![]() |
#1 |
![]()
Kitabin Adi : Fareler Ve Insanlar
Kitabin Yazari : John Steinbeck Yayin Evi Ve Adresi : Sosyal Yayinlar,babiali Caddesi,no:14 Cağaloğlu-istanbul Basim Yili : 2001 1.kitabin Konusu : Birlikte Dolaşan Iki Gezici Toprak Işçisinin Bir çiftlikte Yaşadiklarini, Bağlilik Ve Dostluklarini Anlatmaktadir. 2.kitabin özeti : George Ve Lennie, Amerika’ Da Yaşayan, çiftliklerde Yaşayan Toprak Işçileridir. Bu Kişiler Kendilerini Diğer Toprak Işçilerinden Farkli Görürler. çünkü Işçiler Kazandiklari Parayi Ya Kumar Oynayarak Ya Da Genelevde Harcamaktadir.onlarin Hayalleri Vardir. Biriktirdikleri Para Ile Bir çiftlik Satin Alacaklardir.bu çiftlikte çeşitli Hayvanlar Besleyecekler Ve Tarimla Ugraşacaklardir.şimdiye Kadar Gittikleri Bütün çiftliklerde Lennie Yüzünden Kovulmuşlardir. Lennie Uzun Boylu , Iri, Güçlü Bir Insandir Ama Kafasi Fazla çalişmaz Ve Tek Başina Hareket Etmeyen,devamli Birilerine Muhtaç Olan Bir Insandir. Bunun Yaninda Sevdiği şeylere Dokunma Hastaliği Vardir. George Ve Lennie, Arkadaşlarinin Tavsiyesi üzerine Başka Bir çiftlikte çalişmak Için Yola çikarlar. Yolda Lennie ölü Bir Fare Bulur Ve Onu Eliyle Okşar . George , Farenin Kendisine Faydasi Olmadiğini Ve Onu Atmasi Gerektiğini Söyler.ama Lennie Ona Zara Vermediğini Sadece Okşadiğini Söyler. Sonra Onu Zorla Yolda Birakir. Lennie’ Nin Bu Huyu Ileride Ikisine De Zarar Verecektir. George Bu Sefer Işe Başlamadan Lennie’ Ye Uyarilarda Bulunur. çiftliğe Gidince Hiç Konuşmamasi Gerektiğini , Eğer çiftlikte Bir Olay Olursa ; çifliğin Biraz Uzağinda Bulunan Bir Gölün Kiyisinda Saklanmasini Söyler.ama çiftlikte Herşey Yolunda Gitmez. Ustabaşinin Oglu Olan Curley Ve Karisi Iyi Insanlar Degildir. Curley’ In Karisi, çiftlikte Yaşamak Istemeyen, Zengin Olmak Isteyen Ve Kocasini Sevmeyen Bir Insandir. Bir Gün Curley’ In Karisi Lennie’yi Tanimak Ister Ve Yanina Gider. Bu Sirada çiftliktekiler Oyun Oynamaktadir. Curley’ In Karisi Ahirda Köpekleri Okşayan Lennie’ Nin Yanina Gider. Bir Süre Muhabbet Ederler. Curley ‘in Karisi Saçlarinin çok Yumuşak Olduğunu Ve Istiyorsa Saçlarinan Okşayabileceğini Söyler. Lennie, Kadinin Saçlarini Okşar. Curley’ In Karisi Lennie’ Yi Uyarir Ama Elini Saçindan çekmesini Söyler, Sonra Bağirmaya Başlar. Paniğe Kapilan Lennie Ona Simsiki Sarilir. Kadinin Boynu Kirilir, Ve ölür. Lennie önceden Belirledikleri Yere Gider, Orada Candostu Lennie Tarafindan öldürülür. 3. Kitabin Ana Fikri : Hayallerimiz Bizimdir.kimse Hayalerimizi Yok Edemez. Insan Dostlarinin Sonuna Kadar Yaninda Olmali,onu Desteklemelidir. 4.kitaptaki Olaylarin Ve şahislarin Değerlendirilmesi : Olaylar Genellikle Bir çiftlikte, George Ve Lennie Arasinda Geçmektedir. George Biraz Uyanik, Hayalleri çok Olan Bir Insandir. Her Zaman Lennie’ Yi Kollamak Zorunda Olduğu Için Hayallerini Gerçekleştirememiştir. Lennie Ise Kafasi Biraz Yavaş Işleyen, Temiz Kalpli, Kendi Başina Yaşayamayan Bir Insandir. 5.kitap Hakkinda şahsi Görüşler : Steinbeck Bu Romanda Insan Ruhunun Derinlerne Dalan Keskin Gözlerinin Gördüklerini, Kendine özgü, Yalin, Ve Alçakgönüllü Bir Dille Aktarmiştir.bu Nedenle Sürükleyici Bir Romandir. 6.kitabin Yazari Hakkinda Bilgi : John Steinbeck Amerikali Roman, Oyun Ve Köşe Yazari. 1962’de Nobel Edebiyat ödülü Aldi. En ünlü Romanlari Gazap üzümleri Bir 20.yüzyil Edebiyat Klasiği Olarak Kabul Edilmektedir. ünlü Eserleri Arasinda Al Midilli, Cennet çayirlari, Fareler Ve Insanlar Yer Almaktadir.california’ Da Doğmuştur.olaylari Genelde Monterey Körfezinde Geçmektedir.20 Aralik 1968’ De New York’ta ölmüştür KİTABIN ADI Simyacı KİTABIN YAZARI Paulo COELHO Çeviren : Özdemir İNCE BASIM YILI 1988 yılında basılmıştır. Dünyanın dört bir yanında satılan ve okunan kitap Türkiye’de ise 1996 yılından beri basılmakta olup en son 1999 yılında 62 nci basımını yaptı. KİTABIN KONUSU: İspanyadan kalkıp Mısır Piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago’nun masalsı yaşamının felsefi öyküsü. Sanki bir nasihatname; “yazgına nasıl egemen olacaksın? Mutluluğu nasıl kuracaksın?” sorularına yanıt aranan bir yaşam ve ahlak kılavuzu olarak yayınlanmıştır. KİTABIN ÖZETİ: Romanın kahramanı Santiago’nun anne ve babası rahip olması için onu papaz okuluna göndermiştir. Santiago, okuldan arta kalan zamanlarında babasına ait koyun sürüsünü otlatmaya götürür, bu sayede dağ, taş, tepe demeden Endülüs’ü gezerdi. Onaltı yaşına geldiğinde rahip olmak istemediğini, okuldan ayrılmayı ve gezginci olmak istediğini babasına söyler. Bunun üzerine babası da, oğluna içinde üç adet altın İspanyol parası olan bir kese vererek oğluna “git, kendine bir sürü al ve en iyi şatonun bizim şatomuz ve en güzel kadınların bizim kadınlarımız olduğunu öğreninceye kadar dünyayı dolaş” der ve oğlunu kutsar. Santiago’nun sırtında bir heybesi ve içinde de yatarken yastık olarak başının altına koyduğu bir kitabı ve yamçası vardı. Önce, babasının vermiş olduğu parayla bir koyun sürüsü alır ve yaşamının büyük düşünü gerçekleştirmeye başlar; artık geziyordur. Bazen “Papaz okuluna Tanrı’yı aramak için nasıl gidebilirdim?” diye düşünüp bunun kendisini sıktığını düşleyip tekrar kendi yazıgısı doğrultusunda bir başka yolculuğa çıkıyordu. Ancak dünya çok büyüktü, sonu gelmiyordu. Kısa bir süre de olsa koyunlarının kendisine yol göstermesine izin verse de sonunda bir yığın ilginç şeyler keşfederek tekrar onların peşinde sürüklenmekteydi. Her gün yeni bir yere gittikleri otlaklar değiştiği halde bazen mevsimlerin bile birbirine benzemediğini dahi anlamıyorlardı. Koyunların yiyecek ve sudan başka bir kaygıları yoktu. Dağ, taş, köy kasaba geçip akşam hava karardığında koyunları kurtlara karşı emniyete alacak müsait bir yer bulduklarında yatıyor ve sabah hava aydınlanıncada tekrar aynı şekilde gezmeye başlıyordu. Ancak akşam yattığında uykusunda gördüğü rüyaların da etkisinde kalarak; gördüğü bir düşün gerçekleşme olasılığının yaşamını ilginçleştireceğini düşünüyor ve o şekilde hareket ediyordu. Romanın ana konusunu teşkil eden Mısır Piramitleri’ne gitmesi ve orada hazine bulacağı ona rüyasında söylenmişti. Romanın kahramanı, rüyasını gerçekleştirmek için önce bir falcı kadına rüyasını anlatır. Falcı kadın, kendisine tatmin edici bir cevap veremez, ancak bulacağı hazinenin onda birini kendisine vermesini ister. Bunun üzerine bir daha düşlere inanmamaya karar vererek oradan ayrılır ve yine koyunlarıyla dolaşmaya devam eder. Ancak daha sonra geldiği kasabada karşılaştığı ve kendisini Salem kralı olarak tanıtan yaşlı adamla konuşur, kendi amaçlarını anlatır. Yaşlı adam, hayatın gizemleri hakkındaki bilgiye karşılık Santiago’dan sürüsünün onda birini vermesini ister. Sarayına davet eder ve çobanı bir teste tabi tutar. Bir yemek kaşığının içine sıvı yağ koyarak kaşığı ağzında tutarak sarayını gezmesini ister. Bu testin amacı, “mutluluğun gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan” der. Çoban, mesajı almıştır. Yaşlı adam, Santiago’ya biri beyaz diğeri siyah olmak üzere iki adet gizemli taş verir ve siyah olanı “evet”, beyaz olanı “hayır” anlamını taşıyan bu taşları “zora düştüğün zamanlarda kullanırsın ancak kendi kararını kendin vermeye çalış” der. Santiago, falcı kadından ve yaşlı adamdan aldığı işaretlerden sonra Mısır’a gitmek için önce koyun sürüsünü satar ve parasını cebine koyarak yola çıkar. Afrika’nın bir liman şehri olan Tanca’da kendisinin turizm danışmanı olduğunu söyleyen bir Arap çocuğu ile tanışır, Mısıra gidebilmek için sahranın geçilmesinin gerektiği bunun içinde deve almak üzere Arap çocuk ile beraber pazara giderler. Fakat Arap paralarla birlikte kaçarak Santiago’yu bu şehirde parasız pulsuz bırakır. Bunun üzerine Santiago para kazanmak için bir billuriyeci dükkanında çalışmaya başlar. Billuriyeci ile ilişkilerini geliştirdikçe ikisinin de hayallerinin benzer olduğunu farkeder. Ancak billuriyecinin yıllardır kutsal yolculuğa (hacca) gidişini gerçekleştiremediğini öğrenir ve hayallerine ulaşmak için daha değişik yöntemlerle para kazanmalarının gerektiğini anlatır. 6 ay kadar burada çalıştıktan sonra Santiago yeterli parayı kazanarak tekrar yola koyulur. Yolda bir İngiliz’le karşılaşır. İngiliz de aslında simyacıyı aramak için çölü geçmek istemektedir. Birlikte bir deve kervanıyla çölü geçmek üzere yola çıkarlar. Santiago, çölden de daha birçok şey öğrenebileceğini düşünerek dikkatli gözlemler yapmaktadır. Fakat İngiliz arkadaşı ise elindeki kitapları okumakla meşguldür. Yolda karşılaştıkları güçlüklerde kendi kişisel menkıbelerini aramak üzere yola çıktıklarını söylüyorlardı. Kendi kişisel menkıbesini yaşayan kimse, “her şey bir ve tek şeydir” sonucuna varır ve neye ihtiyacı varsa onu elde edebileceğini bilirdi. Simyacı, evrendeki sonsuz yolculuğunda en büyük sorunun her şeyin bir ve tek olduğunu anlamak ve bu biricik şeyin kendi gerçek görevini yerine getirmesiyle her şeyin mümkün olacağını bilirdi. Santiago, yüreğinin söylediklerini dikkatle dinleyerek çölde ilerlemesine devam etti.Karşılaştıkları güçlükler karşısında hep kendi kişisel menkıbesine güvendi ve sonunda kumullar tepesine ulaştı. Piramitler, bütün görkemiyle karşısında yükseliyordu. Dizüstü düşüp ağladı ve kişisel menkıbesine ulaşırken rastladığı insanlar için Tanrı’ya şükretti. Hazineye ulaşmak için kumulu bütün gece boyunca kazdı. Sabah gün doğarken doğruldu ve piramitlere baktı. “Gerçekte kendi kişisel menkıbesini yaşayan kimseye karşı hayat cömerttir” diye düşündü. Piramitlerin de ona gülümsediğini hissederek yüreği neşeyle dolu olarak o da piramitlere gülümsedi. Sonunda hazinesini bulmuştu. Sonuç olarak; Romanın kahramanı Santiago babasının verdiği parayla aldığı koyun sürüsü ile birlikte geceyi geçirdiği eski, yıkık bir kilise bahçesindeki incir ağacı altındadır. Sabah uyandığında gerçekten bulunduğu yeri kazmış ve içi mücevher dolu bir sandık bularak rüyasında gördüğü ve Mısır’a piramitlere kadar gidip bulmayı arzuladığı hazineye kavuşmuştur. KİTBIN ANA FİKRİ : İnsanlar kendi kişisel menkıbelerinin doğroltusunda ilerlemeli ve hedefledikleri şeyleri gerçekleştirmek için önlerindeki engelleri azimle aşmalıdırlar. KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ: Santiago’ nun elindeki sürüsünü satarak parasını araba kaptırması onun herşeye çok kolay inanan saf bir insan olduğunun göstergesidir. Ayrıca Santiago her türlü zorloğa rağmen bunları aşmış ve hedefine ulaşmıştır. Salem kralı ise Santiago’ ya elindeki kaşıkla sarayı dolaşmasını istemiş ve o ilk turda gözünü yağdan ayırmamıştır ama çevresindeki güzelliklerin hiç birini görememiştir. İkinci turda ise çevresine bakmaktan yağı damlatmıştır. Böylece kral Santiago’ ya ‘ Mutluluğun gizi dünyanın bütün harikalarını görmektir, ama kaşıktaki iki damla yağı unutmadan. ’ diyerek güzel bir ders vermiştir. KİTAP HAKKINDA SAHSİ FİKİRLER: Kitap baştan başa çok akıcı bir şekilde yazılmış, ayrıca kitabın edebi yönü ağır olmadığı için herkesin okuyabileceği bir eserdir. YAZAR HAKKINDA BİLGİ: Poulo COELHO Rio de Janeiro’ da doğdu. Roman yazarlığına başlamadan önce, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni ve sevilen bir şarkı sözü yazarıydı. COELHO, 1986 yılında Hiristiyanların, Batı Avrupa’ dan başlayıp ispanya’ da Santiago de Compostela kentinde sona eren geleneksel haç yolculuğunu yaptı; bu deneyimini 1987 yılında yayımladığı The Pilgrimage (hac) adlı kitabında anlattı. 1988 yılında yayımlanan ikinci kitabı Simyacı COELHO’yu en çok okunan çağdaş yazarlardan biri yaptı. Öteki kitapları ; Brida, Valkürler ve son yazdığı Piedra Irmağının Kıyısına Oturdum, Ağladım’ dır. Simyacı 42 ülkede yayımlandı 26 dile çevrildi. Bu kitap COELHO’yu Gabriel Garcia Marquez’ in arkasından en çok okunan Latin Amerikalı yazarlardan biri konumuna getirdi. KİTABIN ADI KOKU KİTABIN YAZARI PATRICK SUSKIND YAYINEVİ VE ADRESİ CAN YAYINLARI GALATASARAY - İSTANBUL BASIM YILI 1998 1. KİTABIN KONUSU: Tüm insani duyumlarını kaybetmiş salt kokulara karşı duyarlı ve istediği kokuları üretmek için çalışan kendini insanlara kabul ettirmek isteyen bir dahinin hayatı anlatılmaktadır. 2. KİTABIN ÖZETİ: Bu kitaptaki kahramanımızın ismi; Jean Babtiste Granouille’dir. Yılın en sıcak günlerinden biri ve Granouille’nin annesi sancılar içinde Rue Aux Fers de bir balıkçı tezgahının yanında, öyle bir yer ki orası yanındaki mezarların kokuları bile hissedilmiyordu. Zaten o dönemde kentlerde ; caddeler; gübre,sidik, çürümüş tahta, sıçan yağı gibi pis kokular kokar. İşte öyle bir yerde Granouille’nin annesi beşinci çocuğu olan Granouille’yi diğer dört çocuğu gibi aynı yerde dünyaya getirir,1738. Ölü balıkların pis kokuları nedeniyle tezgahın yanına düşer, bayılır. Yenidoğan çocuk bağrışmalar, koşuşmalar sonucu ve değerlendirilen durumlar sonucu Granouille sütannesine verilir. Annesi de bu arada diğer dört çocuğunun bu şekilde ölmesine neden olduğundan hüküm giyer ve bir kaç hafta sonra kafası uçurulur. Biraz zaman geçtikten sonra sütana Jeanne Bussie, elinde sepetle Saint Merri manastırının kapısına dikilmiş, kapıyı açan Papaz Terrier’ye işte deyip sepeti yere bırakıverir. Papaz bunu neden yaptığını sorar. Sütana çocuğun içine şeytan girdiğini söyleyerek onun, evinden gitmesini ister. Papaz Terrier daha fazla para vermek ister ama sütana para istemediğini, Granouille’nin diğer çocuklara göre çok farklı olduğunu ve hatta çocuğun hiç kokmadığını yani aslında onun insan olmadığını söylemektedir. Peder, çocuğu kendisinden uzaklaştırmak istiyordu. Çünkü süt*****n söylediklerine inanmaya başlamıştı. Madam Galliard adında bir sütana tanıyordu ve kendisinden baya uzakta yaşıyordu. Madam Galliard’ın evine giderek çocuğu ona teslim etti ve bir yıllık ücreti de peşin ödedi. Zaman geçer,Granouille Madam Galliard’ın evinde büyür. Granouille’yi Madam’ın evinde hiç sevmezler ve Granouilleden rahatsız olurlar. Halbuki Granouille o kadar nefret edilecek ya da tiksinilecek bir çocuk değildir. Tabi zekası da ahım şahım değildir. Madam Galliard ummadığı kadar uzun yaşar ve 1975 yılında vefat eder. Granouiile de tüm insani duygulardan yoksun olarak büyür. Aşk, sevgi, başkalarını düşünmek vb duygulardan hiçbirine sahip değildir. Kendisinin bir insan gibi kokmadığını anladığı gün, dünyası yıkılır. Geri kalan hayatını dünyanın en iyi kokularını üretmeye adar ve bu arada kendisini insanlara kabul ettirmek içinde kendisine kokular ürertir ve hatta bunları gerçekleştirmek için cinayet bile işler ayrıca Granouille’nin diğer bir özelliği de çok iyi koku almasıdır. Granouille kendi benliğinin dışında her şeyi yaratabilmiş bir dahi olduğu halde sonu çok trajik olmuştur. Granouille’yi melek gibi gören insanlar ondan bir parça almak isterler ama onu paramparça edip öldürürler. 3. KİTABIN ANAFİKRİ: İnsanları sadece göründükleri gibi değerlendirmemek gerektiği ve görüntüleri nekadar kötü de olsa onlara bunu hissettirmememiz ve onları oldukları gibi kabul etmemiz gerektiğidir. 4. OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ: a) GRANOUILLE: Tüm insani duygulardan yoksun, aşk, sevgi, başkalarını düşünmek vb duyguların hiçbirine sahip olmayan ve salt kokulara karşı oldukça duyarlı bir insandır. b) JEANNE BUSSIE: Granouille’nin sütannesi, para karşılığı çocuklara bakan bir kadın. c)MADAM GALLIARD: Aldığı paraya göre bir sistem kurmuş, bazı prensipleri olan ve para karşılığı çocuklara bakan bir kadın. 5. KİTAP HAKKINDAKİ ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Bu kitap bence dünyaya başka açılardan bakmamızı sağlıyor ayrıca toplum eleştirisini iyi sergileyen bir kitap. Eğer okumadıysanız mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. 6. YAZAR HAKKINDA KISA BİLGİ: Patrick Suskind, 1928 yılında Almanya’da doğdu. Geçmişi hakkında kesin bilgilere sahip değilim. Ama modern edebiyatın ünlü yazarları arasında olduğu bir gerçektir. Suskind, anlatmak isteyip de anlatamadığımız hisleri bir çırpıda kolayca anlatabilme yeteneğine sahip bir yazardır. Bilinen bazı eserleri : a)Aşk ve Yemek b)Üç Damla Kan c)Gavur Mahallesi d)Geniş Zamanlar e)KOKU f)Yunan Masalları g)Ermişin Bahçesi h)Kimlik I)Bağdat Yolları i)Asılacak Kadın j)Büyük Balıklar KİTABIN ADI: BABALAR VE OĞULLAR KİTABIN YAZARI : IVAN SERGENYEVİÇ TURGENYEV YAYIN EVİ : SOSYAL YAYINLAR BASIM YILI : KASIM 1990 1.KİTABIN KONUSU: Babalar ve oğullar’da Turgenyev geçen yüzyıl Rusya’sının toplumsal – siyasal görünümünü ele alıyor.O zaman Rusya’sında yaşanan geleneksellik ile bireysellik arasındaki çatışmayı adım adım göstermektedir.Adından da anlaşılacağı gibi babalar kuşağı ,ataerkil topplumun sarsılmaz saymakla direndiği sağtöre inancını, oğullar ise, bütün töreleri yok sayma savaşını temsil ederler. 2.KİTABIN ÖZETİ: Bazarov arkadaşı Arkadiy’nin teklifini kırmayarakonunla tatilini geçirmek için üniversiteyi bitirdikten sonra Arkady’nin babasının ,Nikolay Petroviç , yönettiği çiftliğe giderler. Burada Bazarov bilimsel araştırmalarına daha fazla eğim vereceğine ve araştırmalarında kullanacağı daha iyi denekler bulacağından dolayı sevinçlidir.Fakat günleri pek de umduğu gibi geçmemektedrir; Arkady’nin amcası Pavel petroviç’le tartışarak ,ona gerçekleri göstermeğe çalışmaktadır.Fakat Pavel de dişli bir tartışmacıdır.Tartişmalar sabah akşam sürmekte ve arada sırada kalan sürelerde, genelde sabah erken saatlerde, böcek toplamaya çıkabilmektedir.Diğer zamanlarda bunların üzerinde çalışmaktadır.Akşam yatmadan önce ise arkadaşı ile dertleşmekte ve onunla tartışmaktadır.Bu sıralarda Fenitçka ile taışmıştır.Katya ‘nın yanında yardımcı olan Fenitçka’nın ona karşı platonik bir aşkı vardır. Pavel’le tartışmaların kızıştığı günlerden bir gün Bazarov’u düellaya davet etmiştir.Sorun ise Pavel’in ölümcül olmayan yaralanmasıyla çözümlenmiştir.Bu durumda burada daha fazla kalamayacağını anlayan Bazarov soluğu yakında yaşayan ailesinin yanında alır .Fakat sıkıntısı burada da geçmemiştir.Buradan ise Arkady ile kasabada tanıştığı Anna Sergenyevra’yı ziyaret etmeye karar verir.Bu ziyarette pek fazla uzun sürmez. Arkady Anna’nın kızkardeşi ile günlerini geçirirken Bazarov da Anna ile dolaşmaktadır.Fakat ona olan sevgisini açıklayamaz.Buna inançlarının engel olduğunu bilmektedir.Ve oradan da ayrılmak zorunda kalmıştır.Tekrardan ailesinin yanına gider, burada yakın köylerden gelen hastalarla ilgilenmekte ve araştırmalarına devam etmektedir.bir gün çevre köylerden gelen tifüslü bir hasta ile ilgilenirken o da hastalığı kapar,zamanının az olduğunu bilmekle birlikte acı çekmektedir.Tek çare ölümü beklemektir.Bu sırada Anna kendi doktorunu getirir fakat iş işten çoktan geçmiştir ancak onunla konuşacak bir kaç dakikadan fazla bir ömrü kalmamıştır.Ve Bazarov gözlerini Anna’nın kollarında dünyaya kapatır. Bundan sonra Anna Rus bir politikacıyla, Katya Arkadıy Petroviç ile , Fenitçka ise Nikolay Petroviç ile evlenir. 3.KİTABIN ANAFİKRİ: Her zaman yeni nesil ile eski nesil arasında bir çatışma olduğu.Bu çatışmanın nesillerin yetiştiği ortam ve görüş açılarının değiştiğinde kaynaklandığıdır.Bu yüzden her nesil birbirine anlayış içinde yaklaşmalı ve olumlu davranmalıdır.Onlara olumlu yaklaştığımız sürece kendimizi daha da geliştireceğimizdir. 4.KİTAPTAKİ OLAYLAR VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ: YEVGENİY VASİLYİÇ BAZAROV: Tam bir nihilisttir.Her şeyi yok sayar ; her kuralı ve töreleri inkar eder.Kadınlara, kadın güzelliğine çok düşkündür.Ama ideal anlamda aşık -yada onun romantiklik diye adlandırdığı aşk- duygusunun maskaralık , bağışlanmaz bir aptallık sayan bir kişiliğe sahiptir.Çünkü ne sanata ne romantikliğe hiç bir ilgi duymaz.sadece ilgilendiği bilimdir. ANNA SERYEVRA ODİNSTOVA: Güzel bir bayan.Aynı zamanda olgun bir yapıya sahip.Buda Bazarov’un ona tutulmasına sebep veren en önemli faktörlerden biri.Oda Bazarov’dan hoşlanmakla birlikte bunun ilerlemeyeceğini biliyor.Yaşlı prenses ve kızkardeşi Katya ile birlikte yaşıyor. KATYA:Ablasını gölgesi altında ezilmiş fakat onun kültüründen ve olgunluğundan kendine pay çıkarmış biri. ARKADİY PETROVİÇ: Bazarov’un arkadaşı ve Nikolay Petroviç’in tıp bölümünü yeni bitiren oğlu.Bazarov’la her konuda konuşan ve Bazarov’un Pavel Petroviç ile girdiği tartışmalarda bir sübap görevi yapan bir kahramandır. PAVEL PETROVİÇ: Sınıf ayrılıkları ve törelere inanan kendini soylu sayan ; bir zamanlar Rus ordusunda da görev yapmış ve ileride Rusaya yönetimine geçecek biri olarak bakılırken bir anda kendini kardeşinin yanında; çiftlikte ömrünü geçirirken bulmuş biridir. NİKOLAY PETROVİÇ: Çiftlik yönetmekle uğraşan , her şeyi oğlu için yapan bir kahramandır.Katya ile evlenmketen çekinen fakat abisinin ve oğlunun desteğini aldıktan sonra oda törelerin zamanla değiştiğine inanarak onunla evenen böylelikle kitapta yazarın betimlemek istediği kahramandır. KATYA:Nikolay Petroviç’inev işlerini görmesi için çağırdığı bir hizmetçinin kızı olup çekingen, utangaç bir yapıya sahiptir. 5.YAZAAR HAKKINDA KISA BİLGİ: 6.KİTABI HAZIRLAYAN: İMZASI : ADI : AGAH DOĞAN SOYADI : SASYDAM APOLET NUMARASI : 3902 KISMI : 69 KİTABIN ADI KURTLAR SOFRASI KİTABIN YAZARI Atilla İLHAN YAYIN EVİ VE ADRESİ İŞ BANKASI yayınları BASIMYILI 2002 1.KİTABIN KONUSU: Toplumsal ilişkiler ve sorunlar ışığında ele alınan bireyler arası ilişkiler, Atilla İLHAN tarafından detaylı bir boyutla incelenerek işlenmiştir. Kitapta ülkedeki iş çevrelerini, basın ve eğlence endüstrisini gazeteci Mahmut Bey’in kişiliği de ele alınarak, yaşanan dönemi tüm çıplaklığı ile ortaya koymuştur. 2.KİTABINÖZETİ: Mahmut Bey, üzerinde çalıştığı haberlerle ilgili olarak Katip Rıza ile görüşmek üzere randevulaşır. Fakat randevu yerine geldiğinde ortada katip yerine bir başkası ile karşılaşır. Kendisini Katip Rıza’nın gönderdiğini söyleyen kişi; kendisi ile gelmesini ister. Beraber giderken iki kişi daha ortaya çıkar ve üçü birlikte Mahmut Bey’in üzerine saldırırlar. Mahmut Bey, bir yolunu bulur ve aralarından kaçarak kurtulur. Mahmut Bey, Katip Rıza’ya ulaşamamıştır ve onu mutlaka bulması gerekmektedir. Buluşmayı önceden öğrenen gangster bozuntuları Katip Rıza’yı iyice benzetip bir köşeye atmış ve başına da üç nöbetçi bırakmışlardır. Mahmut Bey Katip Rıza’nın izini bulur. Hemen bir plan yaparak Katip Rıza’yı gangsterlerin elinden kurtarır ve beraberce Beyazıt’ta Acem’in Sabahçı Kahvesi’nde soluğu alırlar. Mahmut Bey sigarasını içerken aklından tek geçen şey Sezai YILMAZ’nın adresini bulmaktır. Ancak bu adam ve onun adresi sayesinde, birbiri ile ilgisi yokmuş gibi gözüken birçok olay çözülebilecek, aynı zamanda arsa spkülasyonuna ve inşaat yolsuzluklarına kadar birçok olayın perde arkası aydınlanacaktır. Katip Rıza intikamını almak için Yazmacı’nın adresini bulur. Mahmut’u bir düşüncedir alır. Böyle bir sırada İstanbuldan ayrılmak, gazeteyi ve Ümit’i bırakmak doğrumu diye uzun süre düşünür. Mahmut ERSOY tüm bu düşüncelerinden sıyrılarak İZMİR’e gitmeye karar verir. Gazetenin diğer çalışanlarından Ragıp da tedirgindir. Akşamdan beri elini ayağını tutan onu dürüst bir iş sahibi etmeyen huzursuzluğun altında tevkif edilme korkusu bulunmaktadır. Siyasetin ne kadar çetrefilli bir iş olduğunu o zaman anlar. Ama gazetecilik iç güdüsü ile duyduğunu, gördüğünü yazmak istediği de vardır. Ona ters gelen taraf, sustuğu zaman korkuyor anlamının ortaya çıkmasıdır. Gazetede çıkan fıkranın konusu olan adam; iki defa haklı çıkması, üç defa yerinde tenkidi yüzünden yarın cezaevini boylayacak olursa korku düpedüz içine girmiş anlamına gelecek. Birden aklına Mahmut’un sözleri gelir. - “ … sen bir iki seçimle her şeyin küt diye yoluna gireceğini mi sanıyordun? Yok be. Ragıp! Asıl çekişme bundan sonra başlayacak bu gelenler gidenlerden farklı olmadıkları, hatta belki daha kötü oldukları için, bütün ettikleri vaatlerin altından kalkmak isteyeceklerdir. Sen, ben karşılarına dikilmezsek, bunca gayreti, bir iyimserliğe harcamış olmaz mıyız?” Kirli işlerin adamı İbrahim, iri ve ağır bulduğu suratındaki yuvarlak gözleri ile Mordohay’ı ve Seyit Sabri’yi etkisi altına alır. Mordohay’ı içten içe bir korku sarıyor. Seyit Sabri’nin baş eğdiyi bir fikre baş kaldırma ise, Mordohay’ın adeta vazifesidir. O kadar mı? Birisi nasıl kıpır kıpır koltuğunda ve dünyadaki yerinde kendisini rahatsız hisseder; Oysa öteki iğneli beşikte olsa bile, bir bulut kadar rahattır. Birisi nasıl küçük hesapların, buçuk liretlerin birkaç sıfırlı küstah çeklerin, büyük bonoların adamıdır. Mordohay’la iki çift lakırtı etmek sorunda kalırsanız, kendinizi gerek sosyal, gerekse entellektüel bakımdan hiç değilse size eşit bir kimse karşısında mı bulursunuz? Seyit Sabri, sakallarını tel tel gözümüzün camına batırarak, size mutlaka kapıcı muamelesi yapılacaktır. Ama birincisi Yiddiş ve İbranice dahil altı dil konuşurmuş. Konuşmakla da kalmaz, bütün bu dillerde yayımlanan kitapları bulur buluşturur, ipek böceği Sabri ile okurmuş.İkincisi ise yarım Fransızcası ve İngilizcesi ile gittiği ve gideceği herhangi bir yabancı ülkede, yemek listelerinden ve uçak tarifelerinden başka, hiçbir şeyi okumak külfetine katlanmazmış. İkisi de döviz kaçakçılığı yapar ama Yardımseverler Cemiyeti hesabına hayır işlenmiş gibi … Gece sabaha karşı balıkçılar denizde başsız bir erkek cesedi bulurlar. Bir dizi araştırma sonucunda başsız bedenin Mahmut ERSOY’ a ait olduğu anlaşılır. Faili meşhul bir cinayet olarak kayıtlara geçer. Mordohay ve Seyit Sabri’nin ellerini uzatmadığı köse, burunlarını sokmadığı delik kalmamıştır. Bir o uçtan, diğer uca, taa otuzlardan beri ithalat, ihracat derken, oluk oluk para akıtan bir kazanç değirmeni kuruvermişlerdir. Limanlardan gemiler mi kalkıyor? Sözün gelişi Hamburg limanında gemiler mi bekliyor? Marsilya’da Rıhtım işçileri kendilerini kamçılayıp simsiyah bir gemiye büyük kasalar mı yüklüyor? Her şey bu tırnaklarını kemiren Yahudi Mordohay MORDA için ! Bankalar caddesinde, Şişhane’ye en yakın, en müthiş üç binadan birisinin giriş kapısında beyaz mermer üzerine siyah harflerle “ Akın İş Hanı ” yazıyor. Bu han şirketin; Şirket Seyit Sabri ile Mordohay’ın malı. İbrahim CURA’nın hesaplarına göre, onlar sadece ithalat ve satış kârları üzerine yaşasalar, yıllık safi gelirleri bütün lükslerine yeter de artar bile. Oysa taban tabana zıt her halleri ve hareketleri ile birbirlerini iten bu iki adam Seyit Sabri ve Mordohay, yanlız bir noktada tartışmasız birleşiyorlar.: Daima daha çok kazanma ! Servet bir yerden sonra bütün dikişleri söküyor; ardından koşanları hep usul usul kanun dışında hem de fark ettirmeden beşeri olmayana götürüyor. Biri otuz beş yıllarında buhran sırasında, biri vergi zamanında, iki büyük iflas tehlikesi geçirdikten sonra firmasını kale gibi korumuş para avcısı iki canavar. Bu canavarın işlerine burnunu sokanlar da Mahmut Bey gibi görüyorlar. Mahmut ERSOY bir İnkilap çocuğuydu! Bir İnkilap Şeyhi idi. Basını, diyor; parayla soysuzlaştırmak istiyor. Çünkü yanlız paranın kuvvetine inanıyorlar. Ahlak ölçülerini de yapan bu; saadet ölçülerini de. Daha çok kazanmak, daha zengin olmak için, iktidara mı gelmeli? Bunu açıklamaya kalkışan, ya besleyip evcilleştirecekler ya da kaba kuvvete başvurup, dize getirmeye çalışacaklar. Onların karşısında, her şeyden çok, halka ve fikirlere tutunmak gerekli. Halka ve devrimci fikirlere. Bu böyle yürümez, Ümit! dedi. Bir şeyler yapmayı düşünmek gerek. Artık bir şeyler yapmayı düşünmek yeter, artık bir şeyler yapmak lazım. Gerekirse tehlikeli hatta ümitsiz, fakat sonrakilere örnek teşkil edebilecek, elle tutulur, gözle görülür hareketler! Onlar duruyorlar mı? Baksana çatal dişleri, çamurlu burunlarıyla, kurtlar gibi herşeyi göze alarak saldırıyorlar. Ete, ekmeğe, suya her şey onların pençeleri arasında kalıyor. Memleket bir kurt sofrasına döndü. Bu vaziyet karşısında, senin, benim, yapabileceğimiz pek fazla bir şey yok. Fakat asıl, en önemli sözünü Ümit’i usulca öptükten sonra dudaklarını kulağına yaklaştırıp gizli bir aşk sözü gibi fısıltıyla söylemişti. Memleket bir kurtlar sofrasına dönmüş ise isyan haktır. 3.KİTABIN ANA FİKRİ: 27 MAYIS öncesinde Türkiye’deki, iş çevrelerini, basın ve eğlence endüstrisini,gençlik kesiminin durumunu yansıtmış,bir memleketin nasıl kurtlar sofrası haline gelebileceği hakkında bize ders vermiştir. 4.KİTAPTAKİ OLAYLARIN VE ŞAHISLARIN DEĞERLENDİRMESİ: Mahmud Ersoy: Romanın kahramanı Kurtuluş Savaşı'na katılmış, Kuvayı Milliye ruhuyla dolu Hüsnü Faik Bey'in çıkardığı ve "1945'te diktatörlüğe ilk baş kaldıran gazetelerden" Birlik gazetesinde yazardır. Zihni Keleşoğlu: Atatürk devrim ve ilkelerini yaşatmaya azimli bir kadronun karşısında cami yaptırarak para hırsını gizlemek, bağışlatmak isteyen bir tip Hüsnü Faik Bey: Birlik gazetesi sahibi,Mahmud’un cinayetini aydınlatmasında Ümit’e yardım eden kişi. Ümit: Keleşoğlu’nun ölmüş karısından doğma, Paris'te okumuş kızı,aynı zamanda Mahmud’un sevgilisi. 5.KİTAP HAKKINDA ŞAHSİ GÖRÜŞLER: Bu kitap biraz da bizim halihazırda içinde bulunduğumuz milli durumu anlatıyo olması dolayısıyla zevkle okuyabileceğiniz bir hal alıyor. İnsanların içindeki para kazanma hırsının nasıl doruk noktasına çıkabileceğini ve bunun kendisine engel olmak isteyen insanlara nasıl zarar verebileceği hakkında güzel bir örnek teşkil ediyor. 6.KİTABIN YAZARI HAKKINDA BİLGİ: 1925 yılında İzmir’in Menemen İlçesi'nde doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı, gazete ve dergilerde çalıştı. Demokrat İzmir Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü ve Başyazarlığı'ndan, Ankara’da Bilgi Yayınevi Danışmanlığı'na geldi (1973-1980). Çeşitli gazetelerde köşe yazarlığını sürdürdü (1968- ) (Yeni Ortam, Dünya, Milliyet, Söz, Güneş, Meydan) 1950’li yıllarda Vatan Gazetesi’nde sinema eleştirileri yazdı, senaryo yazarlığına başladı. Senaryolarında Ali Kaptanoğlu adını kullandı. Bel başlı filmleri: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon). Şimdi İstanbul’da bağımsız yazar. İlk şiiri Balıkçı Türküsü, Yeni Edebiyat Gazetesi'nde çıkmıştı (sayı: 23,1.10.1941), ilk düzyazısı ise (Kültürümüz Üzerine Düşünceler) Balıkesir’de yayınlanan Türk Dili Gazetesi’nde (29.10.1944). Duvar kitabına aldığı Cabbaroğlu Mehemmed şiirinin 1946 CHP Şiir Yarışması’nda ikincilik almasıyla tanındı. Şairliğinin ilk on yılını, destan boyutlarıyla ve duygusal, gergin bir hava içinde, İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’yı saran bezginlik çöküntülerini yansıtmaya adamıştı. Zamanla (1955- ) toplumcu kollayışı bırakmamakla birlikte, tek insanın duygu dünyasından kesitler verdi; artistik abartmalarla ve yerli dünya görüşüne de yaslanarak, bireysel temaları işledi. Aynı gerginlik ve gerilim kendine özgü bir söz dizim ve hazinesiyle at başı, çarpıcı benzetmelerle zenginleşmiş romanlarında da görülür. Eleştiride uzun zaman toplumcu gerçekçilik ilkelerine bağlı kalmıştı. ÇalıKuşu...: Roman Özeti ÇALIKUŞU Pek küçük yaşındayken annesi ölen feride, babası da sınır sınır dolaşan bir subay olduğu için büyükannesinin yanında büyümüştür. Okul çağına gelince Feride’ yi İstanbul’ da ki bir Fransız kız yatılı okuluna yollamışlardır. Feride neşeli, zeki, çok asi, ele avuca sığmaz çok hareketli bir kızdır. Fırsat buldukça bir erkek gibi ağaçlara tırmanıp daldan dala atladığı için öğretmenlerinden biri onu çalıkuşuna benzetmiş, sonra da bu benzetme, onun adı olarak kalmıştır. Babasının da ölmesi üzerine Feride’ nin, yakını olarak sadece bir teyzesi kalmıştır. Feride, okulun büyüklü küçüklü tatillerini her zaman teyzesinin evinde geçirmektedir.Bu teyzenin Kamuran adlı, Feride’ den büyük bir oğlu vardır. Kamuran Feride’ ye karşın ağır başlı, kız gibi bir erkekdir. Bu yüzden Feride sürekli onla dalga geçmektedir. Fakat bunların arasında Kamuran, Feride’ yi farkinda olmadan büyük bir aşkla sevmeye başlamışdır. Bu sevgi bir sure sonra karşılıkta görür. Feride de Kamurana karşılık vermektedir. Feride’ nin teyzeside bu durumu çok istediği için, Feride okulunu bitirdikten sonra iki gencin evlenmeleri kararlaştırılır. Düğün hazırlıkları tamamlanmak üzereyken, bir gün kadının teki çıka gelir ve Feride’ ye Kamuran’ ın Avrupa’ da bulunduğu sırada orda bir kızla aşk yaşadığını söyler. Bu durum hiçbir şeyi umursamaz gibi görünen Feride’ yi çok derinden etkilemiştir. Feride bunun sonucunda gururuna yenilir ve derhal teyzesinin evinden uzaklaşır, yolunu izini kaybettirir. Bu yüzden evlenmede gerçekleşemez. Feride nereye gideceğini düşünürken onu çok seven süt annesi aklına gelir ve oraya gider. Süt annesi onu görünce çok sevinmiştir. Feride bir süre süt annesinin evinde kalır. Bu arada oraya buraya başvurur bir iş için çünkü süt annesini daha fazla rahatsız edemeyeceğini ve yanındaki paranın da ona çok fazla yetmeyeceğini bilmektedir. Başvurularının sonunda Anadolu da bir ilkokul öğretmenliği elde eder. Şimdi o hayat dolu hiçbir şeyi umursamayan genç kız artık bir öğretmen olmuştur. Feride Anadolu’ yu hiç yadırgamaz. Zeyniler adlı bir köyde öğretmenliğe başlar. Zeyniler köyü Anadolu’ nun çok ücra bir köşesindedir. Bu köyde Feride yaptığı her şeyi günlüğüne yazmaya başlar. Bir zamanlarının hayat dolu asi genç kızı şimdi hayatı tanıma yolundadır.İster istemez ağır başlı olmayı öğrenmiştir. Ama başına gelen bunca şeye rahmen kötümser değildir. O köydeki fakir üstü yırtık pırtık olan öğrencilerini çok sevmiştir. Öğrencilerinin her biriyle ayrı ayrı ilgilenmek ona büyük bir zevk vermektedir. Öğrencileri arasında Munise adında ortada kalmış, annesi kötü yola düşmüş bir kız vardır. Annesi yüzünden köylüler kızıda hiç sevmiyorlar. Feride, Munise’ ye acır ve onu evlatlık alır. Feride cok mutlu olmuştur , aynı zamanda Munise’de çok sevinmiştir bu olaya. Bir süre sonra Zeyniler köyü okuluda kapatılır. İşsiz kalan Feride başka bir yerde öğretmenlik yapmak için başvurmak amacıyla ile gider. Milli Eğitim Müdürlüğünde eski bir okul arkadasına rastlar ve onunla Fransızca konuşur, Milli eğitim müdürüde bu olayı görünce, Feride’ yi merkezde kız öğretmen okulunda fransızca öğretmeni olarak görevlendirir. Feride fiziki olarak çok güzel bir kızdır ve bu fiziki güzelliğinin burda çok fazla göze çarpması Feride’ yi endişelendirir. Ayrıca Feride’ nin öğretmenlik yaptığı okuldaki müzik öğretmenide Feride’ ye karşı büyük bir aşk duymaktadır. Fakat bu aşk bir ümitsiz vakadır. Ayrıca şehirde büyük dedikodularada yol açmıştır. Feride’ nin burda peşine bir çok erkek düşmüştür. Bu durum ise Feride’ yi endişelendirmektedir. Bu yüzden tayinini ister. Böylece birkaç yer dolaşır. Bir surede İzmir’de varlıklı bir ailenin kızlarınada özel ders verir. Fakat Feride’ nin gittiği her yerde muthiş fiziği ve güzelliği başına dert açmaktadır. Feride’ bu güzelliği ve yalnızlığı çok kişinin dikkatini çekmektedir. Feride daha Zeyniler’deyken bir askerin yaralanması ve oraya getirilmesi sırasında doktor Hayrullah Beyle tanışmıştır. Doktor, Feride’ ye bu kadar güzel bir kızın böyle bir yerde ne aradığını, kesinlikle bir aşk meselesi yüzünden gelmiş olduğunu söylemiş Feride ise bunu reddetmistir.Yıllardan sonra tekrar Kuşadasın’ da buluşurlar.Bu sırada Feride’ nin okulu kapatılıp hastaneye çevrilmiştir. Feride artık doktorum himayesine girmiştir. Bir hasta bakıcı gibi doktora yardım etmiştir. Doktor Feride’ yi ve artık büyümüş olan Munise’ yi kendi öz kızları gibi sevmektedir. Ancak bu sırada doktor bir gün ağır hastalığı olan birine bakmaya gittiği zaman Munise ağır bir sekilde hastalanır. Doktor dönesiye kadar kız yavaş yavaş, acı çeke çeke ölür. Munise’ nin nezle sanılan hastalığı kuşpalazıdır. Feride, Munise’ nin ölmesinden sonra kendini kaybedecek şekilde hastalanır. Günlerce doktorun evinde yatar. İyileştiği sıralarda doktor Hayrullah bey ne kdar yaşlı olursa olsun ikisi için bir söylenti cıkmıştır. Bu da o zamanın şartlarından dolayı olmuştur. Kasabayı türlü dedikodular alıp götürmektedir. Bekar bir erkeğin evinde genç güzel ve bekar bir kadının olması cok fazla dedikoduya yol açmıştır. Doktor bu dedikodulardan kurtulmak için çok pratik bir yol bulmuştur. Feride’ yide zorla ikna ederek evlenmişlerdir. Ancak tabiki bu evlilik sadece kağıt üzerindedir ve dedikoduların bitmesi içindir. Feride doktoru babası gibi sevmektedir. Doktor, Feride’ nin defterini bulmuş ve baştan sona kadar okumuştur. Feride’ nin her şeye rağmen Kamurano sevdiğini öğrenmiştir. Gizli araştırmalar yapar. Kamuran bu zaman içinde evlenmiş ve eşi olmüştür. Şimdi dört yaşlarındaki çocuğu ile yaşamaktadır. Doktor, Kamuran’a bir mektup yazar ve bu mektupta Kamuran’ a bütün olan biteni anlatır. Feride’ yse bu sırada defterinin kaybolduğunu sanmaktadır ve defterini bütün aramalarına karşın bulamamıştır. Doktor yazdığı mektupla defteri ve bazı belgeleri paket haline getirmiştir. Feride’ ye ölümünden sonra bu paketi Kamuran’ a götürmesini vasiyet etmiştir.Doktor zaten oldukça yaşlıdır bu yüzden kısa bir süre sonra da ölür. Feride, doktorun ölümünden sonra, hem paketi teslim etmek hem de çok özlediği teyzesini görmek üzere, Tekirdağı’ na teyzesinin yanına gider. Niyeti orda fazla kalmamaktır. Paketi teslim edip bir iki gün kalıp Kuşadası’ na geriye dönmektir. O günlerde ne rastlantı ki dinlenmek icin Kamuran’ da tekirdagı’ na gelmiştir. Feride paketin içinde neler bulunduğunu bilmemektedir. Bu içinde neler bulunduğunu bilmediği paketi teslim eder. Ama doktorum öldüğünü onlardan gizlemiştir. Böylece Kuşadasın’ da doktorun yaşadığı bahanesiyle zorlanmadan geriye dönebileceğini ummaktadır. Fakat umduğu gibi olmaz teyzesi bu paketi Feride gitmeden bir gün önceden Kamuran’ a verir. Kamuran o gece kardeşiyle birlikte defteri okur. Böylece, Feride’ nin kendisini hala sevmekte olduğunu anlar. Hemde doktorun tembihlerini öğrenir. Kendisiyse, Feride gittiğinden beri Feride’ yi unutamamiştir ve hala sevmektedir. Feride, yeterince kaldığını ve geri dönmesi gerektiğini söyleyerek yola çıkmak üzere hazırlanır. Feride hayatla cok didişmiş ve artık bu gücünü yitirmiştir. Artık doktorunda olmadığı Kuşadası’ na gitmek onunda hic işine gelmemektedir. Kuşadası’ na dönmek, Feride’ yi cok fazla üzmüştür. Ama bu durumunu etrafındakilere hiç belli etmemektedir. Bunu atrafındakilerin anlamasını istemez. Feride’ yi götürecek araba kapıya yaklaşır. Fakat bu bir oyundur. Kamran ve kardeşinin hazırladığı bir oyundur. Feride arabaya yaklaştığı zaman arabadan birden Kamuran iner ve feride’ yi kucaklar. Zaten tüm ev halkıda Feride’ nin tekrar yuvadan uçmasını istemiyorlardır. Bunun için tüm ev halkı elbirliği yapmıştır. Feride’ nin tüm istemiyormuş gibi davranmaları olmaz demeleri falan boşadır. Kırık dökük kelimelerle bu oyundan kurtulmaya çalışmıştır ama nafile kurtulamamıştır. Çünkü, Kamran artık kararlıdır ve ikinci bir gaflete düşmeyecektir. Bunu Feride’ yede onu bir daha kaybetmeyi göze alamayacağını ve onu suan bile deliler gibi sevdiğini söyler. Çalıkuşu, gizli bir mutlulukla ve huzurla kendini Kamuran’ ın kollarına atar. ROMANDAN ALINTI ... İki saat sonra muhtar, Munise’ nin babasıyla beraber mektebe geliyordu. Ben bu adamı fena çehreli, korkunç, zalim bir adam diye tasavvur ediyordum. Halbuki ufak tefek, hasta, yorgun bir ihtiyardı. Bana, İstanbul’ lu olduğunu, fakat kırk seneden beri memleketini görmediğini söyledi. Eski bir rüyayı anlatır gibi tereddütlerle Sarıyer’ den, Aksaray’ dan bahsetti. Munise’ yi bana vermeye razı oluyordu; fakat ona pek cok acıdığını hissettim. Çocuğu mesut etmek için elimden geleni yapacağımı, onu daima kendisine göstereceğimi vaadettim. Zeyniler’ in fakir, karanlık mektebi bu güne kadar, böyle bir kavram, böyle şenlik görmedi. Bundan eminim. Munise ile sevincimizden odalara, sofalara, sığamıyorduk. Kahkahalarımız, saçaklardan uyuşmuş kuşları uyandırıyor gibi tavanlardan şen cıvıltılar geliyordu. Munise, birkaç saat içinde nazlı bir küçük hanım halini almıştı. Al faniladan bir elbisem vardı ki, ben giyemezdim. Onu bir parça daraltıp kısaltarak ona koket bir kostüm yaptım. Kız bu elbise içinde, nasıl anlatayım, bir içim su, ağza alınınca eriyen fondan şekerleri gibi bir şey oldu. Kar, bir gün evvelki şiddetini kaybetmekle beraber hala devam ediyordu. Akşamdan evvel, çocuğu elinden tutarak bahçeye çıkardım. Hatice hanım, Zeyni baba’ nın kandillerini yakmaya gidinceye kadar gezdik, birbirimizi kovaladık, mezar taşları arasında top muharebesi yaptık. Neşemiz, ihtiyar kadının çatık yüzünü bile güldürmüştü: Haydi artık içeri girin, üşüyeceksiniz, hasta olacaksınız derken tatlı tatlı sırıtıyordu. Üşümek mi? İnsanın içinde güneş yanarken üşümek mi? Bu akşam, gökyüzü bana, batıdan doğuya kadar dallarını uzatmış bir ağaç gibi göründü; yavaş yavaş sallandıkça, üstümüze çiçeklerini döken kocaman bir yasemin ağacı! ŞEYTAN VE GENÇ KADIN Yazarı:Paulo Coelho Baş kahramanları:Chantal(genç kadın),Yabancı ve Berta. Diğer kahramanlar:Berta’nın ölmüş olan eşi,otel sahibi,rahip,belediye başkanı ve belediye başkanının eşi,Chantal’ın büyükannesi ÖZET Olay Bercos denilen küçük bir kasabada geçmektedir.Bu kasaba,yeşillikler içindedir,temel geçim kaynakları tarım ve hayvancılıktır,sanayileşme görülmemektedir,teknolojik yeniliklere uzak kalmıştır.Nüfusu az olan bu yerde eski bir kilise vardır.Burda çalışan rahip,kilisenin onarılması,geliştirilmesi için çok çabalamış,kasabaya geldiğinden beri insanları kiliseye gelmeleri için teşvik etmiştir.Ama hiçbir karşılık görememiş hayal kırıklığına uğramıştır,oysa Bercos’a ne ümitlerle gelmiştir,çalışmalarının karşılığını alamayınca mücadeleyi bırakmıştır ve artık Tanrıdan bir mucize beklemektedir.Ayrıca çok büyük,buraya gelen yabancıların konaklayabileceği bir otel vardır.İşte bu otelde,romanımızın kahramanı Chantal çalışmaktadır. Chantal’ın büyükannesi dışında kimsesi yoktur,küçüklüğünden beri o otelde çalışmaktadır.Ama Bercos’u sevmemekte,orayı dar görmekte ve Bercos dışında bir yerde yaşamak istemektedir.Zaten çok güzel ve ayrıca çok meraklı ve ilgili birisi olduğundan otelde bazı müşterilerle adı çıkmıştır,ama o bunu önemsemez,o sadece burdan kurtulmanın peşindedir.Burda onun tek dostu kasabanın en yaşlısı olan Berta’dır.Berta,eşini yeni kaybetmiştir ve o öldükten sonra da onunla bağlantı kurabildiğini iddia ettiğinden ve sabahtan akşama kadar evinin önünde bir sandalyede hiç konuşmadan oturduğundan dolayı herkes onu deli diye çağırmaktadır.Ama onun böyle davranmasın bir nedeni vardır.Eşi ona kasabalarına gelebilecek olan bir tehlikeden bahsetmiştir,onun iddialarına göre kasabaya bir yabancı gelecek ve artık kasabanın geleceği değişecekti. İşte bu beklentiler içinde bir gün kasabaya bir yabancı gelir ve Chantal’ın çalıştığı otelde 2 hafta kalmak için yer ayırtır.Berta,yabancının kasabaya gelişiyle bir kuşkuya kapılır,ondan çok kötü bir elektrik almıştır ve merakla olacakları izlemektedir.Kasabaya yeni gelen bu yabancıyla Chantal tanışır ve aralarında bir arkadaşlık oluşur.Yabancı ona kitaplar verir.Derken bir gün Chantal ormanda yürürken yabancıya rastlar ve onu takip eder.Bir de ne görsün,yabancı toprağa tonlarca altın gömmektedir,Chantal çok şaşırır ama yabancı onu fark eder ve Chantal yakalanmış olur.Yabancı ise ondan bir şey istemektedir.Eğer bu köyde bir cinayet işlenirse yabancı bu altınları kasabaya bağışlayacak ve Bercos’un kaderi değişecek,o da gelişecektir.Chantal,bunu çok saçma ve ürkütücü bulur.O güne kadar o kasabada hiçbir kanun dışı olay yaşanmamıştır,herkes birbirini tanımaktadır.Ama öte yandan Bercos bir an önce sanayileşemezse artık ekonomik varlığını sürdüremeyecektir,zaten artık buraya turistler de gelmez olmuş ve hiçbir gelir elde edilemez olmuştur.Ayrıca bu,Chantal’ın hayallerini gerçekleştirmesi ve bu kasabadan sonsuza dek uzaklaşabilmesi için harika bir fırsattır.Ama merak ettiği bir şey vardır,niçin yabancı kasabada bir cinayetin işlenmesini istemektedir.O kadar ısrarla sormasına rağmen yabancı gerekçesini açıklamaz ve Chantal’dan o gece tüm kasaba halkını otelin salonuna toplamasını ve bu öneriyi onlara aktarmasını ister.Chantal,bunu kabul eder ve belediye başkanı ve rahip de dahil olmak üzre herkesi çağırır.Herkes büyük bir merakla toplantıya katılır.Chantal gerekli açıklamayı yaptığında ise herkes derin bir dehşete kapılır.Herkes dışardan bunu kabul etmemiş biçimde gözükse de aslında birçoğunun içinde bu gizli istek yatmaktadır.Nedeni de çocuklarının geleceğidir.Eğer bu para kasabaya yatırılırsa herkesin geleceği kurtulacaktır.Bu ikilem herkesi derin düşüncelere yöneltir.Belediye başkanının aklına ise parlak bir fikir gelir,bunu rahiple görüşmek üzre eşinin de katılacağı bir gizli görüşme hazırlar.Belediye başkanı rahibe bu paranın gerekliliğini anlatır.Ama bir kurban gerekmektedir.Bu kurban olarak da akıllarda tek bir isim vardır:Berta.Berta,gerek köyün en yaşlısı olduğundan,gerekse kaybettiği eşini çok özlediğinden en uygun kişi olarak düşünülüyordu.Rahipse,bunun mümkün olabileceği,bunun tüm bir halkın geleceği ve Bercos’un geleceği için yapılması gerektiği görüşüne katılır.Eğer bu parayı alabilirse kiliseyi yeniden onarabilecek ve daha çok insanın kiliseye katılmasını sağlayabilecekti.Tek sorun kasaba halkıydı.İşte bu sorunların tartışılması için Berta’nın katılmayacağı bir toplantı düzenlenilmesine karar verildi. Bu arada Chantal yabancıyla konuşmanın bir yolunu blur ve ondan asıl nedenini anlatmasını ister.O da anlatır.Eskiden bir silah mühendisi olduğunu,son model,teknolojik silahların üretimi ve dışa satımıyla ilgilendiğinden bahsetti.Derken silahlar kanunsuz işler yapan bir örgütün eline geçer.Bu herkes için çok tehlikeli bir durumdur.Ve polis,örgütün izini sürer,ama hiçbir ipucu elde edemez ta ki onların gerçekleştirdiği bir saldırıya kadar.Bu saldırıda yabancının ürettiği silahlar kullanılarak eşi ve küçük kızı örgütün düzenlediği saldırıya kurban giderler ve polis bu saldırıdan sonra örgütü yakalar ve hapseder.Yabancı buna isyan eder,inancını yitirmiştir artık.Tüm insanların kötü olduğunu,iyilik diye bir şeyin olmadığını savunur.Ve bu görüşünü kanıtlamak için de şimdiye kadar hiçbir kanun dışı olaya sahne olmayan Bercos’u seçmiştir.Amacı böyle bir yerdeki insanların bile içlerinde barınan o kötülüğü göstermek ve fikrini kanıtlamaktır,para onun için önemini çoktan yitirmiştir artık.Chantal ise onun içinde bulunduğu bu karamsarlıktan etkilenerek böyle düşündüğünü aslında yanıldığını ona anlatır.Yabancı ise derdini paylaştığı için rahatlamış,düşünceleri ferahlamıştır.Biraz olsun içindeki şeytan yenilgiyi tatmıştır ve yavaş yavaş yabancıyı terketmeye başlar. Tüm bunlar olurken belediye başkanı ve rahip toplantıyı düzenlemiş ve başta birkaç lişi itiraz etse de sonradan herkes kurban olarak Berta’nın seçilmesine karar verir ve onu öldürecekleri günü belirlerler.Ama bundan Chantal’ın büyükannesi rahatsız olur ve olayları Chantal’a bildirir.Şimdi Chantal’a Berta’yı kurtarmak ve olayları aydınlatmak düşer.İkisi de Berta’ya olayları anlatmak için gittiklerinde Berta’nın aslında herşeyi bildiğini anlarlar.Ölen eşi ona çoktan anlatmıştır.Onları şaşırtan Berta’nın kaderine boyun eğmesidir.Berta ise bunları umursamaz,tek üzüldüğü şey hayatında denizi hiç görmemesidir. Ve o gün gelir.Rahip yanına iki kişi alarak Berta’nın evine gider.Berta zaten olaylara kendisini ruhen hazırlamıştır.Uyku haplarını içer ve gözleri bağlanarak kasabanın meydanına getirilir.Orda ona ateş edilecektir.İşte tam bu sırada Chantal,Berta’nın önüne geçer ve olaya engel olmak ister.Yabancı da olanları izlemektedir ve pişman olmuştur, Chantal’ın halkı ikna etmesini dilemektedir.Berta öldürülse bile bu altının işe yaramayacığını,altının değil paraya ihtiyaçları olduğunu ve bu altını paraya çevirirken devlet tarafından şüphe toplayacaklarını,bu olayın araştırılıp ellerinde hiçbirşeyin kalmayacağını anlatır.Ve konuşmasını bitirerek ateş alanından çekilir.Ama o çekildikten sonra herkes bunun bir hata olduğunun farkına varır ve söz konusunun bir insanın hayatı olduğunu ve kendilerinden cinayet işlemelerini isteyen birine güvenmenin hata olduğunu,bunun aslında bir tuzak olduğunu anlarlar.Bu gelişmelerin üzerine yabancı altını kasabaya bağışlar ve yasal işlemleriyle bizzat ilgileneceğine söz verir.Berta kurtulmuştur ve yabancı iyi ile kötüyü görmüş ve insanların içinde,gizli kalmış duygularında kötüye yer olduğu kadar iyiye de yer olduğunu bir kez daha anlar,inancı yerine gelir,ruhundaki şeytan onu terkeder. Benim okuduğum bu romandan çıkardığım ders:Bercos halkı isteseydi altını elde etmek için o cinayeti işleyebilirdi ama içlerindeki o gizli güç onlara engel oldu.Belki altına taşmış gibi bakamadılar,cinayeti de düşündüler ama kendilerini tutabildiler.İyi ile Kötü bu insanları ele geçirmek için savaştı,dünyadaki tüm insanlar için savaştıkları gibi.Her şey bir özdenetim sorunuydu.Ve insanın nasıl karar vereceği sorunu.Başka bir şey değil. Romanda en çok ilgimi çeken bölüm:Yabancının kendi ürettiği silahlarla hayatta en çok değer verdiği insanların öldürülmesi ve hiçbir şey yapılamaması ve de insanların suç işlemelerine engel olan içlerinde saklı kalmış o inanılmaz duygunun böylesine etkin olması benim çok ilgimi çekti. Şeker Portakalı / Jose Mauro de Vasconcelos Roman kahramanı Zeze çok çocuklu yoksul bir ailenin küçük çocuklarından biridir. Olaylar işsizlik yüzünden ruhsal bunalımlar geçiren bir baba, kardeşlerinin sorumluluğunu üstlenmiş bir ağabey ve ablalar etrafında gelişir. Küçük kardeşi Luis henüz yaşananları algılayamayacak kadar küçüktür. Anne karakteri ise siliktir. Çünkü anne, ailenin geçimini sağlamak için çalışmak zorundadır ve çocuklarına ayıracak hiç vakti yoktur. Kısacası aile fertleri Zeze’yi anlayabilmekten çok uzaktır. Zeze’nin mahalledeki insanlara yaptığı, çoğu kez zarar verme boyutuna ulaşan, şakalar ve yaramazlıklar, aslında yaşadığı yalnızlık duygusundan kaynaklanır. Ama o çevresindeki insanların söylediği gibi kendini “şeytanın vaftiz oğlu” sanır. Kötü bir çocuk olduğuna inanır. Yüreğindeki sevgi açığını kapatmak için hayali arkadaşlar yaratır. Bunlardan biri bir yarasadır. Diğeriyse yeni evlerine taşındıklarında her çocuğun bahçedeki ağaçlardan birini seçmesiyle ortaya çıkar: Hiç kimsenin beğenmediği bir şeker portakalı fidanı... Zeze, bu hiç de adil olmayan paylaşımda payına düşeni kabullendiğinde artık bir dostu daha olmuştur. Onlara isim takar ve onlarla konuşur. Aile fertleri dışında Zeze’yle ilgilenen birkaç kişi göze çarpar. Bunlardan biri Edmundo Dayı, diğeriyse Zeze’nin öğretmenidir. Edmundo Dayı ona aradığı sevgiyi değilse de en azından ara sıra para verir ve kendince yeni şeyler öğretir. Öğretmense söylenenlerin aksine Zeze’nin mükemmel bir çocuk olduğu görüşündedir. Bir süre sonra bir sokak şarkıcısı ortaya çıkar. Zeze onunla birlikte sokak sokak dolaşıp şarkı söylemeye başlar. Bu Zeze’nin severek yaptığı tek şeydir. Adam açık saçık şarkılar söylediği için babası onunla arkadaşlık etmesini istemez. Zeze bunu anlayamaz. Çünkü söylediği şarkıların anlamını bilmez. Bir gün sırf babasını mutlu etmek için ona bu şarkılardan birini söyler. Ve hayatının en kötü dayağını yer. Bu olaya en çok Gloria üzülür; aile fertlerinin onu dövmelerini yasaklar. Zeze, en büyük dostunu yine bir yaramazlık sonucu tanır. Bu daha çok tehlikeli bir oyundur. Hareket halindeki arabaların arkasına yapışıp rüzgarı ve hızı hissetmek, onun deyimi ile yarasa olmak... Portekizli Manuel Valadares ‘in arabası çok fiyakalıdır. Bu yüzden yarasa olma oyununu bu araba üzerinde denemek için büyük bir istek duyar ve iş başındayken yakalanır. Portekizli poposuna vurup onu çevredeki herkese karşı rezil etmiştir. Yüreği yoğun bir nefret duygusuyla dolar. Sonraları onu daha yakından tanıma şansına sahip olur. Ve bu adam yaşamdaki en çok sevdiği insan haline gelir. Babasından yediği dayaktan sonra intihar etmeyi düşünür. Ama Portekizli’nin desteğiyle vazgeçer. Ondan kendisini evlat edinmesini ister. Ne yazık ki adamın ömrü buna yetmez. Bir süre sonra ölüm haberi gelir. Talihsiz bir trafik kazası geçirmiştir. Portekizli’nin ölümü Zeze’yi yaşamdan koparır. Daha sonra kendi içinde yaşadığı bir iç savaş başlar. Bu birkaç günlük süreç aynı zamanda Zeze’nin büyüme sürecidir. Hastalığı esnasında şeker portakalının çiçek açtığını öğrenir. Ama artık ne o, ne de yarasa önemlidir. Yaşadığı büyük acı Zeze’yi olgunlaştırmıştır. Zeze: Baş kahraman, yoksul bir ailenin küçük çocuklarından biridir. Totoca: Zeze’nin ağabeyidir. Bencilce ve tutarsız davranışlar sergiler. Edmundo Dayı: Yaşlı bir akrabadır. Ona ailesinden çok daha iyi davranır. Jandira: Zeze’nin ablasıdır. Zamanını roman okumak ve sevgililerini düşünmekle geçirir. Gloria: Zeze’nin ablasıdır. Onu ailede en çok seven ve koruyan kişidir. Bay Arivaldo: Bir sokak şarkıcısıdır. Zeze ile aralarında sessiz bir dostluk gelişmiştir. Lala: Zeze’nin diğer ablasıdır. Son zamanlara kadar Zeze ile ilgilenmiş ama sonraları ya bıkmış, ya da sevgilisiyle olmayı tercih etmiştir. Luis: Zeze’nin küçük kardeşi, kardeşlerden en küçüğüdür. Ailede herkes tarafından sevilir. Luciano: Luciano adındaki yarasa, Zeze’nin isim takıp konuştuğu çok sevdiği arkadaşlarından biridir. Minguinho (Xururuguinho): Bir şeker portakalı ağacıdır. Zeze, Luciano gibi onunla da konuşur. Hatta onların da konuştuklarını düşünür. Bay Paulo (Baba): İş bulamadığı için psikolojik sorunlar yaşamaktadır. Bu yüzden çocuklarına karşı yeterince sevecen ve sabırlı olamaz. Anne: Ailenin geçimini sağlamak için çalışmak zorundadır. Çocuklarıyla ilgilenemez. Bu yüzden romanda arka planda kalır. Manuel Valadares (Portuga): Zeze’ye sevgiyi, yaşamın sevilebilecek yanlarını öğreten insandır. Onun iyi ve mutlu bir çocuk olabilmesi elinden gelen her şeyi yapar. Cecilia Paim (Öğretmen): Yaptığı bütün haylazlıklara rağmen onun mükemmel bir çocuk olduğunu düşünen duygulu ve anlayışlı biridir. |
|
![]() |
![]() |
![]() |
Etiketler |
bazi, kitaplarin, ozetleri |
|
|