![]() |
#1 |
![]() Ahmet Hamdi Martonaltı Telgrafçı Hamdi Martonaltı 1891 yılında Manastır’da dünyaya geldi. Hamdi Martonaltı’nın babasının ismi Ahmet Efendi, annesinin ismi ise Habibe Hanım’dır. Ahmet Efendi Manastır’da varlıklı bir ailenin çocuğudur. Manastır’da “Ağalar” diye anılırlardı. Hamdi Bey, ilk eğitimini annesinden aldı. 1911 yılında Dere-i Bala Kasabası’nda telgrafçılığa başladı. Sırp işgal ve zulmünün artması üzerine babası Ahmet Efendi ailesi birlikte İstanbul’a göçtü. Manastırlı Hamdi Bey, 1919’da İstanbul Merkez Postanesi’nde telgraf memuru olarak göreve başladı. 16 Mart 1920 günü, “Bu sabah Şehzadebaşı’ndaki Mızıka Karakolu’nu İngilizler bastı. Oradaki askerlerle çarpışarak neticede şimdi İstanbul’u işgal altına alıyorlar. Bilgi için arz olunur. Manastırlı Hamdi.” mesajı ile İstanbul’un İngilizlerce işgalini Ankara’ya bildirmeye başlamıştır. Zaman zaman ara vererek işgali naklen Ankara’ya ve Mustafa Kemal Paşa’ya bildirmiştir. Hayatı pahasına büyük bir fedakarlıkla, telgrafhanenin de basılmasına kadar işgal ile ilgili edindiği her türlü ayrıntıyı bildirmeye çalışmıştır. Bu büyük fedakarlığının önemini Gazi, 1927’deki büyük nutkunda şu sözleri ile belirtmiş ve kendisini onurlandırmıştır: “Bu hamiyetli ve cesur Manastırlı Hamdi Efendi olmasaydı İstanbul’da geçen bu acı olayları öğrenmek için, kim bilir ne zamana kadar bekleyip duracaktık. İstanbul’da bulunan nazır, milletvekili, komutan ve teşkilatımız adamları içinden, bir kişinin çıkıp da, zamanında bize haber vermeyi düşünememiş olduğu anlaşılıyor. Demek ki hepsini heyecan ve çarpıntı kaplamıştı. Bir ucu Ankara’da bulunan telin İstanbul’da bulunan ucuna yanaşamayacak kadar şaşkın bir duruma gelmiş oldukları yargısına varmak, bilmem ki doğru olur mu? Telgraf memuru Hamdi Efendi sonradan Ankara’ya gelerek karargâhımız telgraf memurluğu yapmıştır. Kendisine borçlu olduğum teşekkürü, burada açıkça söylemeyi millî ve vatan görevlerinden sayarım.” İşgalden sonra, yer yer kiraz küfelerinin arasında devam eden tehlikeli bir yolculuktan sonra Ankara’ya ulaşmayı başarmış ve Gazi’nin talimatı ile Ziraat Okulu’ndaki Heyet-i Temsiliye Karargâhı’na kendisi için kurulan telgrafhanede milli mücadeleye katılmıştır. Daha sonra Batı Cephesi Komutanlığı’na atanan İsmet Paşa’nın yanına, telgrafçı olarak atandı. Bu görevi sırasında I. ve II. İnönü zaferlerini, top sesleri arasında, karargâhtan Ankara’ya ulaştıran, Manastırlı Hamdi Bey olmuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra, terfi ettirilerek, Akşehir telgraf memurluğuna atanmıştır. Orada iki yıl görev yaptıktan sonra, Ankara Yenişehir Postanesi Müdürü olmuştur. Bu arada sağlığının bozulması üzerine, bir süre tedavi gördükten sonra, kendi isteğiyle Konya İstasyonu’na birinci sınıf memur olarak atanmış ve bu görevdeyken de emekli olmuştur. Soyadı yasası çıktıktan sonra Gazi, İstanbul’un işgali sırasında gösterdiği yararlılığın hatırasına Manastırlı Hamdi Bey’e, ‘Martonaltı’ soyadını vermiştir. Milli Mücadele’nin cesur telgrafçılardan, İstiklal Madalyası ile onurlandırılmış Manastırlı Ahmet Hamdi Martonaltı 9 Aralık 1945 günü Konya’da vefat etmiştir. Mezarı Konya’dadır. Müftü Ahmet Hulusi Efendi Türk Milli Mücadelesi'ne önemli katkıları olmuş olan bir Türk din adamıdır. İzmir, Yunan işgali altında iken Denizli’de 15 Mayıs 1919’da bir miting düzenlemiş ve “İşgal edilen memleket halkının silaha sarılması dinî bir görevdir” diye haykırıp, halkı ayaklandıran ilk kişi olmuştur. Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi'nin çabası millî teşkilâtlanmayı başlatmaktir.Bu çaba İstanbul Hükümetini tedirgin etti. Bu nedenle İstanbul'ca Denizli'deki bu millî hareketi engelleme girişiminde bulunuldu. Hulusi Efendi İstanbul hükümetin 1919`da Denizli Millî Heyetinin kaldırılması ve dağıtılması emrine karşı çıktı. Ahmet Muhtar Merter İstanbul'da Güngören ve Bahçelievler'de bulunan Merter Semtinin kurucusu. Ahmet Muhtar Merter'in fotoğrafı da Anıtkabir Müzesinde asılıdır. Tarih kitaplarında Ahırköy'lü Ahmet Bey (Muhtar) olarak geçen ve Yunan İşgali'ne karşı Trakya Paşaeli Cemiyeti bünyesinde 114 silahlı adamı ile Türkiye'nin bağımsızlık mücadelesinde aktif ve önemli roller üstlenen Gazi Ahmet Merter, bugün büyük çoğunluğu Güngören sınırları içinde kalan Merter'e adını vermiş bir kahraman olarak tarihteki yerini almıştır. Ayrıca kızkardeşi de Tevfik Sağlam Paşa'nın eşidir. Ömer Lütfi Argeşo ![]() Ömer Lütfi Ergeşo (1920) Ömer Lütfi Argeşo veya Ömer Lütfi/Lütfü Bey Osmanlı Meclisi Mebusanı 4. Döneminde (son) ve TBMM 1. Dönem'de Karahisarı Sahip (Afyonkarahisar) milletvekilliği, ve ilk TBMM tarafından teşkil edilen hükümette Nafia Vekilliği (Bayındırlık Bakanlığı) yapmış asker ve siyasetçidir. 1880 İstanbul doğumludur. Harp Akademisi'ni bitirdikten sonra Hamburg'da Askerlik Okulu'na gitmiştir. Yunan işgalinin ilk dönemlerinde Salihli, daha sonra Afyon'da konuşlanan 23. Tümen'in komutanlığını yürütmüştür. Son Osmanlı Meclisi Mebusan'ında (12 gün) mebusluk yaptıktan sonra Ankara'ya geçerek TBMM 1. Dönem'e Afyonkarahisar temsilcisi seçilmiştir. İlk hükümette sağlık nedenleri ile ayrılan İsmail Fazıl Cebesoy'un yerine Nafia Vekilliği yapmış, bu görevini II. İcra Vekilleri Heyeti'nde de sürdürmüştür. Cumhuriyet'in ilanından sonra siyasetten çekilmiş, emekli hayatı yaşamıştır. 16 Kasım 1942'de vefat etmiştir. Dört çocuk babasıdır (Fikret Argeşo, Samiha Argeşo, Sait Semih Argeşo ve Mehmet Sait Argeşo). Eşi Fatma Saide Argeşo 20 Ocak 1975'de vefat etmiştir. Behiç Erkin Behiç Erkin, Türk asker, TCDD'nin ilk Genel Müdürü. (1920 – 1926), Nafıa Vekili ve büyükelçi. Mustafa Kemal Atatürk'ün 1907 senesinden itibaren en yakınındaki arkadaşlarından biridir. Osmanlı'da ilk defa Demiryolları üzerine bir eser yazan kişidir. Mustafa Kemal Atatürk'ün özel mektuplar yazarak dertlerini paylaştığı, dünya üzerinde fikir danıştığı ender kişilerden biridir. Çanakkale Harbi'nin kazanılmasında büyük payı vardır, çünkü cepheye asker sevkiyatını düzenli yapmayı başaran komutandır. Bu sebepten dolayı Çanakkale'yi savunan Türk Kuvvetleri Komutanı Mareşal Liman von Sanders, Alman İmparatoru'na Behiç Bey'in Alman Devleti'nin en üstün mertebedeki nişanı olan "1. dereceden Demir Haç Madalyası" ile onurlandırılması teklif etmiş ve Alman İmparatoru tarafından kabul edilerek, 29 Mart 1918 günü Behiç Bey'e daha önce 2.dereceden verilen Demir Haç Madalyası'nın bu defa, 1.dereceden olanı verilmiştir. 1918 senesinde Azerbeycan'ın ilk düzenli ordusunu kurmakla görevlendirilmiş ve Gence'ye giderek Azerbeycan Jandarma Teşkilatını kurmuştur. Kurtuluş Savaşı'nın en önemli kahramanlarından biridir.Türk Ordusu'na hareket kabiliyeti sağlayacak olan demiryollarının başındaki komutandır. Osmanlı'daki tek eseri yazarak ve 1903 senesinden başlayarak Demiryolu Hat Komiserliği ile İkmal Şube Müdür Yardımcılığı gibi tecrübelere sahip olmasından dolayı tüm cephelere asker, silah ve erzak sağlamakla görevlidir. Bu görev şahsen Mustafa Kemal Atatürk tarafından kendisine teklif edilmiştir. Mustafa Kemal yakın arkadaşı Behiç Bey'e teklifi yaparken bu görevin zaferdeki en önemli rollerden biri olduğu aşikardır: "Ben cephelerde ne yapılacağını biliyorum, ama ordumuzun cephelere süratle nasıl sevk edileceğini bilmiyorum, bu şimendiferlerin işin ehli biri tarafından idare edilmesi ile mümkün olabilir,buna ancak siz muvaffak olabilirsiniz, siz şimendiferlerle cephelere askerleri sevkedin ki, ben de cephelerde muvaffak olabileyim" Behiç bey'in tek şartı vardır: Kimse işine karışmayacak. Mustafa Kemal bu şartı kabul eder. Behiç Erkin'in Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasındaki en önemli payı olan komutanların başında gelmesini, kendisine Büyük Taaruz başladığı dakika Ankara'dan Nafıa Vekaleti'nden gelen telgraf en iyi şekilde açıklar: "Taaruz şu dakika başlamıştır, her türlü muhaberatıkesin, bu dakikadan sonra ordumuzun Allah'tan sonra yegane muin-i zaferi* siz şimendifercilersiniz" (* zaferin en büyük yardımcısı) Behiç Bey, Kurtuluş Savaşı'ndaki önemli rolü ve başarılarından dolayı hem "Takdirname" hem de "İstiklal Madalyası" ile onurlandırılır. Erkin soyadı Behiç Bey'e Atatürk tarafından yazılı olarak verilir. Atatürk yakın arkadaşına neden bu soyadı uygun gördüğünü Erkin kelimesinin anlamında gizlidir: "Her şart altında kendi doğru kararını verebilen, bağımsız kalmayı başarabilen" Behiç Erkin, Kurtuluş Savaşı'nda demiryollarını işletmeyi başararak o güne kadar Osmanlı'da imtiyazlı yabancı şirketlerin hep işlettiği demiryollarını işletmeyi başarıp, tüm dünyanın "Türk'ler demiryollarını işletmeyi beceremez" tezini tarihe gömüp, üstüne üstlük yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde demiryollarının yabancı şirketlere geri verilmesini engelleyerek, millileştimesini sağlayan kişidir. Yani Türkiye'de demiryollarının başında Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları yazmasını sağlayan kişidir. Türkiye Cumhuriyeti'nde demiryollarının kurucusudur. Bu yüzden bir çok kaynak kendisine "Demiryollarının Babası", "Türk Demiryolculuğunun Babası" diye hitap eder. 1920 temmuzundan başladığı Genel Müdürlük dönemi, Cumhuriyet döneminde de devam eder, 6 yıl Genel Müdürlük görevi Cumhuriyet'in ilk Bakanlarından biri olması sebebi ile biter. 1926-1928 yıllarında Nafıa Vekili (Bayındır Bakanı) olduğu dönemde bir çok ilke imza atarak Atatürk'ün önderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti'nin sağlam temeller üzerinde oturtulmasına büyük katkıda bulunmuştur. Demiryollarının millileştirlmesi, demiryolları işletme lisanının 50 yıl sonra ilk defa Fransça'dan Türkçe'ye çevrilmesi, ilk kamu müzesini kurması, ilk özerklik kavramını Türkiye Cumhuriyeti'nde uygulayarak, Mühendis Mektebi'ne (İ.T.Ü.) özerklik vermesi, derslerini Türkçe'leştirmesi, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın fikir babalığını yaparak resmiyet kazandırıp kurulmasını sağlaması ve M.İ.T.'in kurucu kararnamesine Atatürk'le beraber imzasını koyması, Türkiye Cumhuriyeti'nde ilk resmi yardımlaşma sandığını kurması gibi bir çok önemli ilkin altında Behiç Erkin'in imzası bulunmaktadır. Atatürk "10. yıl marşı" yazıldığında tek bir mısraya müdahale ederek, silmiş (yurdun her bir tepesinde dumanlar tütüyor), yerine "demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan" yazmış ve Behiç Bey'e, "sizin emeğiniz bu şeklide daha iyi dile getiriliyor" demiştir. Hayatının son döneminde Behiç Erkin kendisini tekrar bir savaşın içinde bulacaktır. 1939 senesinde Fransa'ya Türkiye'nin Paris Büyükelçisi olarak göreve başlar. Kendisini bu görevde yine bir savaş beklemektedir. Tarihte eşi ender görülen bir insanlık görevinin altına imza atacaktır bu defa. Nazi işgali altındaki Fransa'da görev yaparken, tüm Yahudilere iş bıraktırırılıp, toplma kampına alındığı günlerde (hiçbir ülke büyükelçisinin yapmadığı şekilde) Fransa'daki Türk Yahudilerine bu işlemi kimsenin uygulayamayacağını dile getirip, 20.000'e yakın Türk ve Türk olmayan Yahudiye Türk pasaportu vererek hayatlarını kurtarmıştır. Ayrıca pek çok Yahudi için, Bu ev/işyeri bir Türk'e aittir şeklinde belge hazırlatarak toplama kamplarına gitmekten kurtulmuş, gönderilenler ise bir süre sonra tek tek bu kamplardan geri alınmıştır. Yahudi asıllı Fransa eski Başbakanı Leon BLUM bile Naziler tarafından toplama kampına atılan oğlu için Behiç Bey'e başvurmak zorunda kalacak ve Behiç Bey bir Fransa Başbakanı'na bile yardım eli uzatacaktır. Behiç Bey insiyatif kullanıp, kendi hayatını tehlikeye atarak işbirlikçi Vichy Hükümeti ve Başkan'ı Laval ile Avrupa'daki bütün Yahudilere nihai çözüm diye tanımladığı, soykırım yapmak için gözü dönmüş Hitler'in, Nazi Almanyası'na karşı gelerek 20.000'e yakın yahudiyi soykırımdan kurtarmıştır. 6.000.000 yahudi soykırıma uğramak üzere bilmedikleri bir istikamette raylar üzerinde trenlerle Auschwitz'e doğru yol alırken, Behiç Erkin 20.000'e yakın yahudiyi aynı rayların ters istikametinde, hemde Almanya toprakları üzerinden yaşama, yani Türkiye'ye göndermeyi başardı. Behiç Erkin'in insanlık adına Yahudilere yaptığı yardımların haberi Atlantik'in öbür yakasındaki Amerika'ya dahi ulaşmıştı: 17 Haziran 1943 tarihinde Washington Post gazetesinin başlıklarınından biri şöyleydi "Büyükelçi'nin suçlandığı aktivitelere kuvvetli Nazi engellemesi". Behiç Erkin'in tarihte eşine ender rastlanacak bu insanlık dersi, torunu Emir Kıvırcık tarafından "Büyükelçi" isimli kitapta anlatılmıştır. Behiç Erkin'in hayatı "Belgesel" ve "sinema filmi" olarak da hazırlanmaktadır.
__________________
Msn İRTİßaT !...KeşKe ßu kadar ßüyük Sevdirmeseydin Kendini...! |
|
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
|
![]() Cavit Erdel Cavit Erdel (1920) Cavit Erdel, (1884, Edirne - 5 Mart 1933). Türk Kurtuluş Savaşı komutanlarından, Türk asker ve TBMM üyesi. 1884 yılında Edirne’de doğdu. 1905’te Harp Akademisi’nden mezun oldu. 1910-1911’de Fransa’da mesleki öğrenim gördükten sonra; Balkan Savaşı’nda çarpıştı. I. Dünya Savaşı’nda değişik cephe ve birliklerde Kurmay Başkanlıkları ile Tümen Komutanlıklarına vekillik yaptı. Kars Müstahkem Mevki Komutanlığı yapmakta iken 1921 yılında Kars milletvekili seçildi. Aynı görevle Büyük Taarruz Harekatı’na katılarak, 1922’de albay oldu. Ağustos 1923’te milletvekilliği görevi devam etmek üzere Milli Savunma Bakanlığı Personel Daire Başkanlığı’na getirildi. 1924 yılı sonlarından itibaren izinli sayılmak suretiyle, 1926 yılına kadar Kars milletvekilliğine devam etti. 1926-1927’de 7 nci Tümen Komutanı olarak görev yaptı. 1927’de tümgeneralliğe yükseldi ve 1933 yılına kadar 16 ncı Tümen Komutanlığı yaptı. 1933 yılı başlarında Askeri Yargıtay üyeliğine atandı ve bu görevde iken 5 Mart 1933 tarihinde öldü. Mezarı Ankara’da, Devlet Mezarlığı’ndadır. Demirci Mehmet Efe (1883, [Nazilli]'nin Pirlibey Köyü - ?), Babasının mesleğinden dolayı demirci lakabını aldı. Askerlik görevini İzmir 5. depo alayında demirci olarak yaparken Ermeni bir Yüzbaşıdan yediği dayak üzerine firar etti. Köyüne dönen demirci, burada rahat durmayınca Çakırcalı Mehmet Efe tarafından Ödemiş'in Fata köyüne imam olarak gönderildi. Çakırcalı'nın ölümünden sonra Yanık Ali Efe çetesine katılan Demirci cesareti gözüpekliği sayesinde çete içinde önemli bir konum aldı ve kısa zamanda Aydın ve Ödemiş havalisinde zorlu ve amansız bir efe oldu. İzmir'in işgalinden sonra 11 Temmuz'da resmen Kuvâyi Milliye'ye katıldı. Hafız İbrahim Demiralay ![]() Hafız İbrahim Demiralay (1920) Hafız İbrahim Demiralay, Kurtuluş Savaşı'nda Kuvayi Milliye'de büyük yararlıklar göstermiş, TBMM'de 6 dönem Isparta milletvekilliği yapmış bir din adamıdır. 1883'de Isparta'da doğdu. Yılanlızade Tahir Paşa'nın oğludur. İlk ve orta öğrenimini Isparta'da tamamladı. 1902'de İstanbul'a gelerek Fatih Medresesi'ne kaydoldu. Yedi yıl öğrenim gördükten sonra, müderrislik icazeti aldı. Öğrenimi sonrasında Isparta'ya dönerek babasından kalan arazide tarımla meşgul oldu. Gülyağı ticareti yaptı. Bu arada 1911-1912 yıllarında Isparta İdadisi'nde Din Bilgisi ve Ahlâk Dersleri okuttu. Ayrıca bir ara Bidayet Mahkemesi Üyeliği'nde bulundu. Milli Mücadele'nin başlamasıyla, Isparta ve çevresinde milli harekatın önderi oldu. İzmir'de Yunan işgalinin başlaması üzerine mitingler düzenleyerek ve Isparta'nın bütün köylerine varıncaya kadar "beyannameler" göndererek, halkı milli harekat lehinde bilinçlendirmeye çalıştı. Konya Valisi Cemal Bey'e ve II. Ordu Müfettişi Küçük Cemal Paşa'ya telgraflar çekti. Vali, telgrafı alır almaz Isparta Mutasarrıfı Talat Bey'e, "Uyanık olmasını, imza sahibinin sorguya çekilerek İstanbul Sıkıyönetimine gönderilmesi" talimatını verdi. Isparta Hürriyet ve İtilaf Fırkası mensupları da Hafız İbrahim Efendi'nin çalışmalarına karşı çıktılar. Bu engelleme girişimlerine rağmen Hafız İbrahim Efendi, çalışmalarını arttırarak sürdürdü. Bu cümleden olarak, 6 Ağustos - 8 Ağustos 1919 tarihlerinde toplanan 1. Nazilli Kongresi'ne Isparta delegesi sıfatıyla Eski Müftü Hacı Hüsnü Özdamar ile Uçkurcuzade Ali Efendi'yi gönderdi. Böylece Ege Bölgesi'ndeki milli faaliyetlerle irtibata geçti. Öte yandan başkanı bulunduğu ve Isparta'da Ulusal örgütlenmenin öncülüğünü yapan Cemiyet-i İlmiye'yi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında yeniden kurdu. Isparta'nın merkez, ilçe ve köylerinden topladığı gönüllü kuvvetleri "Isparta Mücahitleri" adı altında Nazilli Cephesi'ne gönderdi. TBMM I. Dönem için yapılan seçimlerle Isparta Milletvekili Seçildi. Bu sıfatla Meclisin 23 Nisan 1920'de açılışında hazır bulundu. Ankara Fetvası'nı "Isparta Mebusu, Ulemadan Hafız İbrahim" isim ve unvanıyla imzalamıştı. 1920 Temmuz'unun başlarında Yunan kuvvetlerinin Milne hattını aşarak Anadolu içlerine ilerlemeleri, Alaşehir'in kaybı, Nazilli-Köşk cephesinin çökmesi, Yunan ordusunun 5 Temmuz 1920 günü Denizli-Buldan'a girmesi, kuzeyde Bursa'ya yaklaşmasıyla işgalin genişlediği günlerde "milli teşkilat kurup cepheye gitmesi için Mustafa Kemal Paşa'nın tensibiyle Milli Müdafaa Vekili tarafından Isparta ve havalisine gönderildi". Cephede görev yapması sebebiyle, 11 Temmuz 1920'de Meclis kararıyla izinli sayıldı. Kısa zamanda topladığı yüz atlı ve ikiyüz piyade gönüllü erle bir birlik teşkil ederek Yunan kuvvetleriyle savaştı. Ekim'de bu kuvvet üçü atlı, üçü piyade ve biri makinalı tüfek takımından ibaret yedi bölüklü bir alay haline geldi ve "Demir Alay" olarak anıldı. Uşak hattında, bir başka din adamı, İsmail Şükrü Çelikalay tarafından yürütülen savunma hareketlerine paralel şekilde bir tarzda girdi. Demir Alay, 28 Ağustos 1920'de Kurban Bayramı'nın üçüncü günü Sarayköy yakınında Demirköprü mevkiinde Yunan ordusuyla şiddetli çarpışmalara girdi. 5-6 gün süren bu çarpışmalarda Hafız İbrahim'in komuta ettiği Demir Alay karşısında Yunanlılar ilerleme kaydedemedi. Daha önce Tepeköy'ü işgal eden Yunan kuvvetlerine 17 Eylül gecesi baskın yapıldı ve Tepeköy işgalden kurtarıldı. Demir Alay'ın bu başarılı hizmetleri, TBMM tarafından da yakından takip edildi. Meclis'in takdirleri, Başkan Mustafa Kemal Paşa vasıtasıyla Demiralay Komutanı Hafız İbrahim Bey'e bildirildi. "Kuva-yı Milliye" kuvvetleri düzenli ordu içine alınırken, Demir Alay, "Mürettep Alay" olarak 57. Tümen içinde yer aldı. Müdafaa-i Milliye Vekaleti'nin 2 Kasım 1920 tarihli emri ile adı "39. Alay" oldu. Ocak 1921'de de "Menderes Grup Komutanlığı" emrine verildi. Demir Alay'ın düzenli ordu içinde bu şekilde yer alması üzerine, Mart 1921'de Hafız İbrahim Efendi, Meclis'e döndü. Sağlık ve Sosyal Yardım, Milli Eğitim ve Dilekçe komisyonlarında görev aldı. I. Dönem içinde 4'ü gizli oturumlarda olmak üzere 7 konuşma yaptı. Bir de Kanun önerisi verdi. TBMM 2. Dönem, 3. Dönem, 4. Dönem, 5. Dönem ve 6. Dönemlerde de yeniden Isparta Milletvekili seçildi. Milletvekili iken, 29 Mart 1939'da vefat etti. Evli ve dört çocuk babasıydı. Hizmetlerinden dolayı Kırmızı-Yeşil Şeritli İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Soyadı Kanunu ile "Demiralay" soyadını aldı. Halen Isparta'da soyu Demiralaylar olarak bilinmekte ve devam etmektedir.
__________________
Msn İRTİßaT !...KeşKe ßu kadar ßüyük Sevdirmeseydin Kendini...! |
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
|
![]() Hamdullah Suphi Tanrıöver Hamdullah Suphi Tanrıöver, (d. 1885 İstanbul - ö. 1966 İstanbul) Türk edebiyatçı, yazar, milletvekili, siyasetçi. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk dönemlerinde büyükelçilik görevinde de bulunmuştur. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında Meclis'te yaptığı coşkulu konuşmalarıyla tanınan siyaset adamı ve yazar Hamdullah Suphi Tanrıöver, Tanzimat Dönemi bilim ve siyaset adamlarından Abdüllatif Suphi Paşa'nın oğluydu. 1885'te İstanbul'da dünyaya geldi, 10 Haziran 1966'da yine İstanbul'da hayata veda etti. Ortaöğrenimini Mekteb-i Sultani'de (Galatasaray Lisesi) tamamladı ve meslek olarak öğretmenliği seçti. Ayasofya Rüşdiyesi'nde hitabet ve Fransızca, Darülmuallimin'de edebiyat, Darülfünun'da Türk-İslam sanatı dersleri verdi. İlk şiirini amcası Samipaşazade Sezai'nin Paris'te çıkardığı 'Şura-yı Ümmet' gazetesinde yayımladı (1902). 1909'da Fecr-i Ati topluluğuna katıldı. 1911'de bu topluluktan ayrılarak Genç Kalemler çevresinde gelişen Milli Edebiyat Akımı'na bağlandı. 1912'de milliyetçilik akımının İstanbul'daki merkezi olan Türk Ocağı'na girdi ve başkan oldu. İstanbul'daki işgalci güçlere karşı düzenlenen açık hava toplantılarında, daha sonra TBMM'de ve Kurtuluş Savaşı yıllarında hitabetin etkili örnekleri olarak gösterilen konuşmalar yaptı ve güçlü bir hatip olarak tanındı. Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı (1920) Antalya üyesi olarak seçilmiştir. TBMM İlk döneminede Antalya, 1923'te İstanbul milletvekili olarak TBMM'de bulundu. 1920 ve 1925 yıllarında iki kez Milli Eğitim Bakanı oldu. 1927'de yeniden İstanbul milletvekili seçildi ve 1935'te Brüksel Büyükelçiliği'ne atandı. 1943'te İçel ve 1946'da İstanbul milletvekili olarak yeniden Meclis'e girdi. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti (DP) listesinden bağımsız Manisa milletvekili, 1954'te yine DP'den İstanbul milletvekili seçildi. 1957'de Hürriyet Partisi adayı olarak katıldığı seçimleri yitirdi ve 1966'da ölümüne kadar Türk Ocakları Merkez Heyeti'nin başkanlığını yürüttü. Kültür ve siyaset hayatının renkli simalarından ve coşkulu hatiplerinden biri olan Hamdullah Suphi Tanrıöver'in konuşmalarından seçmeler 'Dağ Yolu' (1928-1931), yazıları da 'Günebakan' (1929) isimli kitaplarda toplandı. Hamdullah Suphi Tanrıöver, 10 Haziran 1966 yılında İstanbul'da ölmüş, Edirnekapı Merkezefendi Mezarlığı'na gömülmüştür. Hasan Tahsin [font="Comic Sans MS"][size="2"]Hasan Tahsin Hasan Tahsin, asıl adı Recep oğlu Osman Nevres'dir. ( 1888 Selanik, 15 Mayıs 1919 İzmir). İlk önce Mustafa Kemal'in de okuduğu Şemsi Efendi Okuluna gitti sonra Selanik Feyziye Mektebi'ni bitirdi. Ardından burslu olarak Paris Sorbonne Üniversitesi'nde siyasal bilimler öğrenimi gördü. İttihat Terakki Fırkası'na girdi ve Teşkilat-ı Mahsusa'da görev aldı. İstanbul'a döndükten sonra, Osmanlı Devleti aleyhine Balkanları karıştıran İngiliz istihbarat teşkilatı adına çalışan Buxton kardeşlerin bu faaliyetlerini önlemekle görevlendirildi. Buxton kardeşlere Bükreş'te bir tünelde suikast düzenleyen Hasan Tahsin 10 yıla mahkum edildi, 1916'da Romanya'dan kaçmayı başardı, adını Hasan Tahsin olarak değiştirip 1918'de İzmir'e yerleşerek Osmanlı Sulh ve Selamet Cemiyeti'nin sözcülüğünü yapan Hukuk-ı Beşer gazetesini yayımlamaya başladı. 15 Mayıs 1919'da İzmir'e çıkan Yunan Efzun Alayı askerlerine tek başına ilk kurşunu sıkarak (elbombası atarak) Türk direnişini başlatan sembol isim oldu. İlk kurşunu alayın sancaktarı teğmene sıkarak öldüren Hasan Tahsin ardından kurşunu bitene kadar devam etti. Panikleyen Efzun Alayı toplu bir saldırı olduğunu zannederek ilk başta dağıldıysa da, ardından ağır silahlar ve savaş gemisinden karşı ateş açtı. Açılan karşı ateşle Hasan Tahsin 31 yaşındayken yaşamını yitirdi. 1973 Yılında anısına İzmir Konak Meydanı'nda "İlk Kurşun Anıtı" dikildi. ![]() Hüseyin Hüsnü Özdamar ![]() Hüseyin Hüsnü Özdamar Hüseyin Hüsnü Özdamar Kurtuluş Savaşı'nda Batı Cephesi'nde yararlıklar göstermiş, TBMM'de 6 dönem Isparta milletvekilliği yapmış bir din ve siyaset adamıdır. 1875'te Isparta'da doğdu. Babası Hacı Hasan Efendizade Dersiam İsmail Hakkı Efendi'dir. İlk ve orta öğrenimini Isparta'da tamamladı. Sonra Konya'ya giderek Ziyaiye Medresesi'ne kaydoldu. Burada altı yıl öğrenim gördü. 2 Ocak 1885'te Müderris Parlakzade Ahmet Fahri Efendi'den icazet aldı. Daha sonra İstanbul'a giderek Mahmutpaşa Medresesi'ne devam etti. Dini bilgilerini ve dil bilgisini geliştirdi. Bu arada 9 Ağustos 1902'de Dersiam Mustafa Asım Efendi'den Müderrislik icazeti alarak Isparta'ya döndü ve Sadiye Medresesi'ne müderris olarak atandı. 16 Ocak 1910'da Antalya Merkez Müderrisliği'ne tayin edildi. Fakat mazereti sebebiyle görevine başlayamadı. Bir süre camilerde Dersiamlık görevi verildi. 9 Ocak 1911'de Şeriye Mahkemesi Zabıt Katibi oldu. 22 Mart 1914'te İl Genel Meclisi üyeliğine seçildi. Müftü Şakir Efendi'nin İttihat ve Terakki Partisi yetkililerinin şikayeti üzerine görevden alınması üzerine, 5 Mart 1916'da Isparta Müftülüğü'ne getirildi. Sabık Müftü Şakir Efendi'nin Müftülüğe iadesi üzerine, 7 Nisan 1919'da istifa ederek görevinden ayrıldı. İzmir'de Yunan işgalinin başlamasından (15 Mayıs 1919) sonra yörede oluşan ulusal direnişi destekledi. Isparta'da Müdafaa-i Hukuk çalışmalarına katıldı. Isparta'yı temsilen Uçkurcuzade Ali Efendi ile birlikte 6 Ağustos - 9 Ağustos 1919'daki Nazilli Kongresine katıldı. Nazilli cephesinde Yunanlılara karşı bizzat savaştı. Bu arada Milli Mücadele'nin hedef ve amacı hakkında aydınlatıcı vaazlar verdi. TBMM 1. Dönem için yapılan seçimle Isparta Milletvekili olarak 23 Nisan 1920'de Meclisin açılışında hazır bulundu. Bu arada Ankara Fetvası'nı Sabık Isparta Müftüsü sıfatıyla tasdik etti. TBMM'de Şeraiye ve İrşad komisyonlarında çalıştı. Dönem içinde üçü gizli oturumda olmak üzere onüç konuşma yaptı. Bir soru, bir gensoru önergesi verdi. Arkadaşlarıyla birlikte verdiği gensoru sonucunda Şeriye ve Evkaf Vekili, Konya milletvekili Mehmet Vehbi Çelik, güvensizlik gösterilmesiyle istifa etti. Arkadaşları ile önerdiği, firardan ölüm cezasına hükümlü bir erin akıl hastalığı nedeni ile affına dair teklifi 18 Ekim 1922 tarih ve 274 sayılı kanun olarak kabul edildi. TBMM 2. Dönem, 3. Dönem, 4. Dönem, 5. Dönem ve 6. Dönem'de yeniden seçilerek yasama görevini 1943 yılına kadar sürdürdü. Bu arada 1 Kasım 1934'te memuriyetten emekliye ayrıldı. 17 Haziran 1961'de öldü. Evli ve üç çocuk babası idi. Hamili olduğu Yeşil Şeritli İstiklal Madalyası, cephede fedakarca hizmeti nedeniyle 22 Şubat 1926 tarih ve 212 sayılı Meclis kararıyla Kırmızı-Yeşil Şeritli İstiklal Madalyası'yla değiştirilmiştir. Soyadı Kanunu ile "Özdamar" soyadını almıştır.
__________________
Msn İRTİßaT !...KeşKe ßu kadar ßüyük Sevdirmeseydin Kendini...! |
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
|
![]() Kâzım Özalp ![]() Kâzım Özalp Kâzım Özalp (1882 - 1968), Kurtuluş Savaşı’nın önde gelen adlarından asker ve siyaset adamı. 1882’de Köprülü’de (Makedonya Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan Titov Veles) doğan Kazım Özalp 1902’de Harp Okulu’nu, 1905’te Harp Akademisi’ni bitirdi. İlk görev yeri olan Selanik’te 36. Alay’da görev yaparken İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. 1909’da 31 Mart Ayaklanması’nın bastırılması hareketine, 1912’de Balkan Savaşı’na katıldı. I. Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi’nde Ruslarla savaştı ve rütbesi 1914’te binbaşılığa, başarılarından dolayı da 1915’te yarbaylığa, 1917’de albaylığa yükseltildi. 1919’da Kurtuluş Savaşı başlayınca Heyet-i Temsiliye kararıyla Kuzey Cephesi komutanlığına atandı; 1920’de Anzavur Ayaklanması’nı bastırdı. I. Dönem TBMM’ye Karesi milletvekili olarak girdi; 1921’de olağanüstü yetkilerle Kocaeli bölge komutanı olarak görevlendirildi ve İzmit ile Adapazarı’nı düşmandan geri aldı. Emrine verilen kolorduyla Sakarya Savaşı’na katıldı, gösterdiği başarı nedeniyle Eylül 1921’de rütbesi tümgeneralliğe yükseltildi. 1921 sonunda kolordu komutanlığını bırakan Kazım Özalp, Ocak 1922’de Milli Savunma Bakanlığı görevini üstlendi ve aynı yıl korgeneral, 1926’da orgeneral oldu; 1927’de emekliye ayrıldı. TBMM’deki yerini 1920’den, siyasal yaşamdan çekildiği 1954’e kadar aralıksız koruyan Kazım Özalp, 1924-1935 arasında TBMM başkanı, 1935-1939 arasında da ikinci kez Milli Savunma Bakanı olarak görev yaptı. Özetle I.ve II. Dönem Karesi, III., IV., V., VI., VII., VIII. Dönem Balıkesir, IX. Dönem Van Milletvekilipi yapmıştır. 1971-1972’de yayımlanan Milli Mücadele adlı bir de kitap yazdı. Kazım Özalp 6 Haziran 1968’de Ankara’da öldü. Köprülü Hamdi Bey ![]() Köprülü Hamdi Bey Köprülü Hamdi Bey, (1888 - 18 Şubat 1920) Türk kaymakam, Kuvay-ı Milliye komutanı. 1888'de Vardar'a bağlı Köprülü kasabasında doğdu. Babası Kolağası İbrahim Bey'di. Küçük yaşta yetim kaldığından, dayısı Celalettin Bey tarafından yetiştirilmiştir. İlk öğrenimini Köprülülü kasabasında, orta öğrenimini Üsküp İdadisi'nde yaptı. Ardından İstanbul'a gelerek Mülkiye'yi bitirdi. Memurluk yaşamına Kosova'da Maiyyet Memuru olarak başladı. 1912 yılında patlak veren Balkan Savaşına kadar bu görevde kaldı. Balkan Savaşı sırasında Yedek Subay olarak orduya katılıp, Kumanova Cephesi'nde Sırplara karşı savaştı. Vardar ordusunun ric'atı ile bu cephe çöktü ve Osmanlı birlikleri dağıldı. Hamdi Bey 200 kişilik bir kuvvetle, çarpışa çarpışa çete savaşı yaparak Edirne'ye, Şükrü Paşa kuvvetlerine ulaştı. Edirne'nin Bulgar kuvvetlerinden temizlenmesinden (10 Temmuz 1913) sonra, Edirne Polis Müdürlüğü İdâri Bölüm Başkanlığına, birkaç ay sonra da Edirne'ye bağlı Demirköy Kazası kaymakamlığına tayin oldu. Burada Bulgar sınırından sızan çetelerle mücadeleleri bizzat yönetmiştir. 1915'te Malkara kaymakamı oldu. 1916'da Keşan kaymakamlığına nakledildi. Keşan'dan Balıkesir'in Sındırgı Kazası kaymakamlığına tayin olan Hamdi Bey, oradan da Edremit kaymakamlığına getirildi. (13 Temmuz 1917) Edremit kaymakamı iken 6 Nisan 1919'da Damat Ferit Paşa Hükümeti tarafından ittihatçı olduğu için görevden alındı ve hakkında tutuklama kararı çıktı. Bu durumdan o tarihte Balıkesir Mutasarrıfı ve yakın arkadaşı olan Tunalı Hilmi sayesinde kurtularak Yunan İşgali altındaki Burhaniye'ye gitti ve bölgedeki dağınık Kuvay-ı Milliye'yi örgütledi. Önce Ayvalık'taki Ali Çetinkaya ile sonra Bandırma'daki 61.Tümen Komutanı Kâzım Özalp ile güçbirliği yaptı. Balıkesir Kongresi'ne katıldı. 26/27 Ocak 1920'de Gelibolu yakınlarında Fransız kuvvetleri denetimindeki cephaneliğe tarihe Akbaş Baskını olarak geçecek baskını 40 atlı arkadaşı ile birlikte düzenledi.Çok sayıda silah ve mühimmat ele geçirdi.Bunları Anadolu içlerine göndermeye çalışırken Anzavur Ahmet güçlerinin baskınına uğradı ve 18 Şubat 1920'de öldürüldü. Mehmet Hacım Mehmet HACIM İstiklal Madalyası ve Uşak Şeker Fabrikası Kurucu Ortak Mührü ile Mütevellizade Hacım'lı Mehmet Bey olarak tanınır. 1876 yılında Uşak ilinin Hacım köyünde doğmuştur. Uşak'ta anonim ortaklık kurarak, halk arasında Ateş Değirmeni diye bilinen un değirmenini kurmuştur. Fabrikaya Ateş Değirmeni denilmesinin sebebi, değirmenin buhar gücü ile çalışması ve kömür kazanlarında ateş ve kömür ile buhar elde edilmesiydi. Yörede ilk defa bir anonim şirket kuruluşuna öncülük yaptığı için kendisine devlet tarafından onur beratı verilmiştir. Yunan işgali sırasında Ateş Değirmeni'nde çalışan rum ve ermeni kökenli ustalar fabrikayı terketmişlerdir. Fabrika Yunan işgalinde yağma edilmiş ve yakılmıştır. Mehmet Hacım Yunan işgaline karşı başlatılan Kuvayi Milliye hareketinin öncülerindendir. Uşak ve çevresindeki Hacım, Şükraniye, Yayalar köylerinden (şimdi Yayalar Kasabası) ve diğer birçok yerleşim biriminden silahlı birlikler oluşturarak yunan kuvvetlerine karşı mücadele yürütmüştür. Ankara Hükümetinin kurulması ve Mustafa Kemal Atatürk'ün orduyu yeniden toplaması üzerine kuvayi milliye güçleri olarak birlikleri ile beraber Albay rütbesi ile orduya katılmıştır. Uşak'ın kurtuluşu olan 1 Eylül 1922 de Kafkas Tümen komutanı Halit Bey tarafından Yunan ve Avrupa orduları başkomutanı General Trikopis'in esir alınmasında bizzat bulunmuştur. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte aktif olarak ticaret ve sanayi hayatına atılmıştır. Cumhuriyet tarihinin ilk özel ve anonim yatırımı Mehmet Hacım ve mahalli müteşebbisler tarafından Uşak'ta 26 Kasım 1926 kurulan Uşak Şeker Fabrikası ile gerçekleştirilmiştir. Bu fabrikanın kuruluşuna ekonomik gücü olan bütün Uşak'lılar bir altın, bir bilezik, 20 ölçek buğday ve ne verebildiyse onunla katkıda bulunmuştur. Her biri katkıda bulundukları oranda hisse senedi sahibi olmuşlardır. Tam bir Anonim şirket olarak kurulmuştur. Fabrika daha sonra CHP döneminde devletleştirilmiştir. Fakat Uşak'lı Şeker Fabrikasını her zaman kendisine ait görmüştür. Kuruluşu esnasında Mehmet Hacım'a "sizin adınızı verelim" tekliflerini kabul etmeyerek fabrikanın olması gerektiği gibi kurulması için her türlü fedakarlığı gösteren şehrinin adı ile anılmasını istemiştir. Uşak Şeker Fabrikası halen faaliyetine devam etmektedir. Mehmet Hacım Kurtuluş Savaşı'nda gösterdiği çabalardan dolayı TBMM tarafından Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası almaya layık görülmüştür. Mütevellizade Hacım'li Mehmet Bey, Cumhuriyet öncesi dönemde bölgesinde sanayi ve ticaret alanında yaptığı çalışmaları, Kurtuluş Savaşı'na hazırlık olan Kuvayi Milliye güçlerini bölgesinde toplayarak başlattığı mücadelesi, Kurtuluş Savaşında kuvvetleri ile orduyu oluşturmadaki öncülüğü, Cumhuriyetin kurulması ile birlikte Atatürk'ün başlattığı ekonomik kalkınmaya, ilk özel anonim teşebbüs olan Şeker Fabrikasını kurmaya maddi ve manevi desteği ile tam bir anadolu kahramanıdır. Cumhuriyet Türkiye'si Kurtuluş Savaşı'nın hemen arkasından Mehmet Hacım ve onun gibiler sayesinde hemen ayağa kalkıp Atatürk'ün önderliğinde bugün dahi inanılmaz inkılapları gerçekleştirmiştir. Halen torunları tarafından vatanseverlik özellikleri devam ettirilmektedir. Soyadını taşıyan asker torunları bulunmaktadır. Ayrıca II. Abdülhamit tarafından savaşta ve padişah yanında gösterdiği üstün başarıdan dolayı düğün hediyesi olarak kendi tuğrasını taşıyan altınlar verilmiştir. Denizli-Uşak'da bulunan bir çiftlik alanı da yörükler ile yapılan Türkiye'nin en uzun davasıdır.Denizli Çivril'deki hastane alanını kendi satın alıp bağışlamış, tüm tekliflere rağmen isminin verilmesini kabul etmemiştir. Uşak Şeker Fabrikası kurucularının 1926 yılında çektirdikleri fotoğraf. Oturanlar (sağdan sola): Tarakcıoğlu İbrahim Efendi, Bacakoğlu İsmail Efendi, Mehmet Hacım (elinde asa var), Molla Omaroğlu Nuri Bey, Donbayoğlu Hacı Osman Efendi. Ayaktakiler (sağdan sola): Köleoğlu Süleyman Efendi, Buğdaylıoğlu Hüsamettin Efendi, Okkaoğlu Ahmet Efendi, Eyüboğlu, Bayraktaroğlu Mehmet Ali Efendi Mehmet HACIM İstiklal Madalyası ve Uşak Şeker Fabrikası Kurucu Ortak Mührü ile
__________________
Msn İRTİßaT !...KeşKe ßu kadar ßüyük Sevdirmeseydin Kendini...! |
![]() |
![]() |
![]() |
#5 |
|
![]() Mehmet Vehbi Bolak Mehmet Vehbi Bolak Osmanlı Meclisi Mebusanı ve TBMM'de Balıkesir (Karesi) milletvekilliği ve bir süre Eğitim Bakanlığı yapmış, Balıkesir'de Kuvayi Milliye hareketini başlatanlar arasında yer almış Kuvayi Milliyeci, idareci ve siyasetçidir. Meclis kürsüsünde ve direniş hareketinin organizasyonunda hitabet gücü ile akıllarda kalmıştır. 1882 yılında Balıkesir'de doğmuştur. Abacılar kethüdası Hacımehmedefendizade Yahya Nefi Efendi’nin oğludur. Mülkiye Mektebi'ni bitirmiş, Çatalca mutasarrıflığına atanmıştır. Daha sonra Osmanlı Meclisi Mebusanı 2. Dönem ve 3. Döneminde ve TBMM 1. Dönem ve 2. Dönem'de Karesi (Balıkesir) milletvekilliği yapmıştır. IV. İcra Vekilleri Heyeti'nde kısa bir süre Maarif Vekilliği'nde (Eğitim Bakanlığı) bulunmuştur. Kırmızı-yeşil şeritli İstiklal Madalyası sahibi olan Mehmet Vehbi Bolak 6 Nisan 1948'de vefat etmiştir. Kendisi de milletvekilliği ve Türkpetrol Yönetim Kurulu Başkanlığı yapmış işadamı ve hayırsever Ahmet Aydın Bolak'ın babasıdır. ![]() Doğum tarihi 1882 Doğum yeri Balıkesir, Türkiye Ölüm tarihi 6 Nisan 1948 Eğitimi Üniversite Mesleği siyasetçi Mestan Efe Mestan Efe, Aydın'ın Mesutlulu köyünden olup Kurtuluş Savaşı'nda Yunan kuvvetlerine ağır darbeler vurmuş, Aydın ilinin kurtuluşuna oğullarıyla birlikte katkıda bulunmuştur. Mestan Efe cesur ve keskin zekasıyla Kurtuluş Savaşı'ndan sonra da Aydın'da büyük işlere imza atmıştır. Ünü ve şöhreti sevmediği için Aydın'da çok bilinmeyen bir efedir. kurtulus savasi sirasinda bütün Efe`ler kendilerine bölge secmislerdir. Mestan Efe`nin sorumlu oldugu bölge Aydin`nin Balta köyü ile Dalama`nin Karahayit köyü arasidir Buralar ondan sorumludur ondan izinsiz hicbir hareket yapilmayacaktir. Yunan kuvvetlerinin Menderes nehrine dayandigi zaman köprüyü patlatarak yunan kuvvetlerinin karsi Tarafa gecmelerini engeleyecektir. Bu sirada ciftlik köyü yakinlarinda kusatilmislar EFE kizanlariyla birlikte bu kusatmayi yarmistir`, bu arada söylenen rivayetlere göre yaninda "ADNAN MENDERES " inde oldugu dur. Adnan menderes ile aralarinda büyük dostluk oldugu söylenir.(Mestan Efe) ilk olarak zeybeklige Cakici Mehmet EFE´NIN yaninda baslamistir ama katildiktan kisa bir süre sonra CAKICI EFE ölmüstür. Cakici Mehmet Efe öldükten sonra onun sag kizani olan (Haci Hüseyin efe) liderlige devir almistir. Mestan Efe ile Haci Hüseyin Efe beraber cok isler ve faydalar yapmislardir.Osmanli Imparatorlugu nun son dönemlerinde Efe ler birer eskiya olarak karar alinmistir,tabi dis güclerin etkisi altinda bu sirada bir cok Efe gibi MESTAN EFE de nasibini almis o dönemin mahkemesince su an GÜRCISTAN sinirlari icinde olan BATUM a sürgüne gönderilmistir, bir seneye yakin bir zaman burada cok kötü kosullarda sürgünde iken abisi ve bir kac efe arkadasiyla birlikte buradan kacarlar yaya olarak o zaman tam üc ay gibi bir zaman da IZMIR in Ödemis ilcesine ulasirlar cok zorlu bir yolculuktan sonra bu arada abisini yolda geliriken ic hesaplasma yüzünden öldürürler kendisinin sonradan haberi olacaktir bu olaya, Aydin'a ulastiktan sonra Vatan mücadelesine devam ederler. Mestan Efe'nin daha bir cok bililmeyen kahramanliklari ve yararlari olmustur ama bastada söylendigi gibi san ve nam ona göre birsey degildi, cogu zaman yapmis oldugu iyilikler ve olaylarla ilgili kimseye birsey anlatmazdi ailesine bile, mesela ogullari söyle söyler bir kaybolurdu üc ay sonra bulunur gelirdi diye ve cok fazla birsey anlatmazdi diye sonradan duyarlarmis ki ya MISIR da yada ANKARA da diye ve böyle bir cogu. Mestan Efe'nin biri kiz yedisi erkek sekiz cocugu vardir. Suan hala dörtü sagdir üc oglu halen AYDIN in MESUTLU KÖYÜ nde oturmaktadir bir kizi sahinali köyündedir. Oglanlarinin isimleri sag olan ve köyde oturan oglanlarinin isimleri : Irfan ÖZKAN, Necati ÖZKAN, Cemal ÖZKAN dir. Mestan Efe'nin cocuklarina hep söyledigi sey kendi gibi san ve namdan uzak durun dost kazanin dir. Mustafa Necati Uğural ![]() Mustafa Necati Uğural (1920) Mustafa Necati Uğural Atatürk’ün yakın düşünce ve mesai arkadaşlarından, Kuvayi Milliye hareketinden itibaren yararlıklar göstermiş, TBMM'nin ilk üç döneminde milletvekilliği, Mübadele esnasında Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, 1924 Anayasası'nın yürürlüğe konulduğu sırada Adalet Bakanlığı, Tevhidi Tedrisat sürecinde ve Harf Devrimi esnasında Milli Eğitim Bakanlığı yapmış siyasetçidir. 1892'de İzmir'de doğdu. İzmir'in köklü ailelerinden birine mensuptur. Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra İzmir’de avukatlık, eğitimcilik, gazetecilik yapmıştır. İzmir'in işgali üzerine, Balıkesir Cephesi'ne katıldı. Kuvayi Milliye kumandanı olarak Yunanlılar ve Anzavur kuvvetlerine karşı yürütülen mücadelede yararlılıklar gösterdi. Vasıf Çınar ile birlikte Balıkesir'de "İzmir'e Doğru Gazetesi"ni çıkardı. Bu gazetede milli duyguları geliştirici yayınlar yaptı. Samsun İstiklal Mahkemesi üyesi oldu, Millet Meclisi Müdafai Hukuk Grubu katipliğinde görev üstlendi. Kastamonu ve yöresi İstiklal Mahkemesi Başkanlığı yaptı. TBMM 1. Dönem'de Saruhan, 2. Dönem ve 3. Dönemlerde İzmir milletvekili olarak Meclis'e girdi. V. İcra Vekilleri Heyeti ve 1. Hükümet'te Mübadele, İmar ve İskan Vekili, 2. Hükümet'te Adliye Vekili, 4. Hükümet ve 5. Hükümet'te Maarif Vekili oldu. 1 Ocak 1929 tarihinde Bakanlık görevi esnasında vefat etti. Türk Öğretmenler Örgütü Başkanlığı'nda bulundu. Ayrıca, Altay spor takımının kurucularındandır. Ankara'daki tarihe tanıklık etmiş evinin kuru fasulyeci Hüsrev Lokantası'na devredilmesiyle ismi 2006 yılında yeniden gündeme gelmiştir.
__________________
Msn İRTİßaT !...KeşKe ßu kadar ßüyük Sevdirmeseydin Kendini...! |
![]() |
![]() |
![]() |
#6 |
|
![]() Sütçü İmam [FONT=Verdana][size="2"]Sütçü İmam, (asıl adı Ali, süt satarak geçimini sağladığı için SÜTÇÜ lakabı verilmiştir) (d. 1871, Kahramanmaraş – ö. 25 Kasım 1922). Uzunoluk semtinde süt satarak geçimini sağlayan, hem de fahri olarak bugünkü Çınarlı ( eski Bektutiye) Camiinde imamlık yapan İstiklal Savaşı kahramanı. ![]() Sütçü İmam Türbesi Sütçü İmam olayı [değiştir] Daha çok bilgi için: Maraş Savunması İkinci Fransız kuvvetlerinin şehre girişinin ertesi günü (31 Ekim 1919 Cuma) şehirdeki huzursuzluk had safhaya varmıştı. Bir grup Fransız Ermeni askeri ikindi üzerinde Uzunoluk Caddesi'nden kışlaya dönüyorlardı. O anda Uzunoluk Hamamından yüzleri peçeli iki Türk kadını çıktı. Üç kişi olan ve sarhoş durumda olan Fransız Ermeni askerlerinden birisi, hamamdan çıkan Türk kadınlarına saldırdı ve peçesini yırttı. "Artık burası Türklerin değildir, Fransız memleketinde peçe ile gezilmez" diyerek kadıncağıza sarılıp ilişmek istedi. Peçesi yırtılan ve zor durumda kalan kadıncağız bayılıp yere düştü. Diğer kadın da imdat istercesine bağırdı. Olayı Kel Hacı'nın kahvesinden gören Türkler dışarı çıkarak, askerlerin üzerine yürüdüler. Türkler, Ermeniler'e ihtarda bulunarak yollarına gitmelerini söylediler. Ermeniler kötü sözler sarfederek silah kullandılar. Bu arada Çakmakçı Sait orada kurşunla yaralandı ve şehit oldu. Gaffar Osman da yaralandı. Bu sırada Ali Sütçü Imam, Karadağ tabancasını alarak dükkanından hızla olayın olduğu yere geldi. Silahını Ermeni askerlerinin üzerine boşalttı. İlk kurşunu atan Kahraman Sütçü İmam'ın silahı ile yaralanan Ermeni askeri arkadaşlarının yardımı ile kışlaya götürüldü. Yaralı asker bir gün sonra öldü. 1 Kasım 1919 tarihinde ölen Ermeni için büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Sütçü İmam ise Nalbant Bekir'den aldığı bir atla Bertiz'in Ağabeyli köyünde bulunan Beyazıt oğlu Muharrem Bey'in yanına gitti Sütçü İmam Ermeni ve Fransızlar tarafından sürekli arandı. Bulunması için de Kahramanmaraş Hükümeti çok sıkıştırıldı. Bütün çabalara rağmen Sütçü İmam bulunamadı. Yahya Kaptan Yahya Kaptan, (1891 - 9 Ocak 1922) Türk asker, Kuvay-ı Milliye komutanı. 1891'de Makedonya'nın Köprülü kasabasında doğdu. 21 yaşındayken amcasına saldıran bir Bulgar’ı öldürüp dağa çıktı. Müslüman Türk köylerine saldıran Sırp ve Bulgar çetelerine karşı kendi çetesini kurarak savaştı. Her çete reisi gibi Kaptan lakabını aldı. Balkan Savaşı çarpışmalarına katıldı. I. Dünya Savaşı'nda gizli haber alma örgütü Teşkilat-ı Mahsusa'dan, örgüte katılma teklifi gelince hemen kabul etti. Teşkilat-ı Mahsusa’da bulunduğu sürede iki görev üstlendi. İlkinde, Sırplara karşı sabotaj eylemleri gerçekleştirdi. İkincisinde ise Halil Paşa’nın Irak cephesindeki mücadelesinde, Arap aşiretlerinin çöl çeteciliği taktiğine, karşı-çeteci eylemler üretti. İttihat ve Terakki’nin ünlü silahşörü Yakup Cemil ile Irak Cephesi’nden dönerken tanıştı ve yeni bir kabine kurmak için başlattıkları mücadelede tutuklanıp yargılandılar. Yakup Cemil idam edildi, Yahya Kaptan ise Irak’a sürgüne gönderildi. I.Dünya Savaşı bittiğinde, Osmanlı orduları merkeze çekilirken, Yahya Kaptan da İstanbul’a geldi. Ama Teşkilat-ı Mahsusa dağıtıldığından İstanbul’da kalamadı. Eski İttihatçıların kurduğu gizli örgütlerden en önemlisi olan Karakol Cemiyeti’nin Menzil gurubuna katıldı. Yenibahçeli Şükrü Bey liderliğindeki Menzil Gurubu, Anadolu’da başlaması olası mücadeleye malzeme ve insan aktarımını sağlamak için Kocaeli Yarımadası’nı kontrol altında tutmayı amaçlamıştı. Dağınık birlikler toplanarak başına Yahya Kaptan getirildi, Kurtuluş Savaşı başlarında Mustafa Kemal ile ilişki kurdu ve onun direktifleri, İstanbul'daki Karakol Cemiyeti'nin de yardımlarıyla İstanbul'dan Anadolu'ya geçmek isteyenlere yardım etti. Gebze'de Kuvay-ı Milliye'yi örgütleyerek İstanbul-Kocaeli yöresinde çeşitli eylemlere girişti. İstanbul'da Bekirağa Bölüğü'nü basarak Halil (Kut) Paşa, Şadi Bey ve Talat Bey'in kaçırılmasını sağladı. Aralık 1918’de Tavşancıl'da konuşlanmış, Ahırkapı (İstanbul) Cephaneliği Baskını, Darıca Un Deposu Baskını, Rum çetelerinin imhası gibi önemli hizmetler yapmıştı. İstanbul Hükümeti kuvetleriyle Tavşancıl'da girdiği çarpışmada yakalandı ve 9 Ocak 1920'de başı kesilerek öldürüldü. Adı İzmit'te pek çok yere verilmiş ve öldürüldüğü yere Mustafa Kemal'in emriyle anıtı dikilmiştir.Bu anıt daha sonra dönemin belediye başkanı (SALİH gün)tarafında yıkılmıştır Yörük Ali Efe ![]() Yörük Ali Efe, (d. 1895-Kavaklı, Sultanhisar, Aydın, ö. 23 Eylül 1951-Bursa), Kurtuluş Savaşı sırasında 16 Haziran 1919'da Malgaç Baskını ile düşmana ilk darbeyi vurmak suretiyle Aydın yöresinde düşman kuvvetlerinin ilerlemesini durdurmuş olan Türk kahramanı. Babası Sarıtekeli aşiretinden İbrahim oğlu Apti, annesi yine Yörüklerin Atmaca Aşireti'nden Fatma’dır. Yörük Ali 19 yaşına geldiğinde, Aydın (il) dağlarında dolaşan Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin gurubuna katılmak istedi. Ağır bir sınavdan geçirilerek guruba alındı. Kısa zamanda Efe’nin ve tüm zeybeklerin güven ve sevgisini kazanarak gurupta ikinci adam konumuna yükseldi. Alanyalı Molla Ahmet Efe’nin Bozdoğan Kavaklıdere baskınında ölmesi üzerine Yörük Ali Efe olarak gurubun başına geçti. Dört yıldan fazla dağlarda dolaşan Yörük Ali Efe, bu süre içinde daima ezilenin mağdur edilenin, güçsüzün yanında oldu. Haklı olarak halk tarafından sevildi, itibar ve destek gördü. İstanbul, Büyükçekmece'de bulunan Yörük Ali Efe heykelciği Yörük Ali Efe 1919 senesinde dağdan indi. O sıralar düşman İzmir’i, ardından Aydın ve Nazilli’yi işgal etmişti. Yörük Ali Efe, Kıllıoğlu Hüseyin Efe ve bazı arkadaşları, Aydın İli’nin Çine ilçesi Yağcılar köyünde toplanarak, Yörük Ali Efe ve arkadaşlarının 16 Haziran 1919 tarihinde Sultanhisar ve Atça arasındaki Malgaç deresinin üstünden geçen Malgaç demiryolu köprüsü yanındaki Yunan karakoluna baskın yaptılar. Baskın sonunda karakol tümüyle imha edildi, cephane ve erzaklar ele geçirildi. Bu baskın Batı ve Güney Anadolu’da düzenli, bilinçli, ve milli şuurla düşmana yapılan ilk baskın olarak kabul edilmektedir. Bu önemli başarı halka ümit ve cesaret vermiş, düşmanın yurttan kovulabileceğine olan inancını arttırmış ve Yörük Ali Efe’nin liderliğini perçinlemiştir. Düşman beklemediği bu baskın karşısında paniğe kapılmış, Nazilli’deki kuvvetlerini Aydın istikametine çakmıştır. Ne yazık ki çevreyi yakarak, yıkarak, masum insanları öldürerek... Daha sonra 7. Tümen kumandanı Şefik Aker’in başkanlığında kurulan halk meclisinde oy birliğince alınan karar uyarınca Aydın, Yörük Ali Efe emrindeki kuvvetler tarafından kurtarılmıştır. Ancak takviye kuvvetlerle güçlenen düşman ordusu Aydın’ı ikinci kez işgal etmiştir. Artık kanlı savaşlar başlamıştır. Köşk, Umurlu ve Dörtyol cephesi kurularak olağanüstü cesaretle, donanımlı ve sayıca çok fazla olan düşman kuvvetleri büyük kayıplara uğratılmıştır. Böylece düzenli ordu kurulana kadar yirmi aylık bir süre düşman kuvvetlerinin Aydın kanadından Anadolu içlerine ilerlemesi engellenmiştir. ![]() Yörük Ali'nin Yenipazar'daki evinden hayat hikayesi Düzenli ordunun kurulması üzerine Yörük Ali Efe, emrindeki savaş deneyimi çok iyi olan büyük bir gurubu her ferdinin istek ve sevgisiyle orduyla bütünleştirmiştir. Kendisi de Milli Aydın Cephesi Komutanı olarak savaş sona erene kadar vatani görevini sürdürmüştür. Yörük Ali Efe alçakgönüllü bir insandı. Kurtuluş Savaşı'ndaki rolü ile ilgili olarak yapılan övgülere verdiği şu cevabı her zaman hatırlanacaktır: "Bazı kimseler savaş zamanında yapılan işlerin bir çoğunu bana ve başkalarına mal ederler. Bu yanlıştır. Bir kişinin, beş kişinin böyle büyük davalarda ne ehemmiyeti olur ki? Gönlünde vatan muhabbeti taşıyan her vatansever o günlerde bizim gibi düşünmüş, bizim gibi duymuş, ondan sonra da bizimle beraber olmuştur. Milli mukavemette aslan payını kendine ayırmakta hata vardır. Bir elin şamatası olur mu ki?" Cumhuriyet döneminde Yörük soyadını alan Ali Efe, Kurtuluş Savaşından sonra altı sene İzmir’de yaşadı, 1928 senesinde, Kurtuluş Savaşında bir süre karargahı olan Yenipazar’a taşındı. 1951 senesinde, İzmir'de geçirdiği tramvay kazasında bacaklarını kaybetmiş, 1953 yılında tedavi için gittiği Bursa’da ölmüştür. Yörük Ali Efe vasiyetinde Yenipazar’da toprağa verilmesini istedi. Ayrıca "Halkı iyidir, toprağı sever, toprağı seven insan sever. Ben orada rahat ederim dedi." Kuvayı Milliye’nin bu değerli komutanı TBMM tarafından İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmiştir. Ayrıca Türk halkının onun adına yaktığı bir türkü de vardır. Yörük Ali Efe’nin Aydın 1997’de Aydın Belediyesi’nce yaptırılan heykeli, efelerin bıyıksız olamayacağı gerekçesiyle kaldırıldı ve 1998’de bıyıklı olarak yeniden dikildi. Ayrıca Yenipazar'da Yörük Ali Efe Müzesi'de yapılmıştır.
__________________
Msn İRTİßaT !...KeşKe ßu kadar ßüyük Sevdirmeseydin Kendini...! |
![]() |
![]() |
![]() |
#7 |
|
![]()
İsmail Şükrü Çelikalay
![]() İsmail Şükrü Çelikalay İsmail Şükrü Çelikalay, TBMM 1. Dönemde milletvekilliği yapmış, bizzat kurduğu Çelik Alay isimli milis birlikleriyle Kurtuluş Savaşı içinde fillen yer alarak, Uşak cephesinin ve İç Batı Anadolu hattının savunmasında büyük yararlıklar göstermiş bir din adamıdır. 1876'da Afyonkarahisar'da doğdu. Dava Vekillerinden Mehmet İzzet Efendi'nin oğludur. İlk öğrenimini Sübyan, orta öğrenimini de Rüştiye'de tamamladı. O sıralarda Afyonkarahisar'da bulunan Teğmen Hasan Şükrü Efendi'den özel olarak Cebir ve Kozmografya dersleri okudu. Daha sonra öğrenimini medresede sürdürdü. Müftü Ali Feyzi Efendi'nin derslerine devam ederek ondan 1902'de müderrislik icazeti aldı. Ayrıca Ziraat Fen Memuru Tahsin Bey'den özel olarak ziraatle ilgili dersler aldı. Bu arada bu konuda araştırmalarda da bulundu. Elde ettiği bilgileri kendi çiftliğinde denedi. Orak, çapa, silindir ve tohum atma gibi zirai iş makinalarının geliştirilmesiyle ilgili çalışmalar yaptı. 13 Mart 1909'da Afyon Öğretmen Okulu'na Öğretmen olarak atandı. 13 Ekim 1911'de okulun Müdürlüğüne getirildi. 1 Mart 1912'de medreselerin ıslahı için kurulan komisyonda görevlendirildi. 20 Ekim 1915'te Darülhilafe Medresesi'ne öğretmen oldu. Bu arada, 1908'de İttihat ve Terakki Fırkası'nda politikaya girerek parti yönetiminde aktif görevler aldı. İzmir'de 15 Mayıs 1919'da Yunan işgalinin başlaması üzerine, Milli Mücadele'ye katıldı. Kuvayı Milliye teşkilatının kurulmasına öncülük etti. Bir yandan topladıkları gönüllüleri cepheye sevk etmekle beraber İngilizlerin işgali altındaki depolardan gizlice silah ve cephane tedarik etti. Bu silahlarla milli kuvvetleri silahlandırmaya çalıştı. Ayrıca cami kürsülerinden yaptığı vaazlarıyla, ulusal harekatın amaç ve hedefleri konusunda halkı aydınlattı. Ayrıca Afyon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin kuruluşu ve faaliyetlerinde de görev aldı. TBMM 1. Dönem'de Karahisar-ı Sahip (Afyon) milletvekili seçildi ve 23 Nisan 1920'de yapılan açılış töreninde hazır bulundu. Ankara'da toplanan bu meclisin meşru olmadığı yolundaki propagandalara karşı Hacıbayram Camii ve Zincirli Camiinde vaazlar vererek halkı aydınlatma çabasını sürdürdü. I. toplantı yılında Defter-i Hakani (Tapu-Kadastro), Adalet ve İrşad Komisyonlarında görev yaptı. Bu arada Ankara yöresinden topladığı gönüllü erlerle bir birlik teşkil edip, Kütahya-Eskişehir-Afyon cephesinde görev aldı. Kurdurduğu birlik "Çelik Alay" olarak anıldı". Ali Fuat Cebesoy bu kuvvetlerden şöyle söz eder: "Anadolu'nun muayyen bir kısmını elde tutabilmenin ilk şartı, başında olduğum 20. Kolordu'nun sahası içinde olan Isparta-Afyonkarahisar-Eskişehir hattını elde muhafaza edebilmekti. Eskişehir'de İngilizler vardı. Eğer Isparta ve Afyon'u muhafaza edebilsek idik, Eskişehir'deki İngilizleri atmak mümkündü. Isparta ve Afyon'da milli kuvvetleri teşkil edebilme faaliyetimize lüzum kalmadı: Bu iki şehrimizde, iki din adamı, başı sarıklı iki mücahit başa geçmişler ve milli kuvvetleri tecrübeli kumandan siyaset ve basireti ile teşkilatlandırmışlar ve ilk anda yadırganacak bir kararla kumandayı da bizzat ellerine almışlardı. Isparta'da Hafız İbrahim Efendi, Afyonkarahisar'da Hoca İsmail Şükrü Efendi…" (6) Haziran 1920'de Yunan ordusunun Milne hattını aşarak diğer şehirlerle birlikte Alaşehir'i işgal etmesi üzerine Milli Savunma Vekili Fevzi Çakmak'ın ordu bünyesinden katkıları ve bizzat İsmail Şükrü Hoca'nın halkı teşvik ederek topladığı 700 kadar silah, 600 kadar mücahit ve 120 atla İzzettin Bey'in komuta ettiği Uşak cephesinde bir müdafaa hattı tesis etti. Çelik Alay Yunan ileri harekatını dokuz ay uğraştırarak düzenli ordunun hazırlanmasını sağlamış, İtalyanların Isparta ve çevresinde barınmasını imkansız kılmıştır. Düzenli ordunun kurulması üzerine "Çelik Alay" 68. Alay içinde yer aldı. İsmail Şükrü Efendi de Meclis'e döndü. III. Toplantı yılında Şeriye-Evkaf Komisyonu'nun sözcülüğünü yaptı. Kaleme aldığı "Hilafet-i İslamiye ve Büyük Millet Meclisi" adlı risalede mevcut bazı yazıların Ceza Kanununa göre suç teşkil etmesi dolayısıyla hakkında kovuşturma yapılmak üzere dokunulmazlığının kaldırılması, Adliye Vekaleti'nin 18 Ocak 1923 tarihli yazısıyla istendi ise de, 5. Şubece yapılan soruşturma sonucu verilen 14 Şubat 1923 tarihli rapor üzerine, buna lüzum görülmedi. Dönem içinde 14'ü gizli oturumlarda olmak üzere 65 konuşma yaptı. 6 soru, 3 gensoru önergesi verdi. İktisat Vekili Sırrı Bellioğlu (İzmit) hakkındaki gensoru önergesi, Vekile güvensizlik ile sonuçlandı. Harp Kazançları Vergisinin Tahsiline Dair Kanuna Bazı Hükümler Eklenmesi hakkındaki Ömer Lütfi Yasin (Amasya) ile birlikte yaptığı teklif, Hükümetin de katılmasıyla 23 Ağustos 1922'de 251 sayılı Kanun olarak kabul edildi. Milletvekilliği bu dönemde sona erince memleketine dönerek vaizlik hizmetine devam etti. 25 Aralık 1950'de Afyon'da öldü. Evli ve iki çocuk babası idi. Cephede hizmeti nedeniyle TBMM kararıyla Kırmızı-Yeşil Şeritli İstiklal Madalyası'yla ödüllendirilmiştir. Bu arada kurduğu milli kuvvetin adı olan "Çelikalay" soyadı oldu. Şahin Bey Şahin Bey'in asıl adı Mehmed Said'tir. 1877 yılında Antep'te doğdu. 1899'de Yemen'e er olarak giden Mehmed Said, Yemen cephesinde gösterdiği muvaffakiyet ve kahramanlık üzerine başçavuş oldu. 1911'de Trablusgarb'a gönüllü olarak gitti, Balkan savaşlarında Çatalca cephesinde savaştı. Halk tarafından Şahin Bey diye isimlendirildi. Galiçya'da 15. Kolorduda, 1917 Ekiminde ise Sina Cephesinde vazife aldı. Tehlikeli vazifelere gönüllü olup, görevi başarıyla ifa edince teğmenliğe yükseltilti. 1918 yılında İngilizlerle Sina cephesinde cereyan eden şiddetli bir muharebe neticesinde esir düştü. Mısır'daki İngiliz esir kampında 1919 Aralık ayı başlarına kadar esir olarak kaldı, ateşkesden sonra serbest bırakıldı. Şahin Bey, 13 Aralık 1919'da İstanbul'a geldi ve Harbiye Nezaretine müracaat ederek vazife istedi.Harbiye Nezareti tarafından Urfa'nın Birecik kazası Askerlik Şubesi Başkanlığına tayin olunan Şahin Bey, işgal altındaki Antep'in vaziyetini görerek Antep'te kalmaya karar verdi. Antep Heyet-i Merkeziyesine müracaat ederek vazife isteyen Şahin Bey, heyetin kendisine Kilis-Antep yolunu kontrol altında tutma vazifesini vermesi üzerine derhal çalışmaya başladı. Kilis-Antep yolunu tutarak Fransızların Antep'e yardım göndermesini 28 Mart 1920'ye kadar 100 kişilik birliğiyle engelledi. Kilis'ten hareket eden Fransızlar'ın Şahin Bey'in kontrolündeki savunma noktalarına 26 Mart 1920'de 3 piyade alayı 200 süvari bir batarya top, 4 tank ile saldırmasıyla çatışmalar başladı. Birinci gün Fransızllar Şahin Bey ve kuvvetlerinin tuttuğu siperleri akşama kadar top ve tank ateşi yağdırdı. Şahin Bey ve kuvvetleri silahlarının yetersizliğinden mukabale edemedi. Aynı günün gecesi Şahin Bey bir gece baskını yapmaya çalışdıysada başarılı olamadı. Savunma hattını geri çekti. Son kurşununa kadar savaştı, 28 Mart 1920'de bu çatışmalar sırasında şehit oldu. Gaziantep ve yöresinde milli mücadalenin destanlaşan isimlerindendi. Adına pekçok türkü, şiir yazılmıştır. Şahinbey İlçesi'nin Düztepe semtindeki lise de Şehit Şahin Lisesi adını taşımaktadır. Şehit Şerife Bacı Şehit Şerife Bacı Anıtı Kurtuluş Savaşı'nda eli silah tutanların cephede olduğu sıralarda İnebolu'ya çıkarılan silah ve cephanelerin Kastamonu üzerinden Ankara'ya ulaştırılmasında yaşlı erkeklerle kadınların da insanüstü çalışmaları olmuş, tarihe geçmişlerdir. Bu tarihe geçen kadınlarımızdan biri de Seydilerli Şehit Şerife Bacı'dır. Şerife Bacı 1921 yılının çetin kış şartlarının hüküm sürdüğü Aralık ayında sırtında çocuğu, önünde kağnısı ile İnebolu'dan Kastamonu'ya cephane taşırken, Kastamonu Kışlası önüne kadar gelmiş, mermileri ve çocuğunu korumak uğruna donarak şehit olmuştur.
__________________
Msn İRTİßaT !...KeşKe ßu kadar ßüyük Sevdirmeseydin Kendini...! |
![]() |
![]() |
![]() |
#8 |
|
![]() Kara Fatma (1888-1955) Erzurum'da doğdu. Subay Derviş Beyle evlenip Balkan Savaşı'na katıldı. I. Dünya Savaşı'nda 9-10 kadınla Kafkas Cephesi'ne gitti. Eşleri Ermenilerce şehit edilmiş kadınlarla Ermenilere karşı çarpıştı. Milli Mücadele döneminde oğlu, kızı ve kardeşleriyle beraber Bursa ve İzmit'in düşman işgalinden kurtarılması için çalıştı. 300 kişiyi aşkın müfrezesiyle Sakarya ve Başkomutan Meydan Muharebeleri'ne katıldı. Üsteğmen rütbesiyle emekli oldu. Emekli maaşını Kızılaya bağışladı. 1954 yılında TBMM'ce kendisine tekrar aylık bağlandı. Ertesi yıl Erzurum'da öldü. Seyyid onbaşı Abdurrahman oğlu Seyyid, 1889’da Balıkesir Havran’ın Çamlık köyünde doğar. Fukara bir ailenin çocuğu olduğu için mektep medrese görmez ama yine de rahle-i tedristen geçer, güzel Kur’an-ı kerim okur, iyi kötü derdini yazar. Köy yerinde n’olsun, kâh hayvan güder, kâh anacığı ile (Emine Hanım) el bahçesinde zeytin toplar. Balkan Harbi çıkınca onu askere alırlar. Pehlivan yapılı olduğu için adının başına bir “Koca” yakıştırırlar. Koca Seyyid üç yıl boyunca Balkan dağlarında komitacı kovalar. Tam terhis vakti gelmiştir ki onu kısa bir topçu eğitiminden geçirip Çanakkale’ye yollarlar. Kilitbahir, Mecidiye Bataryasında hizmete başlar. Çok geçmeden İngilizi, Fransızı kapımıza yığılır, 18 Mart sabahı Boğaz’ı zorlarlar. Zırhlıların ateş gücü çok yüksektir metrekareye 6 bin mermi sıkar, siperlerimizi adeta kazıyıp, göğe savururlar. Tam “oldu galiba” diyeceklerdir ki, topçu bataryalarımız ateşe başlar İngilizler yanıbaşılarında yükselen sudan kuleleri görünce çok heyecanlanırlar. Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Kilitbahir önlerine gelir ve tabyaları kaldırıp koparırlar. ? Ben nerdeyim burası neresi? Bataryanın kırk yiğidi sığınağa sokulacak fırsat bulamazlar zira merminin biri cephaneye isabet eder ve müthiş bir gürültü kopar. Koca Seyyid hayal meyal yerin kabardığını ve havalandığını hatırlar... Gerisi genzindeki pis koku, kulaklarındaki derin uğultu ve bulanık simalar... Seyyid gözünü açtığında bir sıhhiye erinin kucağındadır, arkadaşlarından 14’ü şehit olmuş, 24’ü yaralanmıştır, Niğdeli Ali ise şaşkın şaşkın ortalıkta dolanmaktadır. Donanmanın gözde gemilerinde Ocean önlerine kadar sokulmuş hâlâ ateş yağdırmaktadır. Şimdi onlara cevap vermenin tam sırasıdır, lâkin toplardan ikisi toprak altında kalmıştır. Üçüncü belki işe yarar ama onun da mataforası (mermi vinci) çalışmaz. Koca Seyyid, bir katil zırhlıya, bir kırık topa bakar. Sonra çılgınlar gibi koşturup patlamamış mermi aramaya başlar. Tozun toprağın arasında üç tane mermi bulur ancak mermiler kendinden üç misli ağırdırlar. Koca Seyyid “Ya Allah” diyerek mermiyi kavrar, Niğdelinin yardımıyla sırtına atar. O yükle altı basamak çıkar ve mermiyi namluya koyar. Başlarında komutan olsa şüphesiz isabetli atışlar yapacaklardır nitekim ilk mermi uzak düşer, ikinci ise zırhlıya varamaz. Gemi (Ocean) önlerinden geçip gitmek üzeredir ki üçüncüyü yetiştirir, ateşlemeyi başarırlar. Yooo hayır bu mermi ilkmektep kitaplarında yazdığı gibi bacadan girip kazan dairesinde patla- maz. Gemiyi zor zahmet kıç tarafından vururlar. Zaten bu mahalle büyüklüğündeki dev, tek mermiyle batmaz. Ancak bakın şu Allahü teâlânın işine ki o darbe ile dümen tertibatı devreden çıkar. Binlerce beygir gücündeki motorlar gemiyi fırıldak gibi çevirmeye başlar. Efsane gemi kontrolden çıkıp ortalığı harmanlar ve gidip bir gece evvel Nusret’in döşediği mayınlara toslar. Belki inanmayacaksınız ama o koca alamet kâğıt gibi yırtılır ve tabak gibi suyun içine kayar. Gemiden atlayanlar Ocean’ın girdabına kapılır döne döne dibe batarlar. ? Maaş almaz, madalya takmaz Hadiseyi izleyen Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa nefes nefese bataryaya koşar. Koca Seyyid’i alnından öper ve elceğizi ile onbaşı rütbesi takar. Seyyid Onbaşı tebrik ve takdir konuşmalarından çok sıkılır içinden “bir bitse” diye yalvarmaya başlar. Belki bin defa “nasıl becerdin” sualine muhatap olur ve bin defa “Cenâb-ı Hakkın yardımıyla” diye cevaplar. Hadiseyi duyan Almanlar fotoğraf makineleri ile gelir, o anı dondurmaya kalkarlar. İyi ama Seyyid bırakın mermiyi sırtlamayı yerinden bile oynatamaz. Bu poz için boş bir kovan bulur, mizansen yaparlar. Onbaşımız izin ve para tekliflerine asla yanaşmaz, yalnız o günden sonra herkese bir, ona iki tayın bırakırlar. Seyyid Onbaşı hakkına razı olur fazla tayını akadaşlarına dağıtıp dua almaya bakar. Koca Seyyid 1918’de terhis edilir. Köyüne döner ama daha soluklanamadan Yunan’ın Ayvalık ve Edremit’e girdiğini duyar. Derhal silahını kapar, dağlara çıkar. Manisa, Kula, Uşak derken Afyon’a kadar uzanır. Zaman zaman yaralanır ama cepheden kopmaz, çok arzulamasına rağmen şehit olamaz. Kışla imamı “bu nasip işidir be Seyyid kardeş” der, “düşün Halid bin Velid (Radıyallahü anh) elliden fazla harbe katıldığı halde meydanda kalma arzusuna kavuşamadı. Ancak Allahü teâlâ’nın öyle kulları vardır ki yataklarında da ölseler şehit olurlar.” Koca Seyyid ortalık sakinleyince köyüne döner, yağıyla kavrulmaya bakar. Dağdan dal budak getirir, odun kömürü yapar. Ama doğru dürüst para kazanamaz. Birileri araya girip ona madalya takmaya, maaş bağlamaya kalkarlar. Koca Seyyid “Hayırlı bir iş yaptıysak, Cenab-ı Allah ecrini verir” der dünyalığa bakmaz. 1939 yılında vefat eder, vârislerine eski elbiselerinden başka birşey bırakmaz. İyi de yapar, bu millet nice zengini, rütbeliyi unutur ama onu Fatihalarla anarlar…
__________________
Msn İRTİßaT !...KeşKe ßu kadar ßüyük Sevdirmeseydin Kendini...! |
![]() |
![]() |
![]() |
#9 |
|
![]() KURTULUŞ SAVAŞI'NIN KAHRAMAN KADINLARI TARSUSLU KARA FATMA, GAZİANTEPLİ YİRİK FATMA Asıl adı "Adile" olan, "Adile Hala" ve "Adile Onbaşı" diye anılan kadın kahramanın, silah arkadaşları arasında "Kara Fatma" olarak anıldığı bilinir. 8-10 kişilik milis kuvvetiyle Afyon Savaşı’na katılan Kara Fatma, Tarsus’un kurtulmasında büyük yararlılıklar gösterir. Gaziantepli Yirik Fatma ise Gaziantep’in Fransızlar tarafından henüz bütünüyle kuşatılmadığı sırada, düşmanın hareket edeceği haberi gelince, buna karşı koymak için yola çıkan milis kuvvetine, karşı çıkılmasına rağmen zorla katılır. FRANSIZLARA YANLIŞ YOL GÖSTEREN KADIN Adana Fransızlar’a karşı verilen mücadelede yer alan ve milis kuvvetlerine katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs 1920’de milli kuvvetler Pozantı’ya taarruzu başladığında, kritik bir duruma düşen Fransızları kandırarak kılavuzluk eder. Hatice, kılavuzluk yaptığı Fransızlar’a yanlış yol göstererek Karboğazı’na sokar. Boğazda sıkışan Fransızlar, Türk askerine esir düşer. BİTLİS DEFTERDARININ HANIMI Kahramanmaraş’ta düşmana karşı verilen mücadelede en fazla yararlılık gösterenlerin arasında Bitlis Defterdarının Hanımı da bulunmaktadır. Bitlis Defterdarının Hanımı olarak bilinen bu kadın kahraman da, Kayabaşı Mahallesi’nde 8 düşmanı öldürmüş daha sonra erkek elbisesi giyerek milis kuvvetlerine katılır. TAYYAR RAHMİYE Adana’nın kadın kahramanlarından Rahmiye Hanım da, 9. Tümen’in 1920 yılının Şubat ayında Hasanbeyli civarında Fransızlar ile yaptığı muharebeye müfrezesiyle katılır. Muharebe sırasında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileri doğru atıldığından dolayı kendisine "Tayyar Rahmiye" lakabı verilir. Temmuz 1920’de Osmaniye’deki Fransız karargahına yapılan hücumda arkadaşlarının tereddüdünü görünce, "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde yerde sürünmekten utanmıyor musunuz?" diyerek hücuma geçilmesini sağladığı tarihi kaynaklarda yer almaktadır ONBAŞI HALİDE Romancı Halide Edip Adıvar ise "Halide Onbaşı" olarak İstiklal Savaşı’na katıldı. Uzun süre cephelerde savaşan Halide Onbaşı, savaş alanındaki yararlılıkları nedeniyle İstiklal Madalyası almaya hak kazandı. Türk bağımsızlık savaşının bir sembolü olan Adıvar, Türk edebiyatına kazandırdığı eserler ile günümüz Türk gençlerine çeşitli dersler vermektedir. HALİDE ONBAŞI (EDİP ADIVAR) (1884-1964) ![]() İşgallerin ardından İstanbul'da yaptığı konuşmalarla halkı işgallere karşı uyandırmaya çalıştı.1919'da Sultanahmet Meydanı'ndaki mitingde yaptığı etkin konuşma sonrası hakkında tevkif kararı çıkınca, eşi ile birlikte Anadolu'ya kaçarak Kurtuluş Savaşına katıldı. İstanbul Hükümeti tarafından Mustafa Kemal ile birlikte hakkında ölüm kararı verilen altı kişiden biriydi. Mustafa Kemal onu Garp Cephesine tayin etti. Kendisine önce “onbaşı” , sonra da “üstçavuş” rütbesi verildi. Savaşı izleyen yıllarda Cumhuriyet Halk Fırkası ve Atatürk ile siyasal görüş ayrılığına düştü. 1917'de evlenmiş olduğu ikinci kocası Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye'den ayrıldı. 1939'a kadar dış ülkelerde yaşadı. 1939'da İstanbul'a dönen Adıvar 1940'ta İstanbul Üniversitesi'nde İngiliz Filolojisi Kürsüsü Başkanı oldu, 1950'de Demokrat Parti listesinden bağımsız milletvekili seçildi. 1954'te istifa ederek evine çekilmiş ve 1964'te ölmüştür. Değerli yazarımız Kurtuluş Savaşını ve Türk kadınlarının mücadelesini anlatan ve Türk klasikleri arasına giren pek çok esere imza atmıştır. NEZAHAT ONBAŞI Eşini yitiren 70. Alay Komutanı Hâfız Hâlid Bey, 8 yaşındaki kızı Nezahat'ı kimseye emanet edemeyip, yanına almıştı. Küçük Nezahat Çanakkale cephesinde muharebe havasına alışmış, Alay İzmit'e nakledildiğinde talimlere katılarak mükemmel at binmesini, silah kullanmasını öğrenmiş ve 12 yaşında "onbaşı" rütbesini almıştı. Babasının yanında cepheden cepheye koşmuş, çarpışmalara girmiş ve 100'den fazla düşman askeri öldürmüştü. Nezahat Onbaşı 30 Ocak 1921 yılında T.C.’nin İstiklal Madalyası ile ödüllendirilmesi önerilen ilk vatandaşıdır. Bursa Milletvekili Operatör Emin (Erkul) Bey'in bununla ilgili önergesi şöyledir: "Büyük Millet Meclisi Riyâsetine, Muhtelif cephelerde, bilhassa son Gördes ve İnönü muhârebelerinde bilfiil çarpışmalara katılan ve her an askerleri teşcî eden 70. Alay Kumandanı Hâfız Hâlid Bey'in kerîmesi 12 yaşlarındaki Nezahat Hanım'a ilk İstiklâl Madalyası'nın verilmesini teklif ve bu teklifin hey'et-i umumiyenin tasdikine arz edilmesini ricâ ederim." Bu öneri TBMM’ de hararetle kabul edilmiş, ancak Kurtuluş Savaşı’nın hengamesi içinde işleme konulamamış, daha sonra da kararın yerine getirilmesi unutulmuştu. Kendisi de hiçbir zaman ne "Madalyamı verin!" talebinde bulundu, ne de TBMM Başkanlığınca alınmış kararın yerine getirilmesi için müracaat etti.Nihayet karardan 65 yıl sonra 78 yaşında bir nine iken TBMM’nin “Şükran Belgesi’ne” kavuşmuştu ve bu duygulu anda gözyaşlarını tutamamıştı.
__________________
Msn İRTİßaT !...KeşKe ßu kadar ßüyük Sevdirmeseydin Kendini...! |
![]() |
![]() |
![]() |
#10 |
|
![]()
SAİME HANIM
Milli Mücadele döneminde 15 Mayıs 1919’da Kadıköy’de düzenlenen mitinge katılmış mitingden sonra tutuklandıysa da kaçarak mücadeleye katılmış, yaralanmış ve İstiklal Madalyası almıştı. Savaştan sonra İstanbul Lisesinde edebiyat öğretmenliği yapmıştır YİRİK FATMA Gaziantep’te Fransızlara karşı verilen savaşta (1 Nisan 1920-8 Şubat 1921) çete teşkilatına katılmak isteyen Yirik Fatma gelmesini istemeyenlere karşı «Benim kanım, sizinkinden daha mı şirindir?» cevabını vermiş ve çetecilerle birlikte yola çıkmıştı. NACİYE HANIM 20 Mayıs 1919 tarihinde İstanbul Üsküdar’da düzenlenen mitinge katılan ve söz alan kahramanımız bu mücadelede kadınların da erkeklere yardım edeceği konusunda teminat vermişti. FAİKA HAKKI Erzurum’da toplanan “Şark Vilayetleri Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti”nin (Temmuz- Ağustos, 1919) de etkisiyle kadınlar da protesto hareketine giriştiler. 1919’un Kasım ayında Erzurum Kız Lisesi Müdiresi Faika Hakkı, Muradiye Camii’nde toplanan kadınlara hitaben yaptığı konuşmada, onları etkin protestolarda bulunmaya çağırmıştı. Onun teklifi ile İstanbul’u işgal etmiş olan İtilaf kuvvetleri temsilcilerine ve ABD Senatörlerine tepki telgrafları çekilmişti SULTAN HANIM Adana bölgesinde çarpışan partizan müfrezesi geçici olarak Toros Dağlarından geri çekilirken, Sultan Hanım da inekleriyle beraber onlara katılmış, çete dağda kaldıkça ineklerinin sütüyle onları beslemişti. Müfrezedekiler onu sevgiyle “anne” diye çağırmıştı SÜREYYA SÜLÜN HANIM Van doğumlu Süreyya Hanım, Erek kasabasında 500 kişilik bir çeteye katılmış, 1,5 aylık bir çatışmadan sonra yaralanınca Erzurum’a dönmüştü. NAZİFE KADIN 9 Mart 1922’de Çanakkale Bigadiç civarını kuşatan Yunan ordusu Komutanı Nazife Kadın’dan bilgi istemiş, ancak o bilmediğini, bilse bile asla söylemeyeceğini ifade etmiş, bunun üzerine Yunanlılarca fırına atılarak şehit edilmiştir. DOMANİÇLİ HABİBE Kurtuluş Savaşı sırasında cahil evladının düşmana yol gösterdiğini duyunca İnegöl’e inmiş, bir kurşunla oğlunu yere serip ardına bakmadan geldiği dağlara geri dönmüştür. SATI ÇIRPAN Millet mekteplerinde okuma yazmayı öğrenen Satı Hanım, Kurtuluş Savaşında cepheye sırtında mermi taşımıştı. 1934 yılında Atatürk’ün kadınlara seçme ve seçilme hakkı vermesiyle meclise giren ilk 18 kadın milletvekilinden biri olmuştu İnönü Savaşlarına Katılan ve Madalya Alan 12 Kadından İsimleri Tespit Edilenler: Ali kızı Alime, Hacı Osman kızı Fatma, Besim kızı Şükriye, Musa kızı Fatma, Veli Onbaşı kızı Ayşe, Molla İbrahim kızı Fatma, Ali kızı Ayşe, Molla Hasan kızı Fatma… VE... belgelerde adına rastlanmayan daha binlerce eli öpülesi, kahraman Türk kadını… HALİME ÇAVUŞ (KOCABIYIK) Kastamonu’da doğan, anne-babasının “kızım gitme” şeklinde yalvarışlarını dinlemeden mücadeleye katılan Halime Çavuş, uzun yıllar Halim Çavuş zannedildi. Kurtuluş Savaşı’na giderken erkek kılığına girdi, erkek gibi traş oldu, saçını kazıttı ve kimseye kadın olduğunu söylemeden Türk askerinin arasına karıştı.Mühimmat taşımada birçok görev yaptı. Bir Düşmanın açtığı ateş sonucu bir ayağı sakat kaldı.Bir keresinde İnebolu’dan cepheye cephane taşırken Mustafa Kemal Paşa’ya rastladı. Ancak rastladığı kişinin O olduğunu bilmiyordu (daha önce resmini bile görmemişti ki). Mustafa Kemal Paşa “Sen üşüyor musun böyle?” diye sordu. “Bey, 100 bin kişi kurtulacak. Ben öleceğim de ne olacak?” dedi. Paşa kafa kağıdını istedi. Verdi. “Sen kız mısın?” “Evet.” Gün geldi savaş bitti, ancak o ne asker üniformasını çıkardı ne de her sabah traş olmaktan vazgeçti. Savaş sonrası Mustafa Kemal tarafından Ankara’ya çağrıldı. Ailesi önce korktu, Paşa Halime’yi neden çağırıyordu ki? “Gitme” dediler,o yine dinlemedi ...Kapıda yavere “Paşa hangisi bilmiyorum” dedi. Yaverin “soldaki ” demesiyle koşup elini öptü. O’nun “ Seni yollamıyorum, bizim kızımız ol” önerisine “Annem babam beni bekler” şeklinde cevap veren Halime Çavuş, “Ben ana-babaya itiatli evlada saygı duyarım” diyen Mustafa Kemal Paşa tarafından çeşitli hediyeler verilerek tekrar evine yollandı ve kendisine maaş da bağlandı.75 yaşında hayata gözlerini yumdu. HAFIZ SELMAN İZBELİ Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kadınlar Kolu kurucularından ve Kastamonu’da ilk kadın meclisi üyesi, sıkı bir Atatürk hayranı ve kendi deyimiyle bir “Cumhuriyet kadını”idi… Kurtuluş Savaşı sırasında Kastamonu’ daki kadınları toplamış, asker için çorap, kazak, fanila ördürüp cepheye göndermişti.Varlıklı bir aileden geliyordu. Asker Kastamonu’ya geldiğinde hepsini yolda karşılayıp doyurmuştu. Hep “Ben Cumhuriyetçiyim” dermiş. Savaştan sonra yeni baştan herkes gibi Türkçe harflerle okuma yazmayı öğrenmişti.Hafız Selman Hanım’a milletvekilliği de önerilmişti. “Hafız olduğum için başımı açamam. Başımı açamayacağım için de milletvekili olamam” diyerek kabul etmemişti. Mustafa Kemal’in Kastamonu’ya geldiği sırada İzbeli Konağı’nı ziyaret ettiği ve karşılıklı kahve içtikleri söylenmektedir.
__________________
Msn İRTİßaT !...KeşKe ßu kadar ßüyük Sevdirmeseydin Kendini...! |
![]() |
![]() |
![]() |
Etiketler |
kahramanlari, kurtulu$ |
|
|