Geri git   CurcunaForum.Org > Kültür - Sanat - Tarih - Eğitim ve Uzay > Uzay ve Bilinmeyen
Kayıt ol Yardım Topluluk

Uzay ve Bilinmeyen Uzay hakkında bilinmeyenler.

Yeni Konu aç  Cevapla
 
LinkBack Seçenekler Stil
Alt 07-15-2007   #1
Profil
Site Sahibi
 
joker - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2007
Bulunduğu yer: Samsun
Yaş: 40
Mesajlar: 2.280
Üye No: 1

Seviye: 38 [♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥♥ Bé-Yêu ♥]
Canlılık: 0 / 946
Çekicilik: 760 / 50143
Tecrübe: 86

Teşekkür

Teşekkürler: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Rep
Rep Puanı : 1985
Rep Gücü : 10
İtibar :
joker has a brilliant futurejoker has a brilliant futurejoker has a brilliant futurejoker has a brilliant futurejoker has a brilliant futurejoker has a brilliant futurejoker has a brilliant futurejoker has a brilliant futurejoker has a brilliant futurejoker has a brilliant future
67 Yaşayan Gezegen

Yaşayan Gezegen
Prof.Dr. Osman ÇAKMAK
Dünya'mız, fezadaki yörüngesinde saniyede 30 kilometrelik bir hızla yol alıyor. Şimdi 90 kilometre, şimdi de 180 kilometre yol aldık! Aslına bakacak olursak, Dünya'mızı feza yolculuğuna çıkmış dev bir gemi gibi düşünülebiliriz. Sema okyanusunda hareket eden sadece Dünya’mız değildir. Dünya’mız dahil bütün gök cisimleri bir değil, birkaç hareketi aynı anda yapmaktadır. Bu hareketlerin bir kısmı kendi etrafında, diğerleri ise, ait olduğu sisteme bağlı olarak yapılmaktadır. Dünya’mız da hem Güneş Sistemi’ne hem de Samanyolu galaksisine bağlı hareketler yapmakla vazifelenmiştir.

Bulutsuz ve berrak bir gecede gökyüzünü incelerseniz, semanın bir ucundan öbür ucuna kadar yayılan titrek ve bulanık yıldızlardan oluşan bir kuşak görürsünüz. Fezanın uçsuz bucaksız ufuklarına kadar uzanan ve kendi merkezi etrafında korkunç bir hızla dönen kuşak şeklindeki bu dev yıldız kümesine Samanyolu adı verilir. Bu hızı hesaplayan astrofizikçiler, hayretlerini gizleyemediler. Zira bulunduğu yörüngede bir tam devri 250 milyon yılda yapabilen galaksinin hızı, her saniyede 225 milyon kilometre gibi idrak ötesi bir boyutta idi. Bu rakamlar koca galaksileri bile ışık hızına yakın bir hızla hareket ettirdiğini gösteren bir azamet ve ihtişam tecellisinden başka bir şey değildi.

Click the image to open in full size.Fezanın uçsuz bucaksız ufuklarına kadar uzanan ve kendi merkezi etrafında korkunç bir hızla dönen kuşak şeklindeki dev yıldız kümesine Samanyolu adı verilir. Samanyolu’nun hızını hesaplayan astrofizikçiler, hayretlerini gizleyemediler. Zira bulunduğu yörüngede bir tam devri 250 milyon yılda yapabilen galaksinin hızı, her saniyede 225 milyon kilometre gibi idrak ötesi bir boyutta idi. Bu rakamlar koca galaksileri bile ışık hızına yakın bir hızla hareket ettirdiğini gösteren bir azamet ve ihtişam tecellisinden başka bir şey değildi.


Güneş Sistemi içinde yapacağımız kısa bir seyahatle diğer gezegenlerdeki "iklim" şartlarına da kısaca göz atalım. Yolculuğa sistemin en dışından başladığınızı farz edelim. İlk karşılaşacağınız gezegen Plüton'dur. Bu küçük gök cismi, oldukça soğuktur. Yakla- şık -238 °C kadar!.. Bu dondurucu soğukluk içinde gezegenin çok ince bir atmosferinin olduğu tahmin edilmektedir. Ancak atmosfer, sadece, eliptik bir yörüngeye sahip olan gezegenin Güneş'e yakın olduğu dönemlerde gaz halindedir. Diğer zamanlarda atmosfer bir buz kütlesi haline dönüşür. Kısaca Plüton, ölü bir buz yığınından ibaret görünüyor.

Güneş Sistemi'nin merkezine biraz daha ilerlediğinizde, karşımıza çıkan, Neptün'dür. Bu gezegen de oldukça "soğuk"tur: Yüzey sıcaklığı -218 °C civarındadır. Muhtemelen, hidrojen, helyum ve metan gazlarından oluşan atmosferi insan için zehirlidir. Dahası gezegenin yüzeyinde, hızları saatte 2.000 km'ye varan korkunç fırtınalar eser.
Bu hayalî seyahatte merkeze doğru biraz daha ilerleyince Uranüs'e varılır. Uranüs, yapısında yüksek oranda kaya ve buz bulunduran bir "gaz gezegen"dir. Atmosfer sıcaklığı -214 °C civarındadır. Hidrojen, helyum ve metan bulunduran atmosferi kesinlikle bildiğimiz biyolojik hayata uygun değildir.

Yolculuğunuzun bundan sonraki durağı büyüleyici halkaları olan Satürn'dür. Güneş Sistemi'nin bu ikinci büyük gezegeni, etrafındaki halkalarla tanınır. Bu halkalar gaz, buz ve kaya parçalarından oluşmaktadır. Satürn ise, yeryüzü gibi kaya ve toprak değil, tam anlamıyla gaz halinde bir gezegen olup, kütlesi % 75 oranında hidrojen ve % 25 oranında helyumdan yapılmıştır. Yoğunluğu suyun yoğunluğundan bile düşüktür. Bu sebeple, eğer Satürn'e bir uzay gemisi indirmek isterseniz, bunu yüzebilir bir "şişme bot" olarak tasarlamanız gerekir. Tabii ki sıcaklık da yine hayli düşüktür: -178 °C.

Biraz daha ilerlediğinizde Güneş Sistemi'nin en büyük gezegeni olan Jüpiter'e varırız. Kütlesi, Dünya'nın 318 katı olan Jüpiter de bir gaz gezegendir. Jüpiter’in atmosferi, yüzeyi ve iç yapısı arasında ayrım yapmak güç olduğundan "atmosfer sıcaklığı" gibi bir kavramı ifade etmek de aynı nispette zordur. Ancak, gezegenin atmosferi sayılabilecek üst kısımlarındaki ısı -143 °C'dir. Jüpiter üzerinde bulunan büyük kırmızı renkli lekenin varlığı, Dünya'daki gözlemciler tarafından yaklaşık 300 yıldır bilinmektedir. Bu kırmızı lekenin, içine iki Dünya alacak kadar büyük bir fırtınadan başka bir şey olmadığı anlaşılmıştır. Kısaca Jüpiter, üzerinde hiç kara parçası bulunmayan, aşırı bir soğuğun hüküm sürdüğü, üzerinde fırtınaların yaşandığı, manyetik alanı ile her canlıyı anında öldürecek korkunç, ürpertici bir gezegendir.
Jüpiter'den sonra yolumuzun üzerinde Mars bulunuyor. Mars'ın atmosferi yoğun karbondioksitten ibaret zehirli bir karışımdır. Gezegenin üzerinde su bulunmaz. Yüzeyde büyük göktaşlarının çarpmasıyla meydana gelen dev kraterler dikkat çeker. Çok kuvvetli rüzgârlar ve aylarca devam eden kum fırtınaları hüküm sürer. Sıcaklık -53 °C civarındadır. Hakkında yapılan bütün spekülasyonlara rağmen, Mars ölü bir gezegendir. ABD'nin gönderdiği uzay aracı Sprit, Mars'a inerek 2004 Ocak ayından itibaren buradan fotoğraf göndermeye başladı. Nitekim ilk gelen fotograflardan anlaşıldığı kadarıyla Mars’ta kompleks bir hayat yoktur.
Mars'tan sonra karşımıza çıkan Dünya’mızı şimdilik bir kenara bırakıp, Venüs'e uğrayalım. Güneş’e ikinci yakın gezegen olan Venüs'te, daha önce rastladığımız dondurucu soğukların aksine, yakıcı bir sıcaklık hüküm sürer. Sıcaklık yüzeyde yaklaşık 450 °C'ye kadar ulaşır. Bu, kurşunu bile eritmeye yetecek bir sıcaklıktır. Venüs'ün bir diğer özelliği, yoğun bir karbondioksit tabakasından yapılmış ağır atmosferidir. Atmosfer basıncı, yüzeyde 90 atmosferi bulur. Bu, dünya yüzeyindeki basıncın 90 katıdır. Dünya hava basıncının, bir insan bedeni üzerine tesirinin 15 ton kadar olduğunu hatırlarsak, sadece atmosfer basıncının bile Venüs'te kompleks bir hayatı imkânsız kılacağı ortaya çıkar. Bu basınç Dünya'da denizin 1 km derinliğindeki basınca eş değerdir. Venüs'ün atmosferinde ayrıca kilometrelerce kalınlığa sahip sülfürik asit tabakaları bulunmaktadır. Bu yüzden gezegene sürekli öldürücü asit yağmurları yağar. Cehennemi andıran böyle bir ortamda, hiçbir canlı yaşayamaz.

"Güneş Sistemi içinde Dünya'ya en çok benzeyen gezegen hangisidir?" sorusuna, ‘Venüs'tür.’ diye cevap verebiliriz. Dünya'nın çapı 7.926 mil, Venüs'ünki 7.550 mildir. Venüs'ün kütlesi Dünya’nın yüzde 81'i, yoğunluğu 94'ü kadardır. Kayalık dış tabakası ve sıvı metalden ibaret merkeziyle Dünya'ya çok benzer. Ne var ki, görüntü olarak benzerlikler onu ikiz yapmaya, onun "yaşayan bir gezegen" olmasına şüphesiz yetmez.

Meselâ, Dünya, ekseni üzerinde batıdan doğuya yirmi dört saatte; Venüs doğudan batıya 244 günde döner ve bu durum onu diğer gezegenler arasında istisna kılar. Venüs'ün atmosferi Dünya'nınkinden doksan kere daha yoğundur. Ve bizimki on binde üç karbondioksit ve yüzde 21 oksijenden oluştuğu halde, Venüs'ün atmosferi yüzde 95 karbondioksitten yapılmıştır ve oksijeni yoktur. Venüs'ün yüzeyinde su yoktur. Yeryüzünde ise okyanuslar dolusu su vardır.
Venüs hakkında bildiğimiz bir şey de, kayalık yüzeyini oluşturan başlıca maddelerden birinin kalsiyum karbonat olduğudur. Bu çok şaşırtıcı bir şey değildir. Kalsiyum karbonat ısınınca ayrışır ve karbondioksit açığa çıkarır; böylece yüzeyinde çok kalsiyum karbonat olan sıcak bir gezegenin havasında da fazla karbondioksit bulunur.

Venüs hakkında bildiğimiz diğer bir şey de, bulutlarının Dünya'da olduğu gibi saf su damlacıklarından değil, yakıcı sülfürik asit damlacıklarından oluşmasıdır.

Güneş'e doğru ilerlemeye devam edilirse, sistemin en başındaki Merkür’e ulaşılır. Merkür'ün en ilginç özelliği, kendi etrafında olağanüstü derecede yavaş dönmesidir. Kendi etrafındaki dönüş hızı, neredeyse Güneş'in etrafında yaptığı dönüş kadar yavaştır. Öyle ki Merkür, Güneş etrafında iki kere döndüğünde, kendi etrafında sadece üç kere dönmüş olur. Yani iki yılı, üç gününe eşittir. Gece ile gündüzün bu kadar uzun sürmesi, gezegenin bir yüzünü kızartırken, öteki yüzünü dondurur. Bu yüzden gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkı yaklaşık 1.000 °C'yi bulmaktadır. Elbette böyle bir ortam, bildiğimiz hiçbir kompleks canlı varlık için uygun değildir.
Kısacası, Güneş Sistemi'ndeki bilinen dokuz gezegenin sekizi (ve bunların 53 uydusu) içinde, canlılık için uygun tek bir gök cismi yoktur. Her biri ölü ve sessiz birer madde yığınıdır.
Dünyamız, atmosferinden yeryüzü şekillerine, ısısından manyetik alanına, elementlerinden Güneş'e olan mesafesine kadar, her türlü dengesiyle, tamamen hayat için özel olarak yaratılmıştır.
Dünya; atmosferi ve biyosferiyle, okyanuslarıyla, uygun biçimde oksitli minarelerden yapılmış kabuğuyla, zengin silisyum, buz yatakları, çölleri, ormanları, otlak alanları, tatlı su gölleri, kömür ve petrol yatakları, yanardağları, hayvanları, bitkileri, manyetik alanı, okyanus dibi şekilleri ve hareketli magmasıyla hayranlık uyandıracak derecede kompleks bir sistemdir ve hayatın devamı için özel olarak yaratılmıştır.

Serin rüzgârların sürüklediği bembeyaz bulutlardan, kurumuş topraklar üzerine rahmet ve bereket yağdırılır. "Hidrolojik çevrim" adı verilen ve suyun buhar, su, tekrar buhar olarak arz küre ile atmosfer arasındaki gidiş gelişi, ancak ilmî gözlem ve ölçümlerin matematik modellere dayalı denklemleri ile izah edilebilir.

Hayalen geçmiş zamana doğru uzanalım. Gitgide tâ dünyanın lâv halinde yeni yeni şekillenmeye başladığı, soğumaya yüz tuttuğu devreye varalım. İçi kızgın ateş, dışı sakinleşmeye yüz tutmuş olan bu yerkürenin başında durup bugün şahit olduğumuz eşyanın isimlerini birer birer saymaya başlayalım.

Dünyamızda hayat süren bütün bitki ve hayvan türlerini sayalım birer birer. Her birinin organlarını tek tek hatırlayalım.

Dünya dayanmış, döşenmiş. Boş bir saray gibi, misafirlerini bekliyor. O an kâinatta olmayıp bugün iç âlemimizi kuşatmış hayal, akıl, görme, duyma, sevme gibi duyguları bir bir hayalimizden geçirelim: Veya fizikî hadiselere göz atalım.

Sert, yumuşak, tatlı, acı, ses, koku, parlak, çekim, elektrik...
Bütün bunlar eşyaya nereden ve nasıl ithal edildi? Sonsuz denecek kadar çok olan bu farklı özellikler nasıl ortaya çıktı?

Can nedir bilmeyen bu kâinat ağacı, hayatlı meyvelerini nereden elde etti?
Akıllara durgunluk veren bu hâdiselerin, cahil unsurların uzun süre beklemesiyle, veya kendi kendine olması mümkün mü?

Dünya’nın yaratılmak üzere yola çıktığı ilk noktaya hayalen uzanalım. Ve sayacağımız kelimeleri aklımızdan sırasıyla geçirelim:

Hava, oksijen, azot, demir, DNA, protein, şeker, su, röntgen ışınları, radyo dalgaları, kaldırma kuvveti, çekim kuvveti, basınç, iletkenlik...
Bu nesnelerin yoktan yaratılışı Sonsuz bir İlim ve Kudret Sahibi’ne verilmezse, bütün bunları nasıl izah edeceğiz?

Her varlık ilâhî kalem tarafından yazılmış bir kitap -çok anlamlı- bir Rabbanî mektuptur. Bütün bu mektupların mürekkebi atomlar ve elementlerdir.

Elbette bu mektuplar, mürekkeplerin çok uzun süre beklemesiyle yazılmamışlardır.
Kâinat kitabının mürekkebi atomlardır. Bu atomlar ilâhî kudret ile var edilmişler ve element ve onlardan meydana gelen molekül terkiplerinden sonsuz denecek kadar çok yıldız , güneş, gezegen yaratılmıştır.

Gezegenlere dikkat edelim: Hepsinin aslı aynı, ama ayrı terbiyeden geçmişler. Büyüklükleri farklı, yörüngeleri değişik, hızları muhtelif olmuş. Ne Merkür, Uranüs'ün değişiklik geçirmesiyle oluşabilir; ne de Venüs, Dünya’nın.

Yaratılışta her şey
bir ilim ve hikmete göre yürümüş, her adım bir hedefe doğru atılmış. Her faaliyet hata ve kusurdan nihayet derecede müberra bir şekilde cereyan etmişti. Hiçbir yerden örnek alınmaksızın, sıfırdan bir kâinat ve dünya kurulmuştu. Öyle bir kâinat ki, bugün bir gül bahçesinde bir kelebeğin desenindeki en ince hesap ayrıntılarıyla beraber doğmuş, iş sadece vadesi erişenin resmi geçitteki sırasını almaya kalmıştır.

Neden karbon elementi?

Hayat sadece belirli elementlerle ve belirli şartlar sağlandığı takdirde var olabilir. Bugün Güneş Sistemi’nde, hatta kâinatta gerçekliği olan yegane hayat modeli ‘karbon elementini esas alan bir hayat’tır ve bilim adamları kâinatın hiçbir noktasında başka tür bir fizikî hayatın olamayacağına hükmediyorlar.

Karbon, periyodik cetvelin altıncı elementidir. Bu atom Dünya üzerindeki hayatın yaratılmasında zahiri olarak en temel element olarak kullanılmıştır, çünkü bütün temel organik moleküller (proteinler, yağlar, karbonhidratlar, nükleik asitler vs) karbon atomunun diğer bazı atomlarla çeşitli şekillerde birleştirilmesinden yapılır. Karbon, hidrojen, oksijen ve azot gibi diğer atomlarla birleşerek vücudumuzdaki milyonlarca farklı tür proteini meydana gelmesinde rol oynar. Bildiğimiz fizikî âlemde karbonun yerini tutabilecek başka bir element yoktur; başka hiçbir element, karbon gibi sınırsız türde bağ yapma özelliğine sahip olarak yaratılmamıştır.
Dolayısıyla bugünkü bilgilerimize göre herhangi bir gezegende biyolojik hayat var olacaksa, Allah başka bir tarzda dilemediği takdirde bu hayatın karbon temeli üzerinde yaratılması beklenir.

Karbon temelli bir hayat ise, dünya şartlarında bazı kurallarla sınırlandırılmıştır. Meselâ istisnalar hariç tutulursa, organik bileşikler (örneğin proteinler) sadece belirli bir ısı aralığında var olabilirler. 120 °C'den yüksek sıcaklıklarda parçalanmaya, -20 °C'den düşük sıcaklıklarda donmaya başlarlar. Sadece sıcaklık değil, ışık, yerçekimi, atmosfer terkibi, manyetik alan gibi faktörlerin de karbon temelli bir hayata vesile olabilmeleri bunların belli sınırlar içinde vazife görmeleriyle olur. Dünya, işte tam bu dar ve belirli çerçevedeki sınırlara sahip olarak yaratılmıştır.
Bu yüzden, ne Dünya'nın ne de bir başka gezegenin üzerinde -238 °C’de terleyen, oksijen yerine helyum soluyan veya su yerine sülfürik asit içen canlıların yaşaması mümkün değildir. Canlılar, ancak kendileri için özel olarak yaratılmış bir ortamda yaşayabilir. Dünya, işte böyle insan için yaratılıp döşenmiş bir mekandır.

Fiil ve sıfattan isimlere

Bütün bunlar gösteriyor ki, kâinatta bir Rububiyet saltanatı hükmediyor. Bütün yıldızlar aynı Zât'ın terbiyesinden geçmişler. Göklerin ve yerin Rabb’i o ülkenin bütün yıldızlarını söndürmeden yandırır, düşürmeden durdurur veya çarptırmadan döndürür. Durmadan dönen de başka, düşmeden duran da daha başka bir terbiye fiili icra edilmiştir. Bu ayrı terbiyeler onlara farklı isimler taktırmış: yıldızlar ve gezegenler... Bütün bu yıldızların menşei aynı, asılları birdir.
Dünya, Güneş Sistemi’nde hususî bir gezegen. Ama onda o kadar çok ve o kadar ayrı terbiye fiilleri icra ediliyor ki, "Rabb'üs-semavati vel-ard" ismi, sanki arzdaki bu farklı terbiye fiillerinin yıldızlar kadar çok olduğunu imâ ediyor bize.
Bu yerkürede, havasıyla suyuyla, gümüşü ve altınıyla, şekeriyle tuzuyla, vadisiyle dağıyla ve nihayet bitkisi, hayvanı ve insanıyla her ne varsa, hepsi Âlemlerin Rabbi’nin terbiyesinden geçmiştir. Hepsinde o Sultanlar Sultanı’nın hâkimiyeti okunmaktadır
__________________

Click the image to open in full size.
joker is nu online joker isimli üyenin yazdığı bu Mesajı değerlendirin.   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Etiketler
gezegen, yasayan


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:31.


Powered by vBulletin® Version 3.8.5
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.