe demokrasi açısından olumsuzdur. 1961 Anayasası, 49 Alman Anayasasından alınmış. Türkiye’nin en fazla değiştiği dönemdir. 12 Mart 1971 Muhtırası, (sıkı yönetim). Dönemin Genel Kurmay Başkanı: “61 Anayasası Türkiye’ye fazla geldi”dedi. Bir takım hak ve özgürlüklere darbe vurmuş. Grev, sendikal temel hak ve özgürlükler konusunda değişiklikler yapılmış. (71-73) 12 Eylül 1980 darbesi ile bu haklar tümüyle yok oldu. 82’de “Referandom” oylaması ile (baskı sonucu) 82 Anayasası kabul edildi. Kasım 83’te sivil yönetime geçildi. İki partili yaşam, merkez sağ ve sol. 20 sene geçti. Anayasadaki maddeler değiştirilmedi. 15. Geçici madde kaldırılmadı. 61 Anayasası % 65 olumlu oy almıştı. Türkiye 12 Eylülün izlerini halen taşımaktadır. |
|
![]() |
![]() |
Etiketler |
demokrasi |
|
|